HADİS İKLİMİ- Ömrün Olgunlaşması: Yaşlılık

Enes b. Malik’in rivayet ettiğine göre, Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Bir genç, ihtiyar bir kimseye yaşından dolayı hürmet ederse Allah da ona yaşlılığında kendisine hürmet edecek birisini hazırlar.” (Tirmizi)
Mekke’nin fethedildiği gündü, Resul-i Ekrem’in hicret arkadaşı, sıddık dostu Hz. Ebu Bekir, yaşlılıktan saçı ve sakalı bembeyaz olan babası Ebu Kuhafe’yi Hz. Peygamber’in huzuruna getirmişti. Gözleri görmeyen ihtiyarı karşılayan Peygamber Efendimiz, o mütevazı, o zarif, o hürmetkar hali ile şöyle buyurdu: “Bu ihtiyarı evinde bıraksaydın da ben ona gitseydim olmaz mıydı?” Hz. Ebu Bekir cevap verdi: “Ey Allah’ın Resulü! Onun sana yürüyüp gelmesi, senin ona gelmenden daha uygundur.”
Yaşlılık, insanoğlunun, iyisi ve kötüsü ile geride bıraktığı ömrünü sorgulama zamanı. Kimine göre son demleri zamanın, kendini ölüme her zamankinden bir adım daha yakın hissettiği, kimine göre ise vuslata uzanan yolun son kıvrımı. Allah Resulünün, ”Âdemoğlu, kendisini kuşatan ölümcül tehlikelerle birlikte var edilmiştir; bu tehlikeleri atlatsa bile ihtiyarlığa yakalanır ve neticede ölür.” buyurduğu üzere hayatın son durağıdır, sonbaharıdır yaşlılık.
Gençlikte sağlığının kıymetini bilen yaşlı, bir taraftan kendisine bahşedilmiş bir nimet olarak çocukluk, gençlik ve olgunluk çağlarının güzelliklerini tatmış olmanın mutluluğunu yaşarken, bir taraftan dünyayı geride bırakmanın tedirginliğindedir. Sağlığın ve onca geçen zamanın değerini bilmeyip aldanan ihtiyar ise geçmişi geri getirememenin ve eksikleri telafi edememenin hüznü ile doludur.
Her hastalığın bir şifası vardır. Ancak Allah ihtiyarlığın tedavisini yaratmamıştır. İnsan her geçen gün vücudundaki değişime şahitlik eder. Çocuk iken büyümüş, güçlenip olgunlaşmış ve gün gelmiş yine çocuk gibi zayıflamıştır. Artık eskisi gibi göremez, işitemez ve rahat davranamaz hale gelmiştir. Kısacası önceden yaptıklarını yapamaz olmuştur. İlahi kanun gereği, artık cildi kırışmış, beli bükülmüş, saçları ağarmıştır. Düşünce ve idrak gücü de zayıflamıştır.
Rabbimizin, “Kime uzun ömür verirsek onu yaratılış itibariyle tersine çeviririz. Hala düşünmeyecekler mi?‘ (Yasin, 68) şeklinde ifade ettiği bu yaşlılık alametleri belirdiğinde, gençliğini ve güzelliğini kaybeden, gücünü yitiren, beli bükülen insan, adeta çocuklaşmış ve merhamete muhtaç bir hale gelmiştir. Yüce Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de, ihtiyarlık dönemini “erzelü’l-umr” yani ömrün en rezil/sefil/düşkün dönemi olarak ifade etmektedir.
İnsanoğlu hayat ve ölümün, kimin daha güzel davranacağını sınamak için Allah tarafından yaratıldığından habersiz yaşar gider. Güçlü, itibar sahibi, güzel çağlarında, dünyanın sonu gelmez zevk ve eğlenceleriyle aldanmaktan kendini alamaz. Sağlığını ve vaktini değerlendiremeden ömrünü geçirir. İnsanı çok iyi tanıyan şeytan, Hz. Âdem’i bile, “Ey Âdem! Sana ebedilik ağacını ve yok olmayacak bir saltanatı göstereyim mi?” sözleriyle, fıtratında yer alan ebedilik duygusunu istismar ederek kandırmamış mıdır?
Ölüme bir adım mesafede olduğu halde dünyalık heveslerin peşinde koşuşturan insanın durumu daha da acıdır. Peygamber Efendimiz, “Âdemoğlu büyürken beraberinde şu iki şey de büyür: Mal sevgisi ve uzun ömür/yaşama isteği.” buyurarak insanın, ihtiyarlasa bile bazı nefsani arzularından vazgeçemeyeceğini ifade etmektedir.
Nasıl dünya ahiretin tarlası ise, yaşlılık da bir yönüyle gençliğin hasat vaktidir. İnsan gençlikte zamanını ne ekerek geçirirse yaşlılığında onu devşirir. Gençlik döneminde elde ettiği bilgi, tecrübe ve donanımlarıyla yılların verdiği olgunluğu birleştiren yaşlı, bu birikimini kendinden sonra gelen nesillere aktarmalıdır. Bu sayede gençliğe faydası dokunur. İnsan, birlikte yaşamanın gereği olarak çevresi ile sürekli irtibat halinde olmak, insani ilişkilerini sürdürmek ister.
Yaşlılık döneminde çevresine olan bağlılığı daha da artar. Bu dönemde yaşlıları sosyal ortamlardan uzaklaştırmak, dışlamak onları mutsuzluğa ve yalnızlığa itmek demektir. Evlatların, ihtiyarlamış anne babalarına kolayca ulaşabilecekleri halde onları ziyaret etmemeleri büyük bir vefasızlıktır. Peygamber Efendimiz: “Rabbin rızası, anne babanın rızasına bağlıdır. Rabbin öfkesi ise anne babanın öfkesine bağlıdır.” buyurarak, anne babayı hoşnut etmenin Allah’ı hoşnut etmek gibi olduğunu ifade etmiştir. İşte yaşlandıklarında onları hoşnut etmenin en güzel yolu da sık sık ziyaretlerine gitmektir. Peygamber Efendimizin: “Akrabalarıyla ilişkisini kesen kimse cennete giremez.” şeklinde koyduğu genel kural, elbette öncelikle anne baba için geçerli olacaktır.