“FETRETİN GÖLGESİNDEKİ VADİ”

“FETRETİN GÖLGESİNDEKİ VADİ”

Çölün en sessiz köşelerinden birinde, rüzgârın bile ayak sesleriyle yürüdüğü zannedilen derin bir vadi vardı. Gece olduğunda yıldızlar bu vadide daha parlak görünür, gündüz ise güneş kumların üzerinde altın çizgiler bırakırdı. İşte bu vadide yaşayan gençlerden biri İlyas idi.

İlyas, küçüklüğünden beri büyüklerinin anlattığı eski peygamberlerin hikâyeleriyle büyümüştü. Vahyedilen sözlerin insanları nasıl değiştirip aydınlattığını, toplumları nasıl doğrulttuğunu dinleyerek geçti çocukluğu. Ancak kendi zamanında uzun zamandır hiçbir peygamber gelmemişti. Eski kitapların dili iyice unutulmuş, insanların içindeki merhamet körelmiş, hak ile batılın çizgisi bulanıklaşmıştı.

Halk arasında herkes aynı şeyi konuşurdu:

 “Bu zaman fetret zamanıdır. Rabbimiz sustu, gök sessiz.”

İlyas için bu sessizlik dayanılmazdı.

Geceleri vadinin sarp kayalıklarına çıkar, gökyüzüne bakar, içinden şöyle geçirdiği olurdu:

“Yıllar önceki insanlar ne kadar şanslıymış… Biz ise bu sessizliğin ortasında yapayalnızız. Neden bir ışık yok? Neden bir ses duyulmuyor? Neden bunca karanlık içinde kalplerimize bir yol gösterilmiyor?”

Bir gün, bu düşüncelerle içi dolup taşan İlyas, köyün dışındaki mağarada yaşayan Derviş Reyyan’a gitmeye karar verdi. Reyyan, yıllardır insanların ruh hallerini dinleyen, kimseye karışmadan ama herkes tarafından saygı duyulan bir bilgeydi.

İlyas mağaraya vardığında derviş, bir taşın üzerinde oturmuş elindeki tespihi yavaşça çeviriyordu. Genç adam yanına yaklaşınca Reyyan gözlerini açtı.

“Geldin demek,” dedi. “Soruların ağırlaşmış.”

İlyas başını eğdi.

 “Evet… İçimde anlamlandıramadığım bir boşluk var. Sanki gök kapılarını kapatmış, biz de karanlıkta yönsüz kalmış gibiyiz. Bu fetret niçin bu kadar uzun? Neden Rabbimiz bize seslenmiyor?”

Derviş Reyyan ayağa kalktı, mağaranın hemen karşısındaki kayalıklara doğru yürümeye başladı. İlyas da peşinden gitti. Bir süre arazinin çetin yapısı içinde ilerledikten sonra derviş, çatlamış gibi görünen bir kayayı işaret etti.

 “Ne görüyorsun?” diye sordu.

 “Kuru bir taş işte,” dedi İlyas. “Sanki her şeyiyle ölü.”

Reyyan elini kayanın üzerine koydu. “Öyle görünüyor,” dedi. “Ama gel, biraz kazalım.”

Derviş, kayanın altındaki toprağı hafifçe kazarak İlyas’a küçük bir boşluk gösterdi. Bu boşlukta, neredeyse görünmeyecek kadar ince bir bitki filizi uzanmaya çalışıyordu. Rengi soluk, gövdesi cılızdı; fakat hayattaydı.

“Bu kayaya dokunan güneş olur mu?” diye sordu Derviş.

“Hayır,” dedi İlyas. “Burası tam gölge.”

 “Peki, yağmur buraya ulaşır mı?”

“Çok nadiren.”

Reyyan gülümsedi.

“İşte fetret böyle bir şeydir, İlyas. Dışarıdan bakınca her şey kurumuş, kararmış, tükenmiş görünür. Gök sessizdir, ışık gelmez, rahmet sanki ulaşmaz. İnsanlar ‘Allah bizi unuttu.’ sanır.”

Sonra avuç içiyle filizi okşadı.

“Ama kökün altında bir hazırlık sürer. Toprak içten içe can taşır. Bu filiz, dışarıdan ölü gibi duran kayanın ardında sabırla büyür. Sessizlikte büyür. Işıksız büyür. Karanlıkta güçlenir. Çünkü güneş doğduğunda, onun tutunacak bir kökü olsun diye.”

İlyas hayranlıkla baktı.

“Demek fetret… boşluk değil?”

“Hayır,” dedi derviş.

 “Fetret, toprağın kalbinde saklı bir dua gibidir. İnsanların sabrını, arayışını, niyetlerini sınar. Hakikate susamayı öğretir. Eğer vahiy kesintisiz olsaydı, insanlar onu sıradan bir ses sanırdı. Sessizlik, sesi değerli kılar.”

Bir süre daha ilerlediler. Vadinin son noktasına vardıklarında, önlerinde geniş bir düzlük açıldı. Bu düzlükte çok az ağaç vardı. Fakat içlerinden biri diğerlerinden daha gür, daha geniş dallıydu. Derviş Reyyan bu ağacı gösterdi.

 “Bu ağacı görüyor musun? Çöldeki en güçlü ağaçtır. Ama en geç yeşeren odur. Kökleri o kadar derindir ki, diğer ağaçlar kururken o ayakta kalır.”

İlyas merakla sordu:

 “Neden en geç yeşeriyor?”

 “Çünkü toprağın derininde su arar. Yüzeyden içeri indikçe karanlık artar; ama orada bulduğu su, yüzeyden akan yağmurdan daha kalıcıdır. Fetret dönemindeki insanlar da böyledir. Karanlıkta kök salar, sabırla derinleşir.”

Sonra İlyas’ın omzuna dokundu:

 “Evlat, Rabbimizin susması yok oluşumuz değil; büyük bir doğuşa hazırlığımızdır. Karanlık büyüdükçe, gelecek olan ışığın değeri artar.”

İlyas’ın gözleri doldu.

“Yani fetret… bir cezalandırma değil?”

 “Hayır,” dedi derviş.

“Fetret, insanlığın nefesini tutup beklediği, Rabbin büyük bir rahmet göndermeye hazırlandığı andır. Sessizliğin içinden peygamber doğar. En uzun gecenin sabahı nasıl en parlaksa, en uzun fetretin ardından gelen söz de öyle en güçlü olandır.”

O gece İlyas vadinin tepelerine çıktı. Yıldızlar eskisi kadar yalnız görünmüyordu artık. Sessizlik ona ürkütücü değil, ağır bir huzur veriyordu.

Ve içinden şöyle geçirdi:

“Belki gök sessiz… Ama toprağın altında bir şey büyüyor.”

Günler geçti…

Aylar geçti…

Ve bir sabah çölün dört bir yanına bir haber yayıldı:

Yeni bir peygamber gelmişti.

Göğün sessizliği bozulmuş, fetret sona ermişti.

İlyas o an fark etti ki beklediği şey aslında bir ses değilmiş.

Beklediği, sabrın olgunlaştığı bir kalpmiş❤️

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.