Erdemli ve Faziletli Bir Cemiyetin Teşekkülü İçin Çabalamak

Erdemli, faziletli, ahlâklı, kültür ve medeniyetine bağlı cemiyetin oluşması için gayret etmek fikir adamı, aydın, kanaat önderi ve âlimlerin üzerine bir borçtur; takvalı, adil ve ahlâklı olanların, kısaca iyilerin, dürüstlerin ve samimilerin canhıraş bir şekilde, gece gündüz demeden, bıkmadan, usanmadan çalışıp çabalaması gereken ağır bir yüktür. Sabır ve çileye müteallik olan bu ağır yük, çorak toprağa ab-ı hayat sunan bereketli nisan yağmurları gibi susuz gönüllere birer rahmet, daralan ve sıkılan ruhlara birer umut neşesi olacaktır.
Nisan yağmurları nasıl çevredeki toz birikintisini, çöp, atık ve kalıntılarını temizleyip paklıyorsa erdem, fazilet, ahlâk da inşa ve ihya ettiği, hayat ruhu üflediği cemiyeti hırsızlar, kamu malını talan edenler, tefeciler, ahlâksızlar, dolandırıcılar, kumarbazlar, zinakârlar ve ayyaşlardan kurtarır; sözün hülasası kan emici, asalak ve sahtekârları ayıklayıp ayrıştıracak potansiyeli kendisinde bulur.
İslam’da şerri defetmek hayır işlemekten evladır, mesela nasıl ki namaz kılmak için önce pisliklerden arınarak taharet almak, sonrasında da abdest almak gerekiyorsa, yani namaz gibi bir hayrı işlemek için taharetlenerek önce necasetleri defetmek lazımsa o zaman diyebiliriz ki kötülükler önlenmeden iyiliklerin yapılması çok fazla etkili olmayacağı gibi kötülerle mücadele etmeden tek başına iyi olmanın cemiyete pek bir yansıması olmayacaktır.
Âlemlerin Efendisi, Fahr-i Kâinat Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v), yaşadığı Mekke dönemini ahlâk üzerine, Medine dönemini ise medeniyet üzerine temellendirmiştir. Fikir ve inanç hürriyeti çerçevesinde dinini yaşamaya çalışan Müslümanların toplumu değiştirme ve dönüştürme bilincini oluşturup dinamiklerini bu zeminde faal hale getirmeleri gerekmektedir. Bu bilincin sorumluluğunda olan bizler, zorla dayatma yoluyla değil; güzel öğüt ve nasihatlerle kalpleri fethedip kazanmakla işe başlamalıyız.
Zayıf ve güçsüz de olsak toplumun kötü haline göz yumup başkalarını bekleme yanlışına düşmemeli, emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker görevini ihmal etmemeliyiz; unutmayalım ki zayıf ve güçsüzlerin de imkân kazanarak bir gün güçleneceği aşikârdır. Bazen küçük bir damlanın sürekli aynı noktaya değerek kayayı deldiğine şahit oluruz veya sivrisinek vızıltısı bile rahatsız etmeye yetiyor. O yüzden iyiler az da olsa yaptıkları çabayı küçümsememeliler, sürünün içindeki koyunlardan biri ya da akarsuyun sürüklediği saman çöpünden olmamak adına akıntıya kürek çektiklerinin farkında olmalıdırlar.
Hz. Peygamber’in (a.s) davetine ayyaşlar, namussuzlar, sahtekârlar, dalkavuklar, hilekârlar, düzenbazlar, ahlaksızlar, tefeciler, hırsızlar karşı çıktı. Hak ve adaleti hazmedemeyenler hakikati susturmaya yeltenecekler, kendilerini kayırmayan, onlara ayrıcalık ve öncelik tanımayan nizam ve sisteme düşman olacaklar. Keyifleri kaçıracak, ağız tatlarını bozacak, üzerlerine korku salacak bir düzene tabii ki karşı çıkacaklar. Bunlar zayıf gördükleri insanların mal, can ve hürriyetine kastedeceklerdir. Bu ve bunun gibi insanların haklarını çiğneyenlere sessiz kalmayan, cemiyette mağdur, mazlum ve muhtaç olanların sığınacağı, Hz. Peygamber’in (a.s) de katıldığı Kureyş kabileleri arasında yapılan, hangi din, dil ve ırktan olursa olsun mazluma sahip çıkıp zulme engel olmak için kurulan adı Hilfu’l-Fudûl yani erdemlilerin ve faziletlilerin dayanışması gibi yapıların olması elzemdir.
