HADİS İKLİMİ- Güzel Ahlak

Ebu Hureyre’nin rivayet ettiğine göre, Rasulullah aleyhisselam şöyle buyurmuştur: “Ben, (başka değil, sadece) (iyi) güzel ahlakı tamamlamak (uygulamak) için gönderildim.” (İbn Hanbel)
Muhammedü’l-Emin aleyhisselam Hira mağarasına çekildiği bir gün vahiy meleği Cebrail ile karşılaşmış ve ilk vahyi almıştı. Büyük bir heyecan ve telaşla hemen evine, sevgili eşi Hz. Hatice’nin yanına dönmüş ve başından geçenleri ona anlatmıştı. “Kendimden korktum.” demişti. Onun bu endişeli haline karşılık Hz. Hatice oldukça sakindi. Çünkü onun gibi yüksek ahlaki meziyetlere sahip bir insanın başına gelen bu olayın kötü bir şey olacağına asla ihtimal vermiyordu.
Bu nedenle eşini, “Öyle deme. Allah’a yemin ederim ki Allah hiçbir vakit seni utandırmaz. Çünkü sen akrabayı gözetirsin; muhtaç olanların bakımını üstlenirsin; aç ve açıkta olanı koruyup, kollarsın; misafire ikram edersin ve musibete maruz kalanlara yardım edersin.” sözleriyle teselli etti. Hz. Hatice’nin saydığı bütün bu hususiyetleri ile sevgili Peygamberimiz, ahlaki değerlerin önemini yitirdiği cahiliye gibi bir dönemde dahi eşine ender rastlanacak karakterde bir insandı.
Hira dönüşünde Allah Resulü’ne Hz. Hatice’nin sarf ettiği bu teselli cümleleri, adeta Allah Teâlâ’nın Elçisi’nin ahlakına övgüyle şahitlik ettiği, “Sen elbette yüce bir ahlak üzeresin.” (Kalem, 4) ayetinin tefsiri niteliğindeydi. Bizlerin de şu soruyu kendimize sorması gerekmez mi? “Acaba benim methedilecek huyum, huylarım var mıdır?” Buna cevap olarak bir şeyler söyleyebiliyorsak ne mutlu bize. Aksi halde oturup kendimizi tekrar tekrar gözden geçirelim.
Bir defasında Enes b. Malik’in amcasının oğlu Sa’d b. Hişam Medine’ye geldiğinde, Hz. Aişe’den kendisine Rasulullah’ın ahlakını anlatmasını istemişti. Aişe, “Sen Kur’an okuyorsun değil mi?” diye sorunca Sa’d, “Evet.” cevabını verdi. Bunun üzerine müminlerin annesi, “İşte Hz. Peygamber’in ahlakı Kur’an idi.” (Müslim) dedi.
Rasulullah ahlak bakımından insanların en güzeli idi ama buna rağmen ahlakını daha da güzelleştirmeye gayret ederek kötü ahlaktan Allah’a sığınırdı.
Ashab-ı güzin, Peygamberimizin örnekliğini ve tavsiyelerini öylesine benimsemişlerdi ki onun vefatından sonra, “O olsaydı nasıl yapardı ve ne söylerdi?” sorusunu her durumda kendilerine sormuşlar ve böylece Peygamber’in ahlak ve edebini yaşatmaya çalışmışlardı.
İslam ahlakının en belirgin yönleri, “hasbilik” yani hiçbir çıkar kaygısı olmadan sırf Allah rızasını gözetmek ve “ihsan” yani kendisi Allah’ı görmese de her an Allah’ın onu gördüğünün bilincinde olmak ve ona göre davranmaktır. Bu, İslam’da ahlak ve iman arasında sıkı bir ilişki olduğu anlamına gelmektedir. Allah Teâlâ, “Rabbimiz Allah’tır.” deyip de dosdoğru olanları cennetle müjdelemiştir.
Ahlakla ibadetler arasında da sıkı bir ilişki vardır. İbadet, Allah’a karşı bir görev olmakla birlikte kişiyi ahlaki açıdan geliştirmeye yardımcı olmaktadır. Bu yüzdendir ki Kur’an’ da namazın her türlü hayâsızlık ve kötülükten alıkoyma özelliğine vurgu yapılmıştır. Aksi takdirde kişinin ibadeti, ahlakını güzelleştirmeye vesile olmuyorsa burada çelişkili bir durum söz konusudur. Nitekim Allah Resulü, namazı, orucu ve sadakasının çokluğuyla anıldığı halde komşularını diliyle inciten bir kadın hakkında kendisine sorulduğunda, onun cehennemde olacağını söylemiştir.
Edebin, insanlarla ilişkilerinden ibadetlerine kadar müminin günlük hayatında her alanı kuşatan, böylece bireysel ve toplumsal hayatın bütün detaylarını tanzim eden bir görevi de vardır. Bu çerçevede yeme içme, giyim kuşam, yatıp kalkma, eve girip çıkma, büyük küçük bütün insanlarla ilişkiler, konuşma, camiye gitme, namaz, oruç ve sadaka gibi her davranışın, her ibadetin bir adabı vardır.
Her işe Allah’ın adını anarak başlamak, yemeği sağ elle ve önünden yemek, bir şey içtiğinde kabın içine solumamak, başkasının evine izinsiz girmemek, selamı yaymak, selama daha güzeli veya aynıyla karşılık vermek, küçüklere merhamet, büyüklere saygı göstermek, insanların kusurlarını araştıran değil, örten olmak, namazı huşu içerisinde kılmak, kötü söz ve fiilleri terk etmek, sadakayı başa kakmadan, gönül kırmadan temiz ve güzel şeylerden vermek bunlardan bazılarıdır.
Bunların hepsi Müslüman’ın zihnini inşa ederek ona şahsiyet kazandıran davranışlardır. Edebe riayet etmek, nefsi terbiye edip ahlakı güzelleştirdiği gibi hem Allah’ın rızasını hem de toplumun sevgi ve takdirini kazanmaya vesiledir.