Şubat 2022 Rumeysa Nalçacıoğlu A- A+
A- A+

Muhammed Emin Yıldırım Hocamızla Röportaj

1. Genç adamların tanımasını ve takip etmesini istediğimiz isimlerden birisiniz. Bize kendinizden ve çalışmalarınızdan bahseder misiniz?

Bismillahirrahmanirrahim. 1973 Erzurum Horasan doğumluyum. Horasan, Erzurum’un küçük ilçelerinden birisidir. İlk, orta ve lisenin başlangıç yıllarını orada okurken bir taraftan da medrese eğitimi aldım. 1989 yılında ise İstanbul’a geldik. O yıllarda medrese eğitimim burada devam etti. Medresedeki eğitimim tamamlanınca 1999 yılında Mısır’a gittim. 1999-2004 yılları arasında da Mısır’da Arapça ve İslami ilimleri kapsayan eğitim çalışmalarında bulundum. Hem o yıllarda hem de o yılların öncesinde İstanbul’da bir grup kardeşimizle beraber bazı yerlerde eğitim ve irşat çalışmaları başlatmıştık. 500 evlerde Hikmet Vakfı sonra derneği çatısı altında 2010 yılında ise Siyer Araştırmaları Merkezi çatısı altında hizmetlerimize başladık. Daha sonraki yıllarda da Siyer Vakfı olarak bu çalışmalar devam etti. Elhamdülillah 2010 yılından bu tarafa da İstanbul Eyüp Sultan’da Siyer Vakfı çatısı altında hizmetlerimiz devam ediyor. Tabi o yıllarda başlayan yazı ve eğitim çalışmalarımız birçok eserin ve kitabın ortaya çıkmasına vesile oldu. Şu anda bir taraftan öğrenci çalışmaları, bir taraftan halk irşadı, bir taraftan da yayın faaliyetlerimiz devam ediyor. İnşallah Cenab-ı Hak son nefesimize kadar bu güzel hizmetten bizi ayırmasın diye dua ediyoruz.

2. Her kavrama yapıldığı gibi kardeşlik kavramımızın da içi boşaltıldı. Bu kavrama asıl manasını yeniden nasıl yükleyebiliriz?

Soruda da aslında bir ıstırap ifade ediliyor. Mesela cihad kavramı gibi, şehadet kavramı gibi, tağut kavramı gibi birçok kavramımızın içi boşaltıldı. Belki bu modern dünyanın ve modern zamanın bize verdiği en büyük zarar da kavramlarımızı elimizden alması ve içini boşaltması oluyor. Bu içi boşaltılan kavramlardan birisi de kardeşlik kavramı. Dilimizde çokça yer alan ama hayatlarımızda olmayan bir kavram kardeşlik. Kardeşlik dediğimiz şey İslam toplumunun teminatıdır. Bir İslam toplumundan bahsedeceksek zemininde kardeşlik vardır. Gerçek manada İslam toplumu ve İslam cemaati o kardeşliğin üzerine bina edilir.

Aleyhisselam Efendimiz cahiliyenin o karanlık çağını Asr-ı Saadet’e çevirirken bunu iki şeyle yaptı. Birincisi imanı anlattı, insanları imana davet etti ikincisi de imana davet ettiği o insanlar arasında bir muahat yani kardeşlik tesis etti. Muahat deyince sadece Ensar Muhacir kardeşliği olarak aklımıza gelmemeli. Çünkü o işin Medine ayağıdır. Ama Efendimiz Aleyhisselam Mekke’de iken Dar’ul Erkam’dan önce, Dar’ul Erkam’da ve Dar’ul Erkam’dan sonra sahabeyi adeta birbirine zimmetledi. Birbirleriyle o kardeşlik meselesini çok ciddi bir biçimde anlamaları için onlara öğretti ve bunun talimini verdi. Neden? Çünkü Aleyhisselam Efendimiz şunu çok iyi biliyordu; Kur’an O’na iniyor ve Kur’an bunu söylüyordu.

“Bir mümin 4 sevgiden mükelleftir. Allah sevgisi, Peygamber sevgisi, Sahabe sevgisi ve birbirlerine olan sevgi.” Sahabe sevgisi o gün yaşayan insanlar için geçerli. O gün onlar hem bu sevgiyi içlerinde tutmakla mükelleftiler ama bir de Muhacir ve Ensar’ın bir de evvelki dediğimiz o ilk saffı oluşturmayıp sonradan gelenler oluyordu. O sonradan gelenlere de bir sahabe sevgisi önemli bir mükellefiyet olarak takdim ediliyordu. Dolayısıyla onlar da bu 4 sevgi ile mükelleftiler. Aleyhisselam Efendimiz onlarda bu sevgiyi aşağıdan yukarıya doğru tesis ettirdi. Onlara birbirlerini sevmeyi öğretti. Aslında o sevginin tadına vardıkları zaman diğer üç sevginin ne demek olduğunu daha iyi anladılar.

