Gençlik ve Medya Kumpası

İnsanlık tarihi boyunca genç ve gençlik, üzerinde en fazla durulan konulardan olagelmiştir. Hiçbir ideoloji, dünya görüşü gençliği es geçememiştir. Çünkü genç doğası ve yapısı itibariyle kurucu özne konumundadır. Onun omuzlarında yükselir dava, onun elleriyle yere düşer, düşerse. Batı’nın kadını hedef almasının altında da yine bu nokta vardır. Nesilleri yetiştiren anneler kendi istedikleri gibi olursa yetişen nesiller de kendi amaç ve çıkarlarına hizmet edecektir. Bunun için denemedikleri yol kalmamıştır. Fiilî işgale gözü kesmeyenler kültürel işgale yönelmişlerdir. Bu yöntem mayası bozuk bir yöntemdir, mayaları bozmaya kast etmiştir.
Toplumu, gençleri bozmak için nice oyunlar oynanmıştır. Tanzimat romanlarıyla başlatabiliriz bu oyunları. Osmanlı’nın ilim irfan öğrensin diye batıya gönderdiği kimseler batı hayranı olup dönmüştür.
Dönemin romanlarına bakın, birçoğu çarpık ilişkiler etrafında döner. Kimin eli kimin cebinde belli değildir tabiri caizse. Namus mefhumu hedef alınmıştır en önce. Namusunu kaybeden bir toplumun geriye pek bir şeyi kalmayacağını bilmişlerdir.
Osmanlı dönemi edebiyatımızda yani divan edebiyatında roman türü yoktur dikkat edilirse. Çünkü roman özel hayatı konu edinir, onu afişe eder. Kimi hassasiyetler onun üzerinden yozlaştırılabilir ki öyle de olmuştur. Divan edebiyatında romana en yakın tür mesnevilerdir diyebiliriz ama aralarındaki farkı, en basitinden zarafet farkını görmezden gelemeyiz. Kur’an, zinanın konuşulmasını bile hoş görmez. Çünkü bir mesele konuşuldukça normalleşir. Kadın erkek ilişkilerindeki yozlaşmada en önce bu şekilde başlamıştır. Bir olayın şüyu, vukuundan beterdir diye de bu yüzden söylenmiş olsa gerek.
Edebiyatta görülen ötekileşme kendini daha sonraki dönemde müzik alanında da göstermiştir. Türkiye’de ilk radyo yayını 1927 yılında yapılmış ve radyo 1934’e kadar daha çok haber ağırlıklı ve aralarda da müzik içerikli kullanılmıştır. 1934’ten sonra halkın öz müziği türküler dahi radyolardan çıkarılmış, tamamen batı müziğine yer ayrılmıştır. Bu durum yıllarca böyle sürmüştür. Bu yıllarda insanlar biraz olsun kendine hitap edecek bir tını bulma umuduyla radyolarının antenlerini Mısır’a yahut Kırım’a çevirmişlerdir.
Gazeteler ise zaten son yıllara kadar istisnalar hariç Batı’nın ve batılın ‘sözcü’lüğünü yapmıştır. Toplumu özellikle de gençleri hakikatten uzaklaştırıp suni gündemlere yöneltmek ve yanlışa kanalize etmek amacı gütmüştür. Sistem nasıl istiyorsa öyle haber yapılmıştır. Mesela Cumhuriyet gazetesi bazen Nazım’a tükürtürken bazen de onu yerlere göklere sığdıramamıştır. Ama bir Necip Fazıl ve onun mesajı hiçbir zaman yer bulamamıştır bu mecmualarda.
Radyodan sonra 1968 yılında televizyon girer hayatımıza. Resmi ideoloji tüm ağırlığını hissettirirken Batı’dan ihraç edilen diziler de ifsada devam etmiştir. 1990’larla beraber özel kanallar da işin içine girince tablo daha da karmaşıklaşır. Evet, zahirde bir RTÜK vardır ama nereye kadar? Ahlaksız yayınların, dizilerin haddi hesabı yoktur. Milli manevi değerlere savaş açan bir sistem kurulmuş, İslam ve
Müslümanlar hep geride ve gerici gösterilmiştir bu dizilerde. Başörtülüler temizlikçi, sakallılar dolandırıcı, hocalar sapıktır onlara göre. Bu imaj uyandırılır hep zihinlerde. Adamın ismi Kemal’dir ama canlandırdığı tiplerin hafifliğinden midir nedir bu isim asla zihinlerde yer ettirilmemiştir. Müslümanlar için mübarek bir ay olan Şaban’dır onun adı, hem de İnek Şaban. Recep ve Ramazan da unutulmaz tabi, onlar da bayağılaştırılır.
