Gelenekçi Alimler ve Modernistler

Gelenekçi Alimler ve Modernistler

Birçok milleti uzun yıllar bir arada tutmayı başarabilmiş devletlerden biri olan Osmanlı’nın yeryüzünden çekilmesi, Müslümanların tanımadığı bir takım hastalıkların da birer birere sükûn etmesine sebep olmuştur. Bu hastalıkların en devasızlarından biri olan ırkçılığın Ümmet-i Muhammedi ne hale getirdiğini anlatmaya lüzum yoktur.

 Paramparça olan koca bir coğrafyanın insanları bir asır bile geçmeden yeni hallerine alışıp, ülkeciklerde yaşamaya başladılar. Bereket versin, bin yıllık tarihi miras, isteyen herkesin emrine amade idi.

İnsan tabiatında mevcut olan rekabetçilik ve kendini gösterme eğilimi, 19.yüzyılın başlarına kadar, kökünü İslâm’ dan  alan  meşru tatmin yöntemleri ile, ilmi sahalarda da zararsız bir şekilde tatmin edilebiliyordu. İslâm dünyasının birçok sahada değişime uğraması neticesinde tarihi ilim damarları da kopmaya başladı. Bu da geleneksel metotların terki sonucunu doğurdu. (Bırakın geleneksel metotları, bizim ülkemizde İslâmî İlimlerin tedrisinin gayri mümkün hale gelmiş olması ayrı bir gerçektir.) Oysa bu gelenekler ilim adamlarının, adam gibi birlerini tenkit edebilmelerini, riya ve kibir yollarına sapmadan görüşlerini açıklayabilmelerini sağlıyordu. Kısa bir sürede ilim ve münazara metotları terk edildi. Çünkü ümmetin öksüz kalmasına paralel olarak, ilim geleneği de yetim kalmıştı. Böyle ortamlarda Hüda-i nabit gibi yetişen ilim adamları, doğal olarak birbirlerinden kopuk ve birbirlerinden habersiz ilmi faaliyetler yapmak durumunda idiler. Bilhassa herhangi bir ilim tarikine manevi de olsa bağlı olmayanlar, ödünç aldıkları kavramlar ve başkalarının yöntemleri ile ilmi tenkitler yapmaya mecbur olacaklarını tahmin etmiyorlardı.

Bugün, kendi fikirlerini beyan ederken veya başkalarının fikirlerini tenkit ederken tek bir gaye ile hareket eden ulemanın yerinde yeller esmektedir.

Yakın geçmişe sarfı nazar eylediğimizde, her şeye rağmen Rabbimize şükür borcumuz vardır. Kur’an okumanın yasaklandığı dönemleri dedelerinden bizzat işiten nesiller olarak, en iyileri ararken, iyilerden de olmak, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmaya benzer.

Yukarıda bir nebze olsun dile getirmeye çalıştığımız problemlerin dile getiriliş sebebi, son zamanlarda tebarüz etmeye başlayan “Modern İslâm”, ”Gelenekçi İslâm “ kavramları etrafında kamplaşma gayretleridir. Bu tartışmalar, zaten dağınık bir görüntü arz eden inanan insanları darmadağınık bir hale dönüştürme kabiliyetine sahiptir. Böyle tartışmalar aslında mezhep taassubu etrafında insanların birbirlerini tekfir etmeleri ve hatta katletmelerini çağrıştırır niteliklere bile ulaşabilir.

Gördüğümüz kadarı ile bu iki terkibi oluşturan kelimler ithal kelimelerdir. Hiç bir Müslüman ilim adamı ben “ Modern İslam” düşüncesine sahibim demiyor. “Modern” kelimesi İslam Ümmetinin dağılmaya yüz tuttuğu dönemlerde, kendilerince Müslümanların meselelerine çözüm aramak için çalışan ilim adamlarına takılan bir kulp olmuştur. Modern kelimesinin yanına, çağdaş, reformist, aydın, gibi kelimeler de eklemlenmiş; böylece bu ilim adamlarının sırtından ümmet içerisine fesat tohumları ekilmeye gayret edilmiştir. Tabi ki yeniyi ve farklıyı kabul etmek zordur. İslam topraklarında o ana kadar pek konuşulmayan, ama, aslında geçmişte âlimlerin tartışıp eserlerine kaydettikleri birçok meseleyi karşılarında gören bir takım başka  ilim adamları da bu meseleleri ortaya atan insanları suçlamaya başladılar. Al sana, gelenekçi âlimler, modernist âlimler…!