Biraz olayın içerisine dâhil olalım. Peygamber Aleyhisselam 40 yıldır onların içerisinde zaten ve gelen ayetler diyor ki “Onu ananızdan, babanızdan, eşlerinizden sevdiklerinizden daha çok seveceksiniz.” Şimdi bu ayet bizim için biraz daha kolay ama onlar için çok zor. Çünkü bir sürü hadise gerçekleşmiş olmuş bitmiş, biz 14 asır sonra bunları konuşuyoruz. Ama bir de olayın içerisine dâhil olun. İçlerinde yaşamış, çocukluğu onlarla beraber geçmiş, çobanlık yapmış, ticaret yapmış, komşuluk yapmış, hısım akrabalık yapmış bütün bunların üzerine 40 yaşına gelince ben Peygamberim demiş. Onu Peygamber olarak gönderen otorite Onu her şeyden daha çok sevmeniz gerekiyor demiş ve onlardan bu sevgiyi istemiş ve onların buna karşılık verebilmesi ancak diğer sevgiyi yani birbirleriyle olan kardeşliği anlamalarıyla mümkündü. İşte bundan ötürü Aleyhisselam Efendimiz onlara bu kardeşliği öğretti.

Daha sonraki yıllarda bakın İslam tarihinde özellikle Hz. Osman’ın şehadeti ile başlayan süreçte yavaş yavaş çözülmeler oldu ve o çözülmeler o mazlum halifenin şehit olmasıyla neticelendi. Arkasından Cemel yaşandı, Sıffin yaşandı, Nahveran yaşandı, Kerbela yaşandı, Harre vakası yaşandı. İlâ ahir pek çok hadise yaşandı. O hadiseler neden yaşandı diye sorguladığınız zaman geldiğiniz nokta kardeşliğin ortadan kalkmasıdır. Bugün İslam toplumunun da başına gelen bu. Eğer biz 2 milyar nüfusa sahipsek ve dünyanın %20’lik küsurunu bugün biz oluşturabiliyorsak ve buna rağmen halen israil gözümüzün içine baka baka Kudüs’ümüzü ve Mescid-i Aksa’mızı işgal ediyorsa 7 yıldır Şam’da, Halep’te, Humus’ta olanlar halen bizim bu manada asıl anlayışımızı düzeltmeye yetmiyorsa, Irak’ta olanlar, başka coğrafyalarda olanlar, şu memlekette yaşadıklarımız bütün bunlar bir şekliyle bize belli mesajlar vermiyorsa dönüp kendimize tekrardan bakmalı. Ve o içi boşaltılan kardeşliği yeniden tesis etmek ve bunun ne kadar önemli olduğu noktasında asıl varmamız gereken noktaya varmamız lazım. Bunu yaptığımız zaman bazı şeyleri daha iyi anlamış olacağız.

3. Efendimiz zamanındaki kardeşlik olgusu ile günümüzdeki kardeşlik anlayışı arasında nasıl bir fark var?

Çok büyük bir fark var. Biraz önce de söylediğim gibi Efendimiz Aleyhisselamın onlara öğrettiği kardeşliğin üç ayağı vardır; bütünleştirme, bölüşme ve bölünmeye karşı duyarlılık. Bugün bu üçü de yok bizde. Bütünleşemiyoruz. Irki, mezhebi, meşrebi farklılıklarımız bizim kardeşliğimizi yıkıyor. اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ  “Müminler ancak kardeştirler...” (Hucurat, 10) ayetini ne yazık ki çok acı bir hakikat bu ama böyle biz bağlı olduğumuz meşrep kardeşliği ya da cemaat kardeşliği olarak anlıyoruz. Allah “müminler kardeştir” diyor. Bu müminin coğrafyası, ırkı, rengi, dili, mezhebi, bu ayrıntıya bizi götürmüyor. Genel bir kavram kullanıyor “müminler kardeştir” diyor. Mümin kimdir? “La ilahe illallah muhammedun rasulullah” kelime-i tayyibesini söyleyendir. Kalben tasdiğini biz bilmeyiz onu Allah bilir. Ama dil ile söyleyene bizim zahiren bakmamız gerekir. Dil ile söyleyen herkese de bizim yüreğimizi, sinemizi açmamız gerekir. Böyle bir bütünleşme var mı bugün? Yok. Ama o gün vardı. O bütünleşmeyi Allah Resulü Aleyhisselam sağladı. Bölmeyi; mesela bir kardeşimizin bir ihtiyacı varsa o ihtiyaca koşmayı, o ihtiyaca el uzatmayı kardeşliğin bir gereği olarak aleyhisselam Efendimiz bize yükledi.