Darbe mi yapılacak, TV’ler hizmettedir. Kanalı mı var bir zenginin, o başbakanı pijamayla karşılama hakkına sahiptir. Müslümanlar bugün medya alanında daha güçlenmiş bir halde olsa da yeteri seviyeye gelinmemiş, algı operasyonları yine devam etmiştir, etmektedir.
Medeniyetimize ait ne varsa kötülenebilmektedir diziler aracılığıyla. Kanuni gibi şahsiyetler dahi uçkur düşkünü kimseler olarak gösterilebilmiştir. Onun ömrü cihad meydanlarında geçmiş iken kaç kişi böyle bir diziyi izlediğinde cihadı gündemine alıyor ki? Diğer tarafta zaten kaliteden yoksun, akidevi sıkıntılar içeren ılımlı diziler dönmekte. Müzik ve eğlence programları desen zaten gençleri oyalamak ve uyutmak için var. Evlilik programları rezalet, haberler ise tam bir fiyasko. Ne kadar işe yaramayacak bilgi varsa orada. Kur’an’ın haberlerine kaç kişi kulak veriyor peki? Reklamlar bile gençliği ifsad üzere kurulmuş.
Lastik reklamında çıplak kadın izletiliyor! Genç bir zihne sokulan birkaç saniyelik müstehcen bir sahnenin açtığı yaraları neyle kapatacağız?
İnterneti zaten konuşmaya gerek yok. Eskiden insanların akıllarına gelmeyecek pislikler bugün gençlerin parmaklarının ucunda. Çağımızın en ciddi problemlerinden birisi budur. Bonzainin uyuşturduğu gençleri görüyoruz, acıyoruz, çaresini arıyoruz da cinselliğin, şehvetin, sapık fikirlerin uyuşturduğu hatta (kalplerini) öldürdüğü gençleri ne yapacağız?
Sosyal medya üzerinden -güya İslami ilişkilerle de olsa- kurulan arkadaşlıklar hatta gerçekleştirilen evlilikler ise geldiğimiz noktanın en acı hali. Yolda görse karşısındaki kızla –veya kızlar için karşısındaki erkekle- utanıp konuşamayacak gençlerimiz sosyal medyada kanka(!) olabiliyor. Hizmet derken hezimete uğruyorlar, fark etmiyorlar. Nerede o okuyan, yazan, düşünen gençlik. Şimdi herkes facebook’ta izlediği iki dakikalık videolarla fikir hatta ilim sahibi oldu! Sosyal medyanın gezi kalkışmasındaki işlevi de malum. Çok kolay gaza gelinebiliyor sosyal medya üzerinden.
Son olarak bir de akıllı telefon meselesi var. Sanallaşmanın son noktasıdır bu, insani ilişkilerin bitip sahteliğin hakimiyeti bir nevi. Yan yana oturan insanların birbirine yabancılaşması. Herkesin sus pus olup, kafasını telefona gömüp samimiyetten uzaklaşması. Bir araştırma sonucunda şöyle bir istatistik elde edilmiş; akıllı telefon kullanan gençlerin 10 tanesinden 9’u daha yataktan kalkmadan sosyal medyadaki etkileşimlerine bakıyormuş. El insaf… Tüm bu sorunlara çözüm önerilerimiz olmalı. Mesela televizyonsuz evleri çoğaltabiliriz. Biz evimizde bunu başardık. Başardık diyorum çünkü insanların tepkilerini görmelisiniz. Neredeyse aralarında para toplayıp bize TV almaya niyetlenenler var. Eee herkesin evinde var ne de olsa!
Özellikle televizyonla ciddi bir mücadeleye girişmeliyiz. Evlerin başköşesini işgaline itiraz edelim, sesimizi değilse de sözümüzü yükseltelim. Onun olmadığı evlerin, o evlerdeki vaktin bereketinden bahsedelim. Her akşam bir dizinin esiri olmak yerine, vakti Kur’an’la, kitaplarla doldurmanın tadından söz edelim. Misafirliğe gittiğimiz evlerde TV açıksa, kapatıp muhabbet etmeyi teklif edelim. Bizim çağa söyleyecek sözlerimiz var, söyleyelim. Derdimiz var, onunla dertlendirelim. Ki Allah’ın derdiyle dertlenmediği için dertler gayyasında boğulan insanlığa çıkış yolu gösterebilelim. Hasılı, uyanalım ve uyandıralım arkadaşlar. Vesselam!