Ez- Zaman Bi-l İnsan

Ez- Zaman Bi-l İnsan

Yeni bir adım için “besmeleyle” başlayalım. Atmış olduğumuz bu yeni adım nedir? Neyedir? Bizde var olan ama künhüne vakıf olamadığımız şeye; zamanadır.

Zamanın içinde yaşıyor, zamandan dem vuruyoruz. Hatta bazen zamana düşmanmış gibi davranıyoruz. Ama yeniden anlamlandırmanın vakti gelmedi mi? “Geldi de geçiyor.” dediğinizi duyar gibiyim.

“Zamanınızı boşa harcamayın, zamanınızı israf etmeyin, bak zaman çok kıymetli” gibi cümlelerle sizi meşgul etmeyeceğim. Kaldı ki zamanınızı çalıyorum.

Beni bu konuda iki kelam etmeye yönlendiren şey aslında yaratılış gayemizin zihinlerde tozlanmış olmasıdır. Öyle değil mi? Şöyle bir zamana yolculuk yapacak olursak Hz. Âdem’e bütün melekleri secde ettiren şey ilim gibi bir yetisinin olması değil midir? Bizde ilimle başlayan bir serüven var. Hayatıyla gözlerimizi kamaştıran, varlığıyla tarihe iz bırakan ne kadar şahsiyet varsa aslında temel vasıflarından biri de kendilerini yaşatacak bir eser bırakmalarıdır. “Ömrümün başındayım”, “Ömrümün sonundayım.” demeden ömürlerine ömürler katacak izler bırakmışlardır. Bir Ali Kuşçu’yu anıyoruz bugün, rasathanelerdeki dehasıyla; bir İbn Haldun’u tanıyoruz “tarih”i yeniden konumlandırmasıyla; bir Fatih Sultan Mehmed’le göğsümüz kabarıyor, Yavuz’la yeni bir geleceğin hayalini kuruyoruz. Gazaliler, İbn Sinalar menkıbelerimizin başını çekiyor…

O halde bu insanları şahsileştiren şey nedir? Zamanı güzel kullanmaları mı yoksa varoluş sırlarına vakıf oldukları için, yaratılış gayelerine uygun yaşamaları mı? Demek istediğim odur ki, onlar tüm benlikleriyle durmadan çalışacakları bir gayeye hizmet etmişlerdir. Onları “onlar” yapan, zamanlarını bereketli kılan bir gayelerinin olmasıdır.

Fikir-ilim-amel üçgeninde yaşanan bir hayat aksiyonla doludur. Aksiyonun olduğu yerde ise hareket vardır. Felsefede “hareket ahlakı” gibi konular üzerinde çalışmalar yapılmıştır. Ve insanı harekete geçiren şeyin, bir gaye olduğu sonucuna varılmıştır.

Gayesiz, hayalsiz, hedefsiz bir hayat bizi nereye götürebilir ki? Biricik bir hayata sahibiz. Bu hayatı bize bahşedene halife olmaktan daha değerli ne olabilir? Aksine yaşanmış bir hayat bizi bezdirmekten başka bir işe yarar mı? Görüyoruz, duyuyoruz. Şikâyetlerle kıvranan onca insan… “Şükretmez misiniz?” ayetine bigâne kalmış. Neye şükredebilir ki maddi planlar içindeyken, manadan yoksun kalmışken.

Zamana değer katan şey, halife olarak yaratılan insandır. Peki, nasıl değer katmalıdır? Okuyarak ve dokuyarak… “Okumadığın gün karanlıktasın” der Nuri Pakdil. Karanlıkta nasıl görebiliriz. Biz okudukça aydınlanacak zaman. Az da olsa devamlı olandır kıymetli olan. O halde az da olsa devamlı olarak okumalıyız.