Aklıma birçok örnek geliyor ama uzamaması için sadece bir tanesini söyleyeyim. Mesela İbn Abbas r anhüma itikâf sırasında yani Ramazan’ın son günlerinde Mescid-i Nebi’de. Peygamber sünnetini ihya ederken bir kardeşi yanına geliyor. Bakıyor kardeşinde bir durgunluk var. Zaten kardeş kardeşe nasılsın diye sormaz. Eskiden arifler o soruyu zait görürlerdi. Çünkü kardeş kardeşe baktığında nasıl olduğunu anlar. Şimdi onlar aramızdan kaybolduğu için onlar ayrı bir meseledir. İbn Abbas fark ediyor bunu fark eder etmez de kardeşim neyin var diyor. Ey Allah’ın Rasulü’nün amcasının oğlu falanca kişiden filanca miktarda borç almıştım vadesi bugündü günü geldi ödemem lazım ama param yok diyor. İbn Abbas hemen diyor ki ister misin ben o karşı tarafa gideyim senin adına onunla konuşayım biraz daha vadeyi uzatsın kolaylık göstersin. Çok seviniyor o borçlu olan şahıs. İstemez miyim? Sen gidersen ki İbn Abbas’sın Tercüman’ul Kur’an’sın hemen sözünü dikkate alacak ve uzatacak ve bana da kızmayacak. O an harekete geçiyor İbn Abbas ama o şahıs diyor ki “Ey İbn Abbas sen itikâftasın, çıkarsan itikâfın bozulacak şimdi sen bunu yapacak mısın?” diyor. İbn Abbas tutuyor o zatın elinden Hücre-i Saadet’e doğru götürüyor. Elini Hücre-i Saadet’e uzatıyor şurada yatan zatın Rabbine yemin olsun ki o dedi bende duydum. O dedi ki “bir kardeşinin sıkıntısını gidermek benim mescidimde on itikâfa bedel bir ameldir.” ben bir itikâfımı on itikâf sevabı almak için bozuyorum. O zat seviniyor, İbn Abbas’ta aracı olarak gidiyor o işi hallediyor.

Asr-ı Saadet’in o kardeşlik iklimi iki taraflı bir şeyi tesis esiyor. Bir tarafta yardım etmek için can atan bir zümre var bir tarafta da o yardımı suiistimal etmeme adına hassasiyet gösteren bir zümre var. Yoksa hep bir taraf yardım etse bir taraf suiistimal etse yine o kardeşlik tesis edilemeyecek. Dolayısıyla Aleyhisselam Efendimiz o hukuku tesis ederken iki tarafı da gözeterek tesis ediyor.

Üçüncü husus ise bölünmeye karşı bir hassasiyeti onlara veriyor. Dışarıdan birisi eğer bizim hassasiyetlerimizi ya da zafiyetlerimizi kaçırırsa bizi birbirimize düşman etmeye çalışırsa bu manada bazı şeyleri ortaya koyarsa anında asıl sorumluluğumuz olan kardeşlik aklımıza geliyor. Bazen bazı şeyleri Allah’ın rızası için sineye çekecek o insanlara özellikle de düşmanlara malzeme ve prim vermeme adına bir hassasiyet ortaya çıkıyor. Dolayısıyla Asr-ı Saadet’te olan ama bugün olmayan en temelde bunları sayabiliriz. Eğer bunlar yeniden telafi edilebilirse o Asr-ı Saadet iklimini kurmak bir kez daha mümkün olacaktır Allah’ın izniyle...

