Gazeteciliğin Kısa Tarihi & Ali Süavi

Gazeteciliğin Kısa Tarihi & Ali Süavi

Haberciliğin yani bilgi toplama ve yayma işinin insanlıkla yaşıt olduğu iddia ediliyor. Öyle ki Mısır’da MÖ 18. asırda resmî bir gazetenin yayınlandığı, MÖ Romalılar’da günlük olayları halka duyuran Acta Diurna’ların bir gazete görevi gördüğü, Çin’de 12. asırdan beri gazetenin var olduğu basın tarihçileri tarafından bildiriliyor. Basın tarihinde, sözlü haberciliğin yapıldığı forum ve agora gibi duyuru meydanları da yer alıyor.

Acta Diurna üzerinde durarak MÖ gazetecilik nasıl yapılıyormuş bir bakalım. Latince olan Acta ve Diurna kelimeleri dilimize ‘Günlük Faaliyetler’ olarak çevriliyor. Karşımızda Roma’nın Resmî Gazete’si ve ‘görülmüştür’ haberleri var. Belgeleri halkla arasında bir iletişim aracı olarak kullanan devlet, kralın ve senatonun kararlarını burada paylaşıyor. Saray dedikodularının da önüne geçmek istercesine sarayda olup bitenleri resmî ağızdan duyurmak için de burayı kullanıyor. Gladyatör dövüşlerinin sonuçları da burada açıklanıyor. Spor sayfası…

MÖ Roma’da Gazetecilik

Acta Diurna’lar taş ya da metal olduğundan haberler kazınarak işleniyor. Bu durum dağıtımı zorlaştırınca taş/metal levhalar halkın yoğun kullandığı meydanlardaki mesaj tahtalarına asılıyor. İçerikte önceleri, yasal tartışmaların sonuçları ve mahkeme kararları yer alırken zamanla içeriye önemli kimselerin doğum, ölüm ve evlilik haberleri buyur ediliyor. Ardından Roma’nın siyasi haber ve duyuruları ekleniyor.
Her yeni sayı mesaj tahtasında birkaç gün asılı durduktan sonra arşivleniyor. Belgelerin önemli sayıları çoğaltılıp eyaletlere gönderiliyor. Arşivlenmesine rağmen günümüze bir örnek ulaşmaması hayal kıran notlar arasında. Acta Diurna’lar Roma’nın ikiye ayrılıp başkentin Doğu’ya taşınmasına kadar varlığını devam ettirmiş.

Habercilikten gelir sağlanması 14. asrın sonlarında Venedik’te görülüyor. Venediklilerin kullandığı bozuk para olan ‘gazetta’ karşılığında Gazettanti denilen dağıtıcılarda satılan haber içerikli el kâğıtları günümüz gazetecilik sektörüne isim oluyor. Terim anlamıyla gazette ‘parayla satılan haber bülteni’ manasına geliyor. ‘Gaza’ kelimesi Venedik dilinde ‘kese’ anlamına geldiği gibi Venedik ekonomisine ait bir para biriminin de adı.

Venedik Gazeteleri ve Osmanlı Zaferleri

15. asırda Venedik gazette’lerinde “Osmanlı ordusunun ilerleyişinin Avrupa’da nasıl heyecanla takip edildiği”ni okuyabiliyorsunuz. Bir Müslüman olarak Osmanlı’nın Avrupa’daki fetihlerini hayal ettiğinizde gazette’de okuduğunuz heyecanın yanına Avrupa insanının rengini değiştiren diğer duyguları da ekleyebilirsiniz. Çünkü bu çağda Venedik’le 16 yıl cihad eden bir Fatih var (1463-1479). I. Murad, Yıldırım, II. Murad ve Fatih’in diğer zaferleri de bu gazette’lerde. 15. asırda Gutenberg matbaayı ortaya koyunca baskı tekniğine geçildi. Bu gelişmeden önce yazılar elle çoğaltılıyordu. Matbaa, basın yayın alanında dikey geçişi sağladı. Bundan gazetecilik de payına düşeni aldı ve zamanla bir meslek haline geldi. Ama 17. asra kadar basın yayın sektörü emeklemede kaldı.

