HADİS İKLİMİ – Dünya Ahiret’in Tarlası / Mahmut Aveder

Ebu Said (el-Hudri) tarafından nakledildiğine göre, Allah Resulü (sav) minbere oturdu, (kendisini kastederek) şöyle buyurdu: ”Allah bir kulunu, dünya nimetleri ile kendi katındakiler arasında serbest bırakmış, o da Allah katındakileri tercih etmiştir.” (Müslim)
İnsanın yaratılış gayesinin gerçekleşeceği ve imtihana çekileceği mekân olarak “yeryüzü” seçilir. Ardından insana birbirini takip eden iki hayat verilir. İlki dünya hayatıdır. Yani Allah’ın insana verdiği iki hayattan birincisi… Yani insanoğlunun ölümden önce yaşadığı hayat… Yani geçici, ölümlü ve fani hayat… İnsana verilen ikinci hayat ise, ahiret hayatıdır. Bu, ölümden sonraki hayattır… Bu, en son hayattır… Bu, ebedi, ölümsüz ve baki olan hayattır…
Dünya ve ahiret hayatı, birbirinin devamı olan iki hayattır. İnsan ilk olarak dünya hayatına gözlerini açtığı için bu hayata “yakın hayat” anlamında “dünya hayatı”, dünyaya gözlerini yummasının ardından son olarak ahiret hayatına intikal ettiği için bu hayata da “sonraki hayat” anlamında “ahiret hayatı” denmiştir.
Dünya hayatı, ebedi hayat olan ahiret hayatının kazanılacağı ve şekilleneceği yegâne yerdir. Bu nedenle insanın sonraki hayatta (ahirette) bulacağı şey, ilk hayatında (dünyada) iken elde ettiği şeydir. İnsan, dünya hayatında kendisi için ne gibi bir hayır işlerse, ahirette Allah katında onun karşılığını bulacaktır. “Dünya ahiretin tarlasıdır.” şeklindeki hikmetli sözde de ifade edildiği gibi cennet, tohumunu bu dünyada ektiğimiz bir bahçe; cehennem de ateşini bu dünyadan götürdüğümüz bir yangın yeridir. Şu halde dünya hayatı son derece önemlidir ve kişinin yaşantısı doğrultusunda iyi ya da kötü olarak bir değere sahiptir.
Bazı ayetlerde ise, dünyanın bir oyun ve eğlence, bir süs, insanlar arasında bir övünme vesilesi, mal ve evlat sahibi olma isteği ve aldatıcı bir meta olduğundan söz edilir. Ancak bu ayetler, bilhassa dünya hayatından başka hiçbir hayata inanmayan ve dünyaya adeta taparcasına bağlı olan kimselere hitap etmektedir. Onların dünyaya olan aşırı tutkularını törpülemek, onları manevi ve uhrevi bir hayata hazırlamak için durumlarına uygun bir üslup kullanılmıştır.
Kur’an’da da hadislerde de dünya sırf dünya olduğu için yerilmiş ve kötülenmiş değildir. Yerilen, ahirete tercih edilmiş bir dünya hayatıdır. Kötülenen, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşanan bir dünya hayatıdır. Küçümsenen, zevk ve menfaatlerin Allah’ın rızasından üstün tutulduğu bir dünya hayatıdır. Onaylanmayan, ahiret karşılığında satın alınan bir dünya hayatıdır.
Müminlerin dünyaya bakışını şekillendiren hadislerden biri de “Dünya müminin zindanı, kâfirin cennetidir.” (Müslim) şeklindedir. Şu halde dünya, müminlerin zillet ve acizlik içinde değil, bilakis izzet ve vakar içinde yaşayacakları bir yerdir. Onlardan beklenen, dünya hayatını mamur etmeleri, bunu yaparken de rızıklarına kefil olan Allah Teâla’ya kulluk etmeyi ve ahireti unutmamalarıdır. Kısacası, dünya konusunda müminlerden istenen, ölçülü ve dengeli olmaktır. İşte Resul-i Ekrem buna davet eder insanları: “Ey insanlar! Allah karşısında takva sahibi (sorumluluğunuzun bilincinde) olun ve dünyevi isteklerinizde mutedil davranın. Çünkü hiç kimse kendisi için takdir edilen rızkını yiyinceye kadar ölmeyecektir, rızkı gecikse bile! Öyleyse Allah karşısında takva sahibi olun ve dünyevi isteklerinizde mutedil davranın. Helal olanı alın, haram olanı terk edin.” (İbn Mace)
Bir gün Abdullah’ın omzuna elini koyan Allah Resulü onun şahsında bütün Müslümanlara şöyle nasihat eder: “Dünyada (kimsesiz) bir garip gibi yahut bir yolcu gibi ol!” (Buhari). Bu hadis, müminlere iki kimseyi örnek vererek dünya ile ilişkilerini bu örnekler üzerine düzenlemelerini salık verir. “Yolcu” örneği ile dünyanın gelip geçici bir uğrak yeri olduğu, asıl varılacak ve kalınacak yerin ahiret olduğu vurgulanır. “Garip” örneği ise, ruhların asıl vatanının bu dünya ve bu beden değil, ruhlar âlemi ve ahiret olduğunu ifade eder.
Asıl vatanlarından ayrılan ruhlar, dünyada ve bedende iken gurbettedirler ve kendi vatanlarına dönmenin özlemi içinde yaşarlar. İşte mümin, dünyada tıpkı bir yolcu gibi, kısa bir süreliğine yaşadığını hiç aklından çıkarmaz ve tıpkı evinden barkından uzakta kalmış bir garip gibi, ruhunun gerçek vatanı olan ahirete sürekli özlem duyar.