21.yy’da Hakkın Hâkimiyeti Ve Düşündürdükleri
Marksizm, sekülerizm, kapitalizm, nasyonalizm derken modern dünya “bayağı hedonizm”e kurban oldu. Mantıklı-mantıksız nice fikir akımı önceki yüzyılda dünyaları kasıp kavururken, gençliği siyasi karışıklıklardan, kavgalardan, fail-i meçhul cinayetlerden çorba olmuş, ömrü inandığı dava uğruna kavga ile geçmiş “boomer” kalabalığın, yeni neslin kime yaltaklanacağını elde çekirdek beklediği bir dönemin ortasında; yaş skalası 5-25 olan koca bir gençliğin(?) ülke-dava-din kavramlarıyla tanışmamış olduğunu ve IQ’su yokmuşçasına sosyal paylaşım sitelerine çektiği videolarını görüp dize getirildiği düşmana hayret ediyor. Varlığını kutsal bir amaç ile onurlandırmaktan uzak, nesil kaygısı gütmeyen, yalnız nefes aldığı müddetçe lüks ve konfor peşinde koşup yaşayacağı “biricik” hayatını dünyanın tüm güzellikleri ile haşır neşir etmek isteyen saf eğlence ve zevk üzerine kurulu, politik görüşlerini dahi bu minvalde şekillendiren, mücessem her zerreden çakma hümanizm ve yoz feminizme yol bulan neo-liberalimsi (özellikle de cinsel özgürlük düşkünü) kitleye, kurtçuk larvalarını dünyanın her zerresine yayma salahiyeti tanıyan bu yeni fenomen “internet”in “modern teknoloji” kisvesi altında paklandığına şahit oluyoruz. Sokak ortasında insanların infaz edildiği bahtsız “80” devrinin iki uç ideolojisi altında ezilen gençlik, bugün o günlerin idealist gençliğini mumla arar oldu. İnşa-yıkım tahterevallisinin bir koluna oturmuş, zerresini inancına ağırlık etmeye meyyal sabotajcı topluluk çok kısa bir zamanda adeta tarihe gömülmüş. Yerine popüler kültür kölesi, hormonal tetikleyicileri aşk zanneden, kendince asi ve sorgulayıcı, dogmatizmden uzak(!) ve gördüğü her şeye eleştirel bir yorum getiren, eskiye düşman ve internette politik-ekonomik-sosyolojik tespitleri ile ünlü flood yazarlarının egemenlik çağı başlamıştır.
İslam’ın tebliğ döneminde de artık daha diyalektik bir devreye bizler de adım atıyoruz. Yarım bilgi ile imandan, yarım felsefe ile cennetten etme ihtimalimizin olduğu çağda…
“Kendini kurtar!” diyene; “cumartesi maymunları”nı,
Sayı kaygısını olana “Talut”u,
Yoldan rücûya meyledene “müseyleme”yi,
Garantici ahmaklara “Bağura”yı,
Tekfirci tayfaya “Yusuf aleyhisselamı”,
Mizogonist aptallara “Fatıma”yı,
Feminist dürzülere “ALİ” r anhı,
Sekülerci gözlere “Maide”yi,
Ve en mühimi de tek yumruk halinde kendini semitik halkların varisi gören katillere “HAYBER”i yaşatacak,
En azından bir kütüphaneyi hem teorik hem de pratik düzlemde özümsemiş “çağırıcılar”a ihtiyacın ayyuka çıktığını görmeye elbet göz dahi lazım değildir.
Elbette müjdesi bizzat Muhammed aleyhisselam tarafından verilmiş çağlar ötesi bir topluluk daima hem temsiliyet ve teslimiyet, hem ilim ve hikmet, hem irfan ve zimmet sahibi olarak hazır ve nazır halde devirlerin fitnelerine direnecek ve Cihad-Zafer-Şehadet üçgeninde kutsal mesajı nesillere taşıyacak ve bu sonsuz ihya silsilesi asla sekteye uğramayacaktır.