Asırlara meydan okuyan bir devlet olan Osmanlı, gazete için ceride, dergi için mecmua, yıllık için salname kelimelerini kullanırken basılı yayınların hepsine ‘matbuat’ dedi. Tercümân-ı Ahvâl gazetesinin 22 Ekim 1860’ta yayın hayatına başlaması basın tarihimizin başlangıcı olarak kabul ediliyor. İslam takvimine göre gazetenin ilk sayısının çıkış tarihi 6 R.ahir 1277. Takvim-i Vekayi’nin çıkış tarihi 1831 ama devlete ait olduğu için basın tarihimizin başlangıcı sayılmıyor. Diyanet İslam Ansiklopedisi’nin ifadesiyle “Osmanlı Devleti’nde bir Türk vatandaşının çıkardığı ilk özel Türkçe gazete” olan Tercümân-ı Ahvâl hakkında yapacağınız araştırmalarda dikkat çekici isimlere, olaylara rastlıyorsunuz. Basın tarihimizdeki yerini 1867’de katıldığı Muhbir Gazetesi’yle alan Ali Süavi gibi.

Ağzı Kalabalık Bir Adam: Ali Süavi

Ali Süavi, tarihimizde ‘Sarıklı İhtilalci’ diye anılan biri. İhtilalciliği 1878’de organize ettiği Çırağan Baskını’ndan geliyor. Ali Süavi’nin amacı Yıldız Sarayı’nda ikamet eden II. Abdülhamid’i devirebilmek için Çırağan Sarayı’nda kalan V. Murad’ı önce kurtarmak sonra tahta geçirmekti. 150 kadar kişiyle yapılan ve Ekrem Buğra Ekinci’nin ifadesiyle “İngiliz yanlısı” olan bu darbe girişimi başarısız oldu ve Ali Süavi baskında kafasına yediği sopa darbesiyle hayatını kaybetti. Darbe girişiminin İngilizlerce desteklendiği iddiasını, Ali Süavi’nin ajanlıkla suçlanan İngiliz bir kadınla evli olması kuvvetlendirmektedir.
Ali Süavi, Mısır meselesi yüzünden Sultan Abdülaziz’e yazılmış ve Belçika’da yayınlanmış bir mektubu tercüme ederek Muhbir’de yayınlar. Mektup, o zamana kadar gizliliğini koruyan Yeni Osmanlılar Cemiyeti’ni deşifre eder. Ali Süavi’nin bir kastı yoktur çünkü o da cemiyet mensubudur. O, bu mektubu yayınlayarak muhalif duruşunun ödevini yerine getirmiştir. Kendi gibi tartışmalı bir isim olan Cemaleddin Afganî’yi konferans vermesi için İstanbul’a davet eden de Ali Süavi’dir. Afganî’nin bazı ifadeleriyle ortalık karışınca mesele İstanbul Üniversitesi’nin tatil edilmesine kadar gitmiştir.
Prof Dr Ekrem Buğra Ekinci’nin belirttiği üzere “Ali Süavi’nin tahsili noksan; ama ağzı kalabalıktı. Her ilimde sathî/yüzeysel malumatı vardı. Zamana ve zemine göre her kalıba girmeyi iyi bilirdi. Hayatı tezatlarla doludur. Bir yandan Osmanlıcılığı; diğer yandan İslam birliğini müdafaa etmiş; öte yandan da Türkçülük fikrini ortaya atmıştır. Avrupa’da bile başından sarığını çıkarmazken; din ile dünya işlerinin ayrılmasını müdafaa eden yazılar yazmış; dinde halifeliğin yeri olmadığını söylemiştir. Meşvereti göklere çıkarmış; sonra mutlakıyeti müdafaa etmiştir. Latin harflerinin kabulünü teklif etmiş; namaz surelerinin Türkçe de okunabileceğini söylemiştir. Sırf Sultan Hamid’e muhalefeti sebebiyle, padişahın düşmanları tarafından vatansever, hatta bir kahraman, ileri görüşlü bir âlim, bir reformcu olarak takdim edilmiş; kâzib/yalancı bir şöhret kazanmıştır.”

Namık Kemal, Abdülhak Hamid’e gönderdiği bir mektupta konuyla ilgili şöyle der: “Onunla iki sene arkadaşlık ettim. O öyle bir adam ki, garazkâr ve dünyada misli görülmedik bir şarlatan idi. Ben her şeye öyle kolay inanmadığım hâlde, bana kendini yedi-sekiz dil biliyormuş gibi gösterdi. Hâlbuki Arapça’da bir satır yazabilecek adam değildi. O kadar cahil; cehaletiyle beraber o kadar da mağrur idi. Türkçe üç satır bir şey yazsa, âleme maskara olurdu. Kendisini davet ettirmek için Avrupa’da meşveret aleyhinde yazılar yazardı.”

Okuduklarınıza rağmen google’a bakarsanız Ali Süavi adının okullarımıza verildiğini görürsünüz.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.