Peki, ne okuyacağız? Çoğu kez sorulan bir sorudur. Lakin benim size buradan vereceğim kitap tavsiyeleri çokta sağlıklı olmayacaktır. Çünkü her insanın kendine has bir okuma tarzı vardır veya okuma alanı. Kimi roman okumayı sever, kimi edebi kitapları. Kimi de düşünce kitaplarını… Okumaya yeni başlayacak arkadaşlar mutlaka sevdiği alandan başlamalı ki devamı gelsin. Gayret bizden Tevfik Allah’tan. “İnsana ancak çalıştığının karşılığı vardır.” (Necm, 9) Kader gayrete âşıktır. Burada küçük bir kıssa anlatmak yerinde ve faydalı olacaktır;

Anlatılır ki, “İslam ulemasının en meşhur ve büyüklerinden biri olan İbni Hacer ilme, tahsile ilk başladığı sıralar okuduklarından pek bir şey anlamazmış. Medreseye kendinden sonra gelenler kendisini geçince çok üzülmüş ve medresedeki öğrenimini bitirmeye, köyüne dönerek çobanlık yapmaya karar vermiş. Hocasından izin alıp köyüne dönerken su kenarında abdest almak için dolaşırken suyun oyarak mağara şekline getirdiği bir kaya parçasıyla karşılaşmış. Gördüğü manzara karşısında şaşırıp tefekküre dalmış. Kendi kendine “Bu kadar yumuşak olan su, bu koskocaman kayayı ancak azmiyle kararlılığıyla ve sabrıyla delebilir. Demek ki azmin elinden bir şey kurtulmaz.” demiş. Tefekkürle derhal o taştan esinlenerek okuluna geri dönüp daha çok çalışarak başarılı bir öğrenci olmuş. İlmi ile hürmet görmeye devam eden bir âlim haline gelmiş. İlhamını aldığı suyun deldiği taştan dolayı kendisine taş oğlu manasına gelen İbni Hacer denilirmiş. Ve büyük uğraşları sonucunda İbn Hacer el Askalani olmuş.”

Kıssadan hisse odur ki “okuyorum okuyorum ama bir arpa boyu yol alamıyorum” demeden okumaya devam edilmelidir.

Okumaya vakit bulamıyorum, zamanım çok bereketsiz diyen arkadaşlara da birkaç tavsiyede bulunalım; Allah yolunda hızını artıranın zamanı istediği kadar işe müsaade edecek bir mahiyete bürünür. Zamanın bereketli olmasını isteyenlere Peygamberimiz aleyhisselam akraba ziyaretleri yapmalarını, değerli büyüklerle zaman geçirmelerini ve çok fazla dua etmelerini tavsiye buyurmaktadır.1

Ve dahası Cuma haftanın şah günüdür. Boy abdesti, Kehf suresi tilaveti, salâvat, erkenden camiye gitmek, yeni elbiseler giymek gibi güzelliklerle Cuma’ya hürmet eden sadece o günün değil haftanın bereketini de edinir.

İkindi ile akşam arasındaki kerahet vakti büyüklere göre gündüzün seheridir. Bu vakti zikir ve ilimle geçirmek de bereket getirecektir.

Ve en önemlisi de yatsıdan sonra çok fazla sözü uzatmamak gerekir. Çünkü en bereketli zaman dilimi olan seher vakitleri ihya edilerek tüm haftaya bereket taşırılmalıdır.

V’el hâsıl kelam;

Zamanın kıymetini bileni Allah kıymetlendirir. Çok fazla ömrümüz yok ama bu ömrü bereketlendirmek bizim elimizde… Yarın bizim için de “aramızdan bir yıldız kaydı” denilmesini istiyorsak yaratılış gayemize uygun olarak çalışmalı, vakti zamanı tayin etmeliyiz. Bu ömrü çapaçur harcamak kime ne fayda getirir? Dediğim gibi eğer bir gaye doğrultusunda yaşarsak zamanımız da hayatımız da bereketlenecek ve bu zamanın kıymetini bileceğizdir. Yol yakınken haydi BİSMİLLAH…

1 “Dua, ömrün bereketini artırır.” Tirmizi

“Bereket büyüklerinizdedir.” Ramuz el e-hadis, 195. sayfa, 3. hadis

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.