HADİS İKLİMİ- Muhasebe

Şeddad b. Evs’ten rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: ”Akıllı kişi, nefsine hakim olan ve ölüm sonrası için çalışandır. Zavallı (ahmak) kişi ise nefsinin arzu ve isteklerine uyan (ve buna rağmen hala), Allah’tan (iyilik) temenni edendir.” (Tirmizi)
Kur’an’ın beyanına göre nefis, şeytanın vesveselerine kapılarak onunla iş birliğine girer, fakat şeytan, nefsine uyarak hareket edenleri hesap gününde yüz üstü bırakır. Nefis, sadece şeytanın fısıltılarına kanmakla kalmaz, ayrıca kendi de insana birtakım kötülükleri yapması yönünde vesvese verir: ”And olsun ki, insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz biliriz” (Kaf, 16). “Nefisler kıskançlığa ve bencil tutkulara hazır (elverişli) kılınmıştır.” (Nisa, 128) diyen Kur’an, nefsin, süflî duyguların kaynağı olduğunu ve bunun, insanın yaratılışında yani fıtratında bulunduğunu ifade etmektedir.
Mısır Azizi’nin hanımı, Hz. Yusuf’un gönlünü çelmek üzere onu davet ettiğinde, Hz. Yusuf kendisi de bir an onu arzulamış ama derhal Allah’a sığınmıştı. O, bunu yaparken, bir taraftan Yüce Allah’ın ikazını, diğer taraftan da efendisinin iyiliklerini hatırlamıştı (Yusuf, 23-24). Hz. Yusuf; “Yine de ben bütünüyle nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü Rabbimin merhamet ettikleri hariç insan nefsi/benliği kötülüğe sürüklemeye yatkındır.” (Yusuf, 53) derken, insan nefsinde var olan bu eğilime işaret etmekteydi.
Şu halde daha çok “insanın kendisi” anlamına gelen nefsin potansiyel tehlike veya düşman şeklinde düşünülmesi yanlıştır. Nefis, iyiliği ve kötülüğü, fazileti ve rezaleti aynı anda barındıran bir alandır. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki nefis, insandan ayrı, farklı bir varlık da değildir. “Nefisle mücadele” mefhumu, nefsin farklı bir varlık kategorisi olarak algılanmasına yol açmış olabilir. Ancak bu mücadele insanın kendisiyle, hırslarıyla, bitmek tükenmek bilmeyen istek ve arzularıyla imtihanından başka bir şey değildir.
Resul-i Ekrem, akıllı olmanın bir işareti olarak sunduğu bu mücadelenin nasıl yapılacağını şu hadisleriyle bizlere öğretmiştir: ”Akıllı kişi, nefsine hakim olan ve ölüm sonrası için çalışandır. Zavallı (ahmak) kişi ise nefsinin arzu ve isteklerine uyan (ve buna rağmen hala) Allah’tan (iyilik) temenni edendir” (Tirmizi). “Şeytan, sizi Allah’la (O’nun affına güvendirerek) aldatmasın” (Lokman, 33) ayetinde de ifade edildiği gibi şeytan, “Nasıl olsa Allah affedicidir.” düşüncesini insana sürekli telkin etmek suretiyle nefse kolay bir şekilde nüfuz edebilmektedir. Peygamber Efendimiz (sav) adeta nefsani arzularının esiri haline gelen bu durumdaki insanları zavallı ve ahmak olarak nitelemektedir.
Nefis ya şeytandan ya da melekten aldığı ilhamla hareket eder. Şeytan, insana, yaşadığı anın tadını çıkarması yönünde cazip görünen telkinlerde bulunurken, melek ise yapacağı davranışın neticesini düşünmesini ilham eder. Basiretsiz davrananlar akıllarını kullanamaz ve yaptıklarının neticesini düşünemezler. Onlar için yaşadıkları geçici lezzetler önemlidir.
Basiret sahibi olanlar ise, akıllıca davranıp neticeye yoğunlaşırlar. Böyle durumlarda insan iradesi çok zorlu bir imtihandan geçer. Hz. Peygamber’in (sav) “Cehennem, (nefsin hoşuna giden) şehvetlerle; cennet ise (nefsin hoşlanmadığı) zorluklarla kuşatılmıştır.” (Buhari) hadisinde de belirttiği gibi, insana ateşin yolunu açan, onu kolaylaştıran ve cazip hale getiren, bir taraftan da cennetin yolunu zorlaştıran istek ve arzularla mücadele etmek kolay değildir.
Allah Resulü’nün bazı dualarında nefsinin kötülüklerine karşı Allah’a sığındığını görüyoruz. O (sav) ashabına, sabah, akşam ve yatarken şu duayı yapmalarını öğütlemiştir: “Ey göklerin ve yerin yaratıcısı, gizliyi ve aşikarı bilen Allah’ım! Sen her şeyin sahibisin. Senden başka ilah olmadığına melekler de şahitlik ederler. Biz nefislerimizin ve (Allah’ın rahmetinden) uzaklaştırılmış olan şeytanın şerrinden, onun bizi şirke düşürmesinden, kendimize ve herhangi bir Müslüman’a kötülük yapmaktan sana sığınırız” (Ebu Davud).
Elbette Allah (cc), gönülden kendisine bağlı olan, O’nu sık sık anıp hayatlarının merkezine yerleştiren kullarına merhamet edecektir. Rablerini unutup O’nunla bağlarını koparanlar ise nefislerinin istek ve arzularına boyun eğerler. ”Allah’ı unutan ve bu nedenle Allah’ın da kendilerine kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın!” (Haşr, 19) ilahi uyarısında da işaret edildiği üzere, Allah’ı unutan, gerçekte kendisini unut(tur)muş olmaktadır. Kültürümüze yaygın bir deyiş olarak yerleşmiş bulunan; “Kendini bilen/tanıyan Rabbini bilir/tanır.” ifadesi bu ayetten esinlenmiş olmalıdır.
Zira insan, özünde Yaratıcının ruhundan bir esintidir. Öyleyse kul, Rahman’ın merhametine nail olmak istiyorsa, onunla ilgi ve alakasını kesmemelidir. Bu bakımdan Müslümanın başta günde beş vakit kıldığı namaz olmak üzere sık sık yapacağı zikir ve duaların, nefsi arındırmada çok önemli bir görevi olduğunu söylemeye gerek bile yoktur.
Değerli kardeşlerim, bir yılı daha geride bırakıyoruz. Kendimizi/nefsimizi bir kez daha gözden geçirelim, hesaba çekelim. Acaba bu yılı, dünya-ahiret dengesi bakımından kârla mı yoksa zararla mı kapatıyorum? Eğer halimizi beğenmiyorsak en azından önümüzdeki yılı/yılları daha bereketli geçirmenin yollarını arayalım. Hatta bu hesabı yapmak için yeni bir yılın bitmesini beklemeye ne gerek? Bu muhasebeyi hep yapalım, her gün yapalım. Çünkü asıl geçip giden zaman değil, ömürdür. Rabbim, ömrünü bereketlendiren kullarından eylesin.