Tasavvuf
İslam dininin ana kaynakları Kur’an ve Sünnet’tir. Herhangi bir bilgi, kavram vb. şeyin İslamla alakalı olduğunu söyleyebilmek için öncelikle Kur’an ve Sünnet’e aykırı olmamalıdır. Burada ayrım yapılması gereken yerler vardır. Dini bozmak isteyen kişilerin kullandıkları kavramların aslını bilmeden bu kavramlara İslam dışı etiketini yapıştırmak ilimle bağdaşmaz. Bir kavram/konu hakkında yorum yapabilmek için öncelikle araştırma ardından ise elde edilen bilgileri tasnif etmek gerekir. Bunlara rağmen bazı kavram ve konular hakkında tartışma bitmeyecektir. Önemli olan tartışmanın amacının ilmi olup olmadığıdır. İlmi amaç taşımayan tartışmalar her zaman insanları etkilemekte ve onlara zarar vermektedir. Aynı zaman da kavramların anlamlarını daraltmakta ya da bozmaktadır.
Bugün hakkında pek çok tartışma olmuş ve olmaya devam eden kavramlardan biri tasavvuftur. Tasavvuf sözlükte “Tanrı’nın niteliğini ve evrenin oluşumunu varlık birliği anlayışıyla açıklayan dinî ve felsefi akım/Kur’an’da önerilen ve peygamberin hayatında uygulamaları görülen hayat tarzını yaşama gayreti, İslam gizemciliği.”1 anlamlarına gelmektedir. Terim anlamı olarak “İslam’ın zahir ve bâtın hükümleri çerçevesinde yaşanan manevi ve derunî hayat tarzı.”2 karşımıza çıkmaktadır. Şayet tasavvuf hakkındaki kitaplara veya kişilerin tanımlarına bakılırsa birçok farklı tanımla karşılaşılabilir. Bu tanımı yapan kişilerin tasavvufla ilişkisine bağlı olarak değişmektedir.
Tasavvuf bir eğitim silsilesidir. Bu eğitim tabi olarak bir hoca/mürşid-i kâmil rehberliğinde uygulanır. Burada amaç nefsi terbiye edip Allah’ın kullarını sevmelerine vesile olan tövbe, temizlik, sabır, takva, tevekkül, adalet, ihsan gibi özellikleri insanda kalıcı hale getirmektir. Tasavvuf eğitiminin sonucu olarak insanın imanının sağlamlaşması, kulluk vazifelerinde farzlarla yetinmeyip nafilelerle makamını yükseltip vazifelerini ihsan mertebesinde ifa etmesi hedeflenir. Bunların yanında mal, şöhret, makam mevki gibi nefsi arzuların sıfır noktasına ulaşmadıkça tam anlamıyla Allah’a yönelmek mümkün değildir. Cüneyd-i Bağdadi “her şeyden alakayı kesip Allahla olma/Allah’ın sendeki seni öldürüp kendisiyle diri kılması”3 şeklinde tanımlamaları mevcuttur.
Her yerde olduğu gibi tasavvufta da uç noktalara gitme ve sapmalar olmuştur. O dönemlerde tasavvufun Sünniler içinde sağlam zemine oturmasına en büyük katkıyı sağlayan isimlerden biri İmam Gazali’dir. Kendisi tasavvufun İslam’a aykırı olmadığına, özellikle âlim sufilerin (Haris el-Muhasibi, Cüneyd-i Bağdadi ...) şeriatle ters düşmeyen tasavvuf anlayışını benimseyip kitaplarında tanımlarına yer vererek bu görüşün ispatına çalışmıştır. Aşırı tasavvufi görüşlerden uzak durmuş, yeri geldikçe bu görüşleri eleştirmiştir. İmam Gazali’den sonra sağlam zemine kavuşan tasavvuf, medreseli âlimlerin girdikleri bir yol olmuştur.
Tasavvufta anlayışında derin etki bırakanlardan biri de Muhyiddin İbn-ül Arabi’dir. Vahdet-i Vücud anlayışını sistemli bir şekilde ortaya koymuştur. Tasavvuf ehli arasındaki etkisi hala sürmektedir. Etki bırakmış isimlerden bahsederken zikretmeden geçemeyeceğimiz bir başkası ise Mevlana Celaleddin-i Rumi’dir. “Mesnevi” adlı eserindeki görüşleri hala etkisini korumaktadır.
Tasavvufta kimlerin etkilediği yanında özel bir tartışma konusu olarak” tasavvufun kaynağı nedir ve tasavvuf nerelere benzemektedir?” soruları karşımıza çıkmaktadır. Ortaya atılan fikirleri genel başlıklar altında toparlamak mümkündür. Kaynağı hakkında Türk ve Hint kökeninden geldiği; Hristiyanlık, Budizm gibi İslam dışı faktörlerden geldiği; Çin mistisizmden geldiği şeklinde fikirler ortaya atılmıştır. Bu fikirlerin sahiplerinin bazısı hakikat olan tasavvufun tamamen İslam kaynaklı olduğunu kabul etmişken bazıları reddetmiş ama aksini kanıtlayamamışlardır. Bu fikirleri ortaya atarken tasavvufu İslam dışındaki benzer(?) hallerine bakıp onlara ne kadar benzediği noktasından hareket etmişlerdir. Benzerliklerin kuruldukları yerlere Budizm’deki Nirvana- Tasavvuftaki fenanın bütünüyle yok oluşu, Hristiyanlıktaki ruhbanlığın İslam’da tasavvuf oluşu verilebilir. Önceleri bu görüşlerden birini savunan René Guénon, Hint ve Çin mistisizmiyle İslâm tasavvufu arasında temel çizgi ve fikirler bakımından benzerlik bulunmakla birlikte her birinin kendi geleneği içinde ayrı bir bütün olduğunu belirtmiş, tasavvufun tamamen İslam kaynağına dayandığını belirtmiştir.
*Konu hakkında daha detaylı bilgi edinmek TDV İslam Ansiklopedisi’nin “Tasavvuf” başlığına bakılabilir.
1= TDK Güncel Türkçe Sözlük
2=TDV İslam Ansiklopesi
3=Bu ve benzer tarifler için bkn. Kuşeyri, II, 551-552