4. Sahabe efendilerimizden kardeşliğe dair örnekler verecek olsaydınız hangilerini seçerdiniz?

İbn Sâd’ın bize verdiği bilgiye göre; 50 Muhacir’in 50 Ensar’a, Makrızi daha sonrakileri de dikkate alarak 83 Muhacir’in 83 Ensar’a kardeş kılındığını söyler. Bunların birçoğunun örneğini okuyoruz. Zübeyr b. Avvam ile Kâb b. Malik arasındaki kardeşlik, Abdurrahman b. Avf ile Sâd b. Rebi arasındaki kardeşlik, Hz. Ebubekir ile Harici b. Zeyd arasındaki kardeşlik, Hz. Ömer ile Itban b. Malik arasındaki kardeşlik ilâ ahir… Bunların birçok örneğini okuyabiliriz. Belki burada en ciddi bir biçimde üzerinde durmamız gereken örnek Beni Mustalik Gazvesi sırasında yaşanan hadisedir. Kur’an’a Ensar Muhacir kardeşliğinin destansı boyutuyla giren o insanlar ufacık bir taviz gösterildiğinde nelere sebebiyet verdiği noktasında yaşanılan bu hadiseyi anlamamız lazım. Beni Mustalik Gazvesi hicretin 5. yılında olduğunda Müreysi kuyusunun başında İslam askerleri konaklıyorlar ve o sırada kuyudan su çekme konusunda Muhacirle Ensar arasında bir tartışma yaşanıyor. Sinan İbn Veber ile Mesud İbn Cahcah isimli iki sahabe efendimiz ki birisi Hz. Ömer’in azatlı kölesi yani Muhacirlerin hizmetlisi diğeri de Ensar’ın.

Su çekme anında sıra karışıyor ve kargaşa çıkıyor bir anda gerginlik oluşuyor. Muhacir tarafında olanlar “ey Muhacir yetişin, Ensar bize zulmediyor” diye Muhacirleri çağırıyorlar. Ensar da “ey Ensar yetişin, Muhacirler bize zulmediyor” diye onları çağırıyorlar ve bir anda o kardeşlik destanını yazan insanlar karşı karşıya geliyor. Tabi olayı Allah Rasulü aleyhisselam duyduğu zaman hemen geliyor ve sözden ziyade ameli anlamda bir şey yaptırıyor. Kaldırıyor arkasına o orduyu ve 5-6 saat hiç ara vermeden yürütüyor. 5-6 saatin sonunda bir yere gelip konaklıyorlar. Konakladıkları yerde sahabede inanılmaz derecede bir yorgunluk oluşmuş. Hemen düşüyorlar orada ve uyuyakalıyorlar. Bir müddet sonra uyandıklarında yüreklerinde oluşan o öfkeden hiçbir iz kalmıyor. Efendimiz Aleyhisselam da ondan sonra onları uyarıyor. “Eğer bazı şeyleri korumazsanız şeytan ve adamları -ki onların içerisinde münafıklar da var o münafıklar- sizi birbirinize düşman yaparlar. Şeytan sizi düşmanlığa, Allah ise sizi kardeşliğe çağırıyor. Ey Müslümanlar kardeş olun. Birbirinize haset etmeyin, birbirinize kin gütmeyin, ırkından, ailesinden, mensubiyetinden dolayı birbirinizi kınamayın.” temel anlamda kardeşliğin ölçülerini ortaya koyuyor Efendimiz aleyhisselam. Bu örnek çok manidardır. Belki de şu anda ümmetin birbirine karşı bu öfkesi biraz da boş kalmaktan kaynaklanıyor. Çünkü eğer iş olsaydı, bir sefer olsaydı, bir hedef olsaydı, o hedefe doğru koşturma olsaydı sahabe gibi onlarda aynı şekilde hedeflerine kitlendiği için kardeşliği zedeleyecek tavır ve davranışlardan uzak kalacaklardı.

Burada bir örneği daha aktarmakta fayda var. O da Hz. Ebu Zer ile Hz. Bilal-i Habeşi arasında yaşanan bir örnektir. İki sahabe efendimiz de birbirlerini çok severler. Özellikle Ebu Zer kölelerin, yetimlerin hamisi olan bir sahabe efendimizdir ama neticede insandır. Bir gün aralarındaki bir tartışmadan dolayı sinirlenir Hz. Ebu Zer el Gıffari. Çok da uygun olmayan bir cümle ile Hz. Bilal’e “Sus, siyah kadının oğlu” der. Renginden dolayı onu rencide etmiştir. Tabi Hz. Bilal buna çok alınır bir şey söylemez. Sonra gider Allah Resulü’ne Ebu Zer’in söylediklerini anlatır. Aleyhisselam Efendimiz çok gazaplanır. Ve Ebu Zer’i çağırtır. Çok da sever Ebu Zer’i. “Sen kardeşine bu sözü mü söyledin o zaman senden cahiliyenin kokusu geliyor” diyerek defaatle uyarır.

