Geçmişten Günümüze Zulüm

Zulüm, insanlık tarihiyle başlayan ve her devirde artarak kendini gösteren bir mefhumdur. Mahkeme-i Kübra’ya hazırlık sınavında iki kutup arasında olmazsa olmazlardandır zulüm. Ruhi derinliğe ulaşamayıp heva ve hevesinin esiri olanlar, kendilerine bu yolu şiar edinmişlerdir. Aydınlıktan hoşlanmayan; ruhu kara, kalbi, vicdanı kara kişiler, tarih boyunca bu yolu kendilerine prensip edinmişlerdir. Şunu da görüyoruz ki, bu güne kadar kimse zulümle abad olmamıştır ve zorbalıkları uzun ömürlü asla olamamıştır. Önemli olan bu dünya imtihanından kolay geçebilmek için hangi safhada olursa olsun zulümle mücadele etmek ve
zalime kesinlikle boyun eğmemektir.
Adalet mefhumunun önemine binaen Sultan Süleyman da:
“Halkın dergahına yüzün urunca,
Süleyman’dan alır hakkın karınca.” demiştir.
Kimsenin yaptığı yanına kâr kalmaz. Kimsenin hakkı kimsede kalmaz. Bu Adl-i İlâhi’nin değişmez kanunudur. Er veya geç, bu dünyada veya ahirette Allah’ın adaleti mutlaka gerçekleşecektir.
Allah hiçbir topluluğun ve hiçbir grubun sürekli hakim durumda olmasına izin vermez. Her an bir grubu başka bir grupla defeder. Zulüm ve zorbalık yapanların işledikleri vahşet devamlı değildir. Böyle olsaydı yeryüzünde adım atacak canlı kalmazdı. Kaldı ki, bir kimse insanların yaptığı baskı ve dayatmalara boyun eğerse, her yapılanı sineye çekerse, bunun hiçbir zaman sonu gelmez. İnsanların size yapabileceği en büyük kötülükler bile bu dünya ile sınırlıdır. Oysa Allah size ebedi bir azap yükleme gücüne sahiptir ve bunun da hiç sonu yoktur. Her şeye katlanmalı, geçici de olsa, zulme seyirci kalmalı, her gün kızılcık şerbeti içmeli ama gelecek nesillerin gelişini zorlaştırıcı, yolları daraltıcı, engelleri arttırıcı çıkışlardan kaçınmalı.
Zulüm, Allah’tan korkmayan insanın karakteristik özelliğidir. Adil olmayan ve hesap verme melekesini kaybetmiş kişilerin en belirgin özelliğidir. Zulüm; acıma hissini kaybetmiş, menfaatleri doğrultusunda hareket eden ve Rabbinin emirlerini hiçe sayan karaktersiz insanların vasfıdır. Aydınlıktan hiçbir zaman hoşlanmayan, içi kara, fikri kara, zihni kara şerir insanların yaptığı icraatlarının ortak adıdır zulüm… Kelime olarak zulüm, azgınlık, gadr, karanlık, azap ve ezâ ile eş anlamlıdır. Zıddı ise, nur, aydınlık ve adalettir. Şeyh Sadi Gülistanda şöyle bir hikaye anlatıyor:
Geçmiş tarihte Müslümanlara karşı işlenmiş mezalimin haddi hesabı yoktur. Gerek asrı saadette müşriklerin zulmü, gerekse daha sonraki dönemlerdeki baskılar ve vahşetler saymakla bitmez. Biz burada XX. yüzyılda yaşanmış bir olaydan kısa bir kesit sunacağız
1096 yılında Haçlıların Kudüs’e girerek 40.000 müslüman’ı kılıçtan geçirdikten sonra Gödofroi dö Buygom’un Papa II. Urban’a yazdığı mektupta:
“Kudüs’te bulunan bütün müslümanları katlettik, malumunuz olsun ki, Süleyman Mabedi’nde atlarımızın diz kapaklarına kadar müslüman kanına batmış olarak yürüyoruz.” diyerek barbarlıklarını belgelediklerini açıkça ifade ediyor. Bu vahşet, insanım diyen herkesin tüylerini diken diken ediyor… Bu iğrenç tabiatlı insanlar, yirmi birinci asırda dahi aynı şekilde Bosna’da, Filistin’de, Irak’ta, Kosova ve Çeçenistan’da Müslüman kanı içmeye devam etmişlerdir.
Bu satırları yazarken içim burkuluyor ve şairin ağlayarak yazdığı “Utanıyorum” başlıklı şu şiiri, kan içen vampir Şaron’un müslüman Filistinlilere yaptığı zulmü, her satırında belgeler nitelikte:
Minnacık bedenler havada parçalanıyor,
Sizi bilmem ama, ben benden utanıyorum.
Filistin cayır cayır, Irak parçalanıyor,
Rahat mısınız bilmem, ben çok utanıyorum!
Bağdat’a bomba düştü, Kudüs’e kan düştü,
Uyuyun müslümanlar, bize ne gam düştü(!)