Peki, “hâkimiyet” bu formülün neresinde bulunuyor. Her ne kadar ümmetsiz peygamberlerin dahi olduğu dünya hayatında sonuçtan değil çalışmaktan ve bu yolda eskimekten sorumlu olsak da değişime tanıklık ve güç, toplumları etkileyen yegâne etken olmuştur. Treni kaçırmış ve ceddinin hatalarının sonuçlarını en acımasız hallerde yaşayan İslam toplumları şahlanmak şöyle dursun, ırkçılığı ayakları altına alan Peygamberî öğretiyi mahzenlere hapsetmiş. Kendi Arap kandaşlarıyla girdiği amansız güç mücadelelerini ve onulmaz zenginlik arzularını doruklandırarak gözleri önündeki katliamlara yaltaklık eden, yardım geçmesin diye sınır kapılarını kapatan, kendi komşularına ambargo uygulayan, açılıp saçılmak için çevre ülkelere iltica edecek düzeyde eğitimsiz halklara ev sahipliği yapan, varlık içinde yüzüp komşusuna koklatmayan kansız harabelere dönüşmüştür. Güneşi elbet bir ufuktan doğurtmaya çalışan azınlık bir gençlik ise dışlanmanın, kınanmanın ve sözde özgürlükçü anayasaların tehditleri altında dünyanın her köşesinde canhıraş ter dökmektedir. Toplumlar teknolojiyi ilahlaştırmaya ve tanrısız bir düzenin tohumlarını daha bebek yaştaki insanlara aşılamaya, nesli bozup cinsiyetsizleştirmeye, doğayı bozup betonlaştırmaya ve sömürmeye sınırsız lojistik imkânları ile devam ederken, güç budalası yöneticilerin ellerinde dezenformasyona uğrayan ümmet-bina denklemi, bugün maruz kalınan zulmün formülize edilmiş halidir.
İman-küfür muvazenesi artık bir galibin değil yalnız hangi tarafta ölüneceğinin muvazenesidir. Zira hayat var oldukça ne felsefi anlamda ne dünya dominasyonu anlamında keskin bir üstünlük asla var olmayacaktır. Her iki taraf mücadele edecek, her iki taraf şehit verecek ve bu fedailer inananları tarafından yâd edilecektir. Kur’an’ın yalnız bir beyyine değil aynı zamanda toplumları kategorize edici karakteri sebebiyle “Müslüman” daima bire karşı bin halinde her zümreye kendi dilinden savaş vermekle ve kutlu mücadelesini nesillerine aktarmakla yükümlü olduğunu bilmelidir elbette.
Ve milenyum...
20.yy’ın soğuk-kanlı iklimi kendini kavurucu sıcağa terk etmiş, teknoloji ile şekillenmiş yeni nesil ordular ve sosyal medya ile uyuşturulmuş topluluklar sistemle mücadele kavramına günbegün daha da yabancılaşmış, nesil iyiden iyiye yozlaşmış ve yokluğu ile dikkat çeken ahlak; sosyal mecrada dahi linç edilir hale gelmiştir. Bunca karanlık ve pesimist bir tablonun içine güneş doğurmaya gayretli bir topluluk ise yukarıda bahsettiğimiz hadisin ışığınca yürüyerek kendine bir yol tutmuş, insanlığı da bu kutlu yola davet etmektedir. Sözde yahudi, özde siyonist, amelde katil, fikirde ırkçı, nesilden nesile lanetli ve bir öğlenden ikindiye sayısız nebi katletmiş. Yüzyıllar boyu yeryüzündeki kan ve fitnenin biricik kaynağı bir millet kendini kutlu bir İslam peygamberinin lakabı ile adlandıracak kadar da kibir dolu göğsüyle, dünya toplumlarına caka satmaya, zengin ahalisi ile gördüğü her delikte fitne çıkarmaya devam ederken, 6 gün savaşlarındaki koordinasyonsuzluk ve aynı amaca yürürken dahi kol kola olamayan Arap liderleri koltuklarına sinmiş, kendilerine dokunmayan yılanlara paralar yağdırmaya devam ediyor. Bu ahval ve şerait içinde İslam milletleri direnişi evvela kendi dinine ihanet eden bu kancıklara karşı başlatmalı, “reformisyon” asırlara uzanan dinin fıkhına değil medeniyetlerin akıllarına enjekte edilmeli. Ki yeni nesil; irfanı arşa, zekâsı uzayın derinliklerinden hücrenin çekirdeğine uzanan genişlikteki ilmi ile hem İslam medeniyetini yükseltsin hem de “âdiyat” sırrına vakıf olurcasına şanlı, güçlü ordular ile dünya milletlerine çiçekler dağıtsın. 3 kıtada hüküm sürmüş hristiyan terörizminin yaralarını sarsın ve bencil yahudi sermayesinin Asya ve Afrika’ya yayılan haksız dağılımına Zülfikar darbesi indirsin.
Geçmişte olduğu gibi şu anda da en öncelikli yordam ‘herkes evine dönsün’dür. Vakit bir insan yetiştirme vaktidir. Bu bağlamda kutlu İslam kadınlarının nurlu karınlarından yükselen nesiller elbette putları devirecek olandır. Feminizmin kopçasına yüz sürmemiş, ilme düşkün, itaatte sebatkâr, yalnızca İslam’ın eğitim-psikoloji ve pedagojik kültürünü değil modern çağın aklını ve anlayışını da yakalamış, sentez ve çağlar arası diyaloğun timsali, şanına-ahlakına toz kondurmaya dahi cüret edilemeyecek “MÜSLÜMAN KADIN” şu mustazaf ahalinin tek umudu, tek kurtuluş reçetesidir. Dünün, bugünün ve yarının biricik banisi ve sahibidir.