Tabi Ebu Zer çok pişman olmuştur. Hemen Bilal’e gider. Başını Bilal’in ayağının altına koyar. “Seni ve Rasulullah’ı kızdıran o sözü söyleyen ağza ayağını basmadıkça bu başımı eşiğinden kaldırmayacağım.” der ve sahabece bir özür ve tevbesini fiili anlamda ortaya koyar. Tabi Bilal ne kadar ısrar ederse etsin Ebu Zer kalkmayınca bu sefer hafifçe ayağını dokundurur ve kalkar öylece sarılırlar ve aralarındaki muhabbeti yenilerler. İşte burada kardeşlik adına bize bir şey söyleniyor. Bugün belki bizim de etrafımızda sağımızda solumuzda farklı mülahazalardan dolayı küstüğümüz, küstürdüğümüz, rencide ettiğimiz ya da rencide olduğumuz insanlar olabilir. Bunların telafisi adına sahabeden aldığımız bu mesajları hayatımıza aktarma noktasında bir şeyler yapabilirsek onların cihana bıraktığı o izleri anlamış ve bugünün dünyasına taşımış oluruz.

5. Belirli zamanlarda kafile halinde farklı ülkelere geziler organize ediyorsunuz. Bu gezilere neden önem veriyorsunuz?

Çünkü ayet bize “yeryüzünde gezin dolaşın ve Allah’ın ayetlerini okuyun” diyor. Her taraf okunmayı bekleyen bir kitap ve bir ayet... Umre’ye gidiyorsunuz oranın toprağı, maneviyatı size çok şeyler söyler. Kudüs’e gidersiniz ki yeryüzün üçüncü asıl mescididir orası size bambaşka şeyler söyler. Endülüs’e o mazlum coğrafyaya gidersiniz. O mazlum coğrafya Müslümanların tarihte geldiği noktayı ve korumadıkları zaman başlarına gelen felaketi canlı bir biçimde söyler. Dünyanın neresine giderseniz gidin Semerkand’a, Horasan’a Meşhed’e, Afganistan’a, Hindistan’a, Avrupa’nın başka yerlerine gitseniz de aynısı olacak. Çünkü yeryüzü Allah’ın mescididir ve yeryüzünün o mescidinde bir Müslüman bir seyyah olarak dolaşmak ve Allah'ın yeryüzüne serpiştirdiği canlı ayetleri, tarihi ayetleri ve hadisat ayetlerini okuyarak asıl ayetlerin yazılı olduğu Kur’anla örtüştürüp kendi dünyasına bir şeyler taşıması gerekir.

Dolayısıyla bir Müslüman için kâinat bir kitapsa o da bir kari ise okumaktan yani seyahat etmekten başka bir yol yoktur. Efendimiz aleyhisselam “Seyahat benim ümmetimin cihadıdır” diyor. Yani bu manada seyahatin cihad boyutu da var. Çünkü gidiyorsunuz, tanışıyorsunuz, farklı bir biçimde muhasebe ediyorsunuz, yeni insanlarla tanışıyorsunuz, yolun bir edebi bir ahlakı var, yol size buna ait bir şeyler öğretiyor. “Seyahat eden sıhhat bulur” Nebevi fermanına uygun bir biçimde de aslında seyahatlerle hem maddi hem manevi hastalıklarınıza bir yönüyle derman bulmuş oluyorsunuz. Onun için özellikle seyahat meselesi bizim ümmetimizin önemli bir mesajıdır. Bizde elimizden geldiğince bunu yapmaya çalışıyoruz. 

6. Bitmek bilmeyen enerjiniz bizlere de yansıyor. Açıkçası heyecanınızı diri tutmak için neler yaptığınızı merak ediyoruz. Bu hususta bizlere birkaç taktik verebilir misiniz?

Ben kendi dünyamdan bakınca çok da öyle görmüyorum ama bu kardeşlerimizin hüsn-ü zannıdır. Allah o hüsn-ü zanna bizi layık eylesin. Gerçekten eğer varsa ki o var olan sahabenin bize mükâfatıdır. Onları okuyoruz, onların hayatlarını irdeliyoruz, onların hayatlarıyla haşır neşir oluyoruz. Şu günlerde elimde bir kitap çalışması var ve 15-16 saat çalışıyorum. Onları tanıdıkça, okudukça, onlara ait bazı tabloları daha iyi fark edince belli şeyleri biraz daha bir araya getirip onları anlamaya çalışınca ortaya koydukları o iman davasındaki mücadeleler gerçekten bize heyecan oluyor.