Öbür taraftan, “Gelenekçi İslâm “a mensup addedilen ilim adamları da aslında böyle bir yaftanın kendilerine uymadığının bilincindedirler. Kur’an’ın birçok beyanı ilim ve düşünce olarak gelenekçiliği reddetmektedir. Akletmeyi, tedebbür etmeyi, ataların dinine mensup olmanın yanlışlığını bizzat Kur’an’dan öğrenmişizdir. Üstelik İslâmî ilimlerin tarihi sürecinde, İslâm âlimlerinin yaptıkları içtihadlar ortadadır. Hiçbir dönemde halkın arasında ortaya çıkan dini problemler çözümsüz kalmamıştır. Yaşadığı çağda ortaya çıkmış bir meseleyi, geçmişte böyle bir şey olmamıştı, diye çözümsüzlüğe mahkûm etmek hiçbir müçtehidin harcı değildir.

Peki, herkes masum mu? Elbette ki hayır!  Son iki yüz yıl içerisinde eğitim-öğretim metotlarının kahır ekseriyeti Batı’dan ithal edilmiştir. Bu metotları kullanan ilim ve düşünce adamları diğerlerinden ayrılmışlardır. Yaptıkları inceleme ve araştırmalar sonucunda genellemeler yapıp, geçmişteki âlimleri suçlayanlar olmuştur. Hatta İslâm dünyasının yaşadığı buhranların geçmişteki uygulamalar neticesinde ortaya çıktığını iddia etmişlerdir. Batılıların ilerlemesine neden olan amillerin Müslümanları da ilerletebileceğini söyleyebilmişlerdir. Belki düşüncede ifrat ve terfide kaçmışlardır.

Diğer taraftan geleneksel metotlarla ilim nakleden kurumlar artık nadirattandır. Ülkemizde en “gelenekçi” sayılan ilim adamları ile en “modernist” kabul edilen ilim adamlarının eserleri arasında şekil ve dizgi bakımından hiçbir fark yoktur. Her iki ilim adamı da derdini anlatmak için Latince’yi kullanmak zorundadır. Her iki ilim adamı da karatahtaya yazarak ve sıralarda oturan öğrencilere hitap ederek ilim öğretmektedir.

Tarihte var olmayan bu ayrımların yaşadığımız asrın hemen başlarında tezahür etmesi anlamlıdır. Kendi zamanında yeni fikirler üretmiş âlimlere “Modernist” denilmediği gibi; bidatlar konusunda hassas olan, hocalarının görüşlerini aktarmaktan başka çıkar yol kabul etmeyen âlimlere de “Gelenekçi“ denilmemiştir.

İlmî faaliyetlerin sonuçlarının eleştirilmesi Kur’an’a ve Sünnet’e, bir de âlimlerimizin bize bıraktıkları mirasa bakılarak yapılmalıdır. Yanlış düşünen ve yanlış fikirler yayanların durumunu karşılayacak terimler asırlardır kullanılagelmiştir. Yanlışları olanların nasıl uyarılacağı ve hangi kriterlerle tenkit edileceği de erbabı için meçhul değildir. Bütün bunlara rağmen, insanları uyduruk yaftalamalarla tenkit etmek, tenkitte de yabancılaşmanın bir sonucudur.

Tehlikeli olan, ilim adamlarının bu kelimelerle anılıyor ve ayrıştırılıyor olmalarıdır. Birbirlerini bu şekilde tavsif etmeleri ancak toplumdaki çizgilerin kalınlaşmasına hizmete edecektir.  Daha da tehlikeli olan, ilim adamlarının kendilerini böyle isimlendirmeseler de, gizli gizli bu yaftalamayı kabullenip, diğerlerini dışlayarak, kendilerini ispata çalışmalarıdır.

                                 Ak Akçe Kara Gün İçindir!

Bir gün Mehmet Âkif’in bir arkadaşının kayın pederi hastalandı. Adam cimri birisi idi. Hastalığı ağırlaşan adam para vermemek için hekim getirtmiyordu. Adamın damadı Mehmet Akif’e geldi. Ve “Bizim kayınpeder yolcu. Ölüm halinde bile hekim getirtmiyor. Sana çok sevgisi var, sen söylersen belki getirir.“ dedi.

Mehmet Akif adama gitti, söyledi: “ Efendi hazretleri, bir hekim getirtseniz!”

Adam,  “Aman,  Âkif Beyefendi !” dedi, “Nasıl getirtirim?”

Mehmet Âkif sordu: ‘Ne demek nasıl? Anlamadım!’

Adam anlattı: “Âkif Beyefendi, hekim parpa ister.”

Âkif: ’İsterse verirsiniz.’ dedi.

Adam, affetmeyen gözlerle Akif’e baktı: ’Ne demek veririm? Ak akçe kara gün içindir’

Mehmet Âkif, adama fena gözlerle baktı:

‘İşte o kara gün geldi.” dedi

                                                      Dursun GÜRLEK: Maziye Bir Bakıver,S.19

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.