Hak, Hukuk Ve Muhabbet

Hak, Hukuk Ve Muhabbet

Aslında aynı kelime kökünden geliyor bu iki kavram; o da malumunuz HAK. Ancak bizi daha çok ilgilendiren hak değil de hukuk. Çoğul manada olan bu kelime, belki de insanoğlunun kendi hakkından ziyade toplumun veya oluşturduğu yapıların hukukuna riayet etmeye başladığı anda daha fazla önem kazandı. Her ne kadar bugünlerde kendi haklarımızı savunmak öğütlense de Müslümanca bir bakışla yeri geldiğinde toplumun hukukuna ve daha evrenselde insanların hukukuna uymak için kendimizden feragat etmemiz gerekebilir.

Modernitenin getirdiği bireyselleşme ve yalnızlaşma, en basitinden kendi ailemizdeki büyüklerimize karşı onların haklarına riayet etmemeyi ve kendimizi öncelemeyi bize normal gösterirken, kadim kültürümüz aile büyüğü kavramını bizlere her daim hatırlamamız gereken bir olgu olarak sunmaktadır. Belki de İslam aleminin ictimai manada son zamanlarda en çok sıkıntıya düştüğü yer de burasıdır. Toplumun veya ailenin büyüğü olarak görülen insanlarla bir sonraki nesiller arasındaki hukuku temin edememe ve bunun bir sonucu olarak da kültürel aktarımın çok ciddi sekteye uğramasıdır. Hayatımızın her alanında etkisi olan İslam inancı, elbette ki kültürümüzde de büyük etkiye sahiptir. Fakat kültürel aktarım sürecindeki aksaklıklar dini bütünlüğü bozmaktadır. Öğrendiğimiz her şeyi unutsak bile geriye kalan şey bizim ananelerimiz ve kültürümüzdür. Ancak ne kadar uzaklaşıp küçümsediğimiz de aşikâr bir vaziyettedir.

Nesiller arasındaki hukukun temini için elzem olan en başat gereksinim ise muhabbet olsa gerek. Muhabbet, bize kendi hakkımızı öne çıkarmayı değil, karşımızdakiyle hukukumuzu öncelememizi nasihat eder. Bu bağlamda, muhabbetin köprü olduğu bir toplumda hukukun sağlanması ve kültürel aktarımın devamlılığı için gayret etmek her birimizin sorumluluğudur. Bu sorumluluğun bilincinde olarak, hukuk ve muhabbeti özümseyerek toplumsal düzenimizi ve kültürel değerlerimizi koruyabiliriz. Her ne kadar karşı görüşlerle mücadele etmek bizler için bir vazife olsa bu düşüncelere sahip insanları da muhabbet ile kuşatarak aslında insanlığın probleminin hasta olanda değil de hastalıkta olduğunu benimsetmeliyiz.

İnsan hakları ve İslam kültürü, bir araya geldiğinde, insanlığın ortak değerlerini ve hukuku korumak adına güçlü bir zemin oluşturur. İslam’ın öğretileri, insanın Allah katındaki değerini vurgularken, insan hakları evrensel bir perspektiften insanın onur ve haysiyetine vurgu yapar. Bu birleşim, her bireyin eşit ve adil bir şekilde muamele görmesi gerektiği ilkesine dayanır. İslam’ın öğretileri, toplumun adalet ve huzurunu korumak için bireylerin sorumluluklarını ve haklarını vurgular. Bu, insanların birbirlerine karşı merhametli, şefkatli ve saygılı olmalarını teşvik eder. İslam, insanların birbirlerine karşı hukuki ve ahlaki sorumluluklarını yerine getirmelerini öğretirken, insan hakları da bu sorumlulukların korunmasını ve insanların maruz kaldığı haksızlıklara karşı mücadele etmeyi teşvik eder. Dolayısıyla, insan hakları ve İslam kültürü bir araya geldiğinde, adaletin ve huzurun tesis edilmesi için güçlü bir dayanak oluştururlar. Bu birliktelik, insanların birbirlerine karşı daha anlayışlı, hoşgörülü ve barışçıl bir şekilde yaşamasını sağlayarak toplumların refahını ve uyumunu artırır. Bugün İslam âleminin karşı karşıya kaldığı hukuksuzluğu kadim tarihimizde ve yüce kitabımızda var olan şekliyle insanlığın selameti için sunmak da bizlerin boynundaki bir yüktür.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.