Onlar da cennete talip biz de cennete talibiz. Sahabeye vadedilen cennet ile bize vadedilen cennet arasında bir fark yok. Ama sahabenin o vadedilen cenneti elde etmek için ortaya koyduğu çaba ve gayretle bizim ortaya koyduğumuz çaba ve gayret arasında çok fark var. Dolayısıyla biz o farkı kapatmak için gayret içerisinde olmamız gerekir. Ebu Eyyub el-Ensari r anh’ın yanı başındayız. 93 yaşında geliyor buraya. Bu bilgiyi bildiğiniz zaman ve bu bilgi sizde bir farkındalık oluşturduğu zaman yoruldum, küstüm, bıktım, artık başka işler yapalım demeye, iş değiştirelim demeye utanıyorsunuz. Niye? Yaşanmış bir hayat var ortada ve bu hayat inanılmaz derecede bir mesaj vererek size halen canlı bir biçimde örnek olmaya devam ediyor.

Allah Rasulü aleyhisselamın talebeleri böyle hocaları olan kendisi bambaşka zaten. Yani Efendimiz’in 23 yıllık enerjisini, o ızdırabını, o gayretini, o çabasını gördüğünüz zaman ona ümmet olan iddiasında olan bizlerin biraz önce söylediğim gibi yorulmaya, bıkmaya, küsmeye hakkımızın olmadığını görüyoruz. O halde Allah bu bedeni, bu sıhhati, bu nefesi bize bahşetmişse ve bu ömürde bir şekliyle nihayete erip sonlanacaksa bu ömrü Allah’ın istediği şekilde geçirmek hepimizin boynunun borcu olması gerekiyor.

Bir de önümüzde şöyle bir tablo var. Şu anda insanlık yanıyor, Müslümanlar diye kendilerini tabir eden zümre yanıyor. 80 küsur milyonluk şu memlekette iman noktasındaki zafiyeti görünce yangının ne kadar büyük olduğunu görüyorsunuz. Yanı başınızda bir ev yanarken nasıl duyarsız olabilirsiniz. Mecburen elinize kovanızı alacaksınız o yangına koşacaksınız. Eğer vicdan taşıyorsanız, insaniyetiniz ölmemişse yanı başınızda yanan yangına duyarsız kalmazsınız. Şu anda da bir yangın var ve manen büyük bir büyük yangının içerisindeyiz. Bunu gördüğünüz zaman durabilmeniz, yatabilmeniz, istirahat edebilmeniz, tatil yapabilmeniz ya da rahat rahat gidip, gezip tozup sadece dünyanız için hayatınızı devam ettirebilmeniz mümkün değildir. Dolayısıyla sahabenin verdiği mesajlar İslam büyüklerinin hayatları bize enerji oluyor Elhamdülillah. Ortada görünen o büyük yangın sorumluluğu hatırlattığı için o manada bize bir şeyler yüklüyor. İnşallah yüklenen bu sorumluluğu hepimiz hakkıyla yerine getirmiş oluruz.

7. Allah razı olsun hocam. Bize vakit ayırıp sorularımızı cevaplandırdığınız için teşekkür ederiz. Eklemek ya da hatırlatmak istediğiniz şeyler var mı?

Allah razı olsun. Bana böyle bir imkân verdiğiniz için ben sizlere teşekkür ederim. Bütün kardeşlerime dua ediyorum. Rabbim hepimize bu Risalet davası uğrunda gayret eden, mücadele eden, azimle çabalayan ama tabi ki ihlasla ve ihsan şuuruyla bu işleri yapan o bahtiyarlar zümresinden olmayı nasip eylesin. Rabbim inşallah hepimize bu uğurda yardım eylesin ve bizi boş, değersiz, üç kuruş etmeyen, tabir yerindeyse incir çekirdeğini doldurmayacak meselelerle ömür tüketeceğimize daha ulvi, daha güzel, daha gaye-i hayale uygun, mefkûresi yüce, nebevi ufka, sahabe ufkuna yaslanmış, güzel güzel hizmetlere odaklanmanın gerekliliğini söylerim. Bütün kardeşlerime de bunu tavsiye ederek buluşmamızı cennette olsun diye de dua ederim. Allah hepinizden razı olsun.

Yazımızı paylaşın..

Facebook Twitter Whatsapp’ta Paylaş Google Email Print LinkedIn Pinterest Tumblr

Şubat 2022

Sayı: 36