Kan içen vampir Şaronu, lanetlemek yetmiyor,
Ah…Filistin’in çilesi boş sözlerle bitmiyor,
Kudurmuş kahpe Siyonist, sokağından gitmiyor,
Biz nasıl müslümanız, ben benden utanıyorum!
Şu küçük Fatma var ya, babasına ağlıyor,
Kucakta çırpınan çocuk, yürekleri dağlıyor,
Ömer’imi gördün mü? panzer altına alıyor,
Gördükçe şu manzarayı, ben çok Utanıyorum.
Hüseyin’in hatırası benim derdimi deşti,
Kur’ani ifadeyle, hani müslüman kardeşti?
Babasının kucağında Muhammedi vurdular,
Salyaları akıyor bak, top yekün kudurdular,
Sapan taşlı küçüğüm, can yoluna oturdular,
Vicdanım sızlıyor, ben benden utanıyorum!
Anadan doğma yetimim, bak şehadete koştu,
Anlından sızan kanına melekler bile coştu!
Ben de insanım diyen, içinde bir kalp ve vicdan taşıyan, ister müslüman olsun ister olmasın, herkes zalime karşı bir olmalıdır. İnsanlık suçu işleyen barbarları asla alkışlamamalıdır. Eğer onlarla bir olur ve onların yaptıklarını tasvip ederse, onlarla zulme ortak olmuş demektir. Zulmeden toplumlar; zulme uğrayıp batmaya mahkumdur. Barbaros Hayrettin Paşa ne güzel söylemiş:
“Sen sanma ki hain berhudar olur,
Akıbet ya boynu vurulur, ya berdar olur.”
Evet, hain ve zalim hiçbir zaman yaptığı zorbalıktan dolayı mutlu ve bahtiyar olamaz. Yaptığı hiçbir kötülük yanına kalmaz. Er ya da geç onun hesabı mutlaka sorulur. Günümüzde bir çok alanda, makam ve mevkilerini kullanarak zulmedenleri gördük. Şunu da görüyoruz ki, Rabbim bunların çoğundan daha dünyada iken intikamını almıştır. O, şaşaalı hayatları bittikten sonra, silik, kişiliksiz ve sefil bir hayat yaşayanların sayısı küçümsenmeyecek kadar fazladır. Ahirette ise hesapları daha çetin olacaktır. Önemli olan mekan, geçici dünya mekanı değil, ahiret mekanıdır. Çünkü orasının hiç sonu yoktur.
“Onlar senden, azabın çarçabuk getirilmesini istiyorlar; Allah, va’dine kesin olarak muhalefet etmez. Gerçekten, senin Rabbinin katında bir gün sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.” (Hacc, 47)
Yani, “Allah’ın karar ve iradesi sizin zamanınıza ve takviminize göre değildir. Yaptığınız kötü amellerin sonuçları da hemen işlediğiniz anda ortaya çıkmaz. O halde, zalimce ve günahkar bir tavır içine girdiklerinden beri bir on yıl veya bir yüz yıl geçtiği için ceza ve azap tehdidinin asılsız olduğunu düşünenler yanılgı içindedirler.(Tefhimu’l-Kur’an, c. 3, s. 375)
Adı adaletiyle anılan Hz Ömer (radıyallahu anh) üstüne basa basa şunları söylüyor: “Şunu iyi biliniz ki, bir zalime karşı hakkı haykırmak, kişinin ölümünü yaklaştıramayacağı gibi, rızkına da engel olmaz. Kul ile rızkı arasında bir perde vardır. Kul sabrederse rızkı onu arar bulur. Acele edip o perdeyi yırtsa bile daha fazlasını elde edemez.
Zulüm ve zorbalık denilince sadece fertler anlaşılmamalıdır.
Tarihte öyle zulüm sahneleri vardır ki, bunların arasında imparatorlukları, irili ufaklı devletleri görebiliyoruz. Yani zorbalığı fert olarak yapan Firavun ve Nemrutların yerini günümüzde toplum olarak Yahudiler, Filistinlilere; Sırplar, Boşnaklara; Ruslar, Çeçen ve Azerilere;
Çinliler, Türkmenlere yapmaktadırlar.
“Nice ülkeler vardır ki, (halkı) zulmediyorken ben ona bir süre tanımadım, sonra yakalayıverdim, dönüş yalnız banadır.” (Hacc, 48)
Şu halde, müslümanların her bakımdan mükemmel olması gerekmektedir. Onlar, noksanlarını tamamlamadıkça ve çalışıp düşmanlarının silahı ile silahlanmadıkça “haklının kuvvetli olma” pozisyonu asla elde edilemeyecektir. Müslümanlar, kuvvetli oldukları devirlerde ve yerlerde, zalimlerin zulümlerini önlemişler, mazlumların sığınağı olmuşlardır. Ne zaman gevşeklik ve rehavete kapılmışlarsa hep zulüm görmüşlerdir. Tarihi gerçekler ve bugün yaşadığımız acı olaylar, “hakkı hakim kılmak için güçlü olmak” gerektiğini bir kez daha gözler önüne sermektedir.