Haddi aşan, başkalarının haklarına tecavüz eden caniler, katiller, zalimler, haramiler, sapıklar ve diğer suçlular; fıtratları başkalaşan, tabiatlarından kopmuş kötüleri temsil ederler, işledikleri cürüm ve suçlarla toplumda düşmanlık ve kutuplaşmayı körükleyen kötülere müdahale şarttır. Biz iyileri temsil edenler olarak varlık sahasını terk ettiğimizde, ruhsuz beden cesedinin yani sadece canlılık emaresi gösteren kalp atışlarından ibaret et parçasının yaşadığı, lakin ruhumuzun öldüğü duruma düşeriz.
Hz. Musa (as), Firavun’un sarayından çıkan bir çocuk olduğu halde tek başına İsrailoğullarının köleleştirilmesine karşı çıkarak önce bir avuç inanmışa, daha sonra bir kabile veya topluluğa hükmetme dirayeti gösterdi. Fakat İsrailoğulları içten içe özgürlüklerinin ellerinden alındığı eski hayatlarına dönmeyi tercih ediyorlardı, bu durumla ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’de Hz. Musa’nın kavminin konfor ve lüks hayatını, köleliğe ve zillet içinde yaşamaya tercih ettiği bildirilmektedir. Bir zamanlar, “Ey Musa, biz tek çeşit yemeğe asla katlanamayacağız, yeter artık, bizim için Rabbi’ne dua et de bize yerin yetiştirdiği şeylerin sebzesinden, kabağından, sarımsağından, mercimeğinden ve soğanından çıkarsın.” dediniz. (Bakara / 61)
Merhum Elmalılı Hamdi Yazır bu ayetin tefsirini ‘İsrailoğullarının bu isteğinde, şüphesiz göçebelikten kurtulup yerleşik hayata, şehir hayatına geçmek arzusu vardı. Fakat bu arzu, eğitim, ilim ve ibadet gibi yüksek bir maksat ve hedefe değil, bıldırcın ve kudret helvası yerine, soğan ve sarımsak yiyebilmek için bayağı bir maksada dayanıyordu. Bunda da vaktiyle Mısır’da yaşadıkları sefil hayata istek ve adeta hasret gibi bir maksat yatıyordu ki bu da hürriyetin kadrini takdir edemeyip, köleliğe talip olmak demekti’ diye açıklamaktadır.
Zayıf durumdayken savunulan ilke ve ahlaki duruş, güce kavuştuğunda devam etmelidir. Aksi takdirde uğruna mücadele edilen değerlerin kıymeti kalmaz. Aşk ve dava ahlakı, yerini menfaat ve gösteriş odaklı yaşantılara bırakınca, bizlere mücahit olarak gösterilenler sefahat ve israf içinde yaşamaya başladılar. Nitekim zafer sarhoşluğuyla kendi değerlerini hiçe sayarak iktidara gelmenin anlamı yoktur. Çünkü savaştayken “Namazı sonra kılalım.” diyenlere Hz. Ali (r.a) cevaben: “Uğruna savaştığımız değerleri ihmal ederek zafer kazanmanın hiçbir anlamı yoktur.” demiştir.
Bugün iktidara talip olanlar adam kayırma, rüşvet, torpil ve iltimas gibi vicdanın kabul etmediği, kamu hukukunu ayaklar altına alan, gayri insani ve gayri ahlâki davranışları önlemedikçe halkın destek ve güvenini kaybederler. Yine zaman zaman azılı hırsız, katil ve tacizciler için çıkarılan af yasaları bu suçlardan zarar gören mağdur ve masumların vicdanını yaralamakta ve intikam hislerine neden olmaktadır. Suçluların korunduğu bir sistem ve düzen yıkılmaya mahkûmdur, her şey adaletle ayakta durur. Yaşadığımız toplumda ehliyet ve liyakat olmayınca adalet de olmuyor, tabii ki de sonuç olarak toplumsal kaos yaşanması kaçınılmaz oluyor. Maalesef toplumda en çok şikâyet konusu olan ve gözetilmeyen haklar kamu hakkı ve kul hakkıdır. Üzerinde kul hakkı olanlar şunu bilmelidir ki ümmeti olduğu Peygamber (a.s) sırtını açıp “kimin üzerimde hakkı varsa gelsin alsın” buyurmuştur.
Hayatında herkesin hak ve hukukuna riayet eden Resul-i Ekrem (SAV) vefatına yakın Mescid-i Nebevi’de ashabını toplayıp onlara şöyle buyurmuştur: “Ashâbım! Kimin sırtına vurduysam işte sırtım, gelsin vursun; kimin malını sehven aldıysam, işte malım gelsin alsın.” Böylece ölmeden herkesle helalleşerek bizlere örnek olmuştur. Kul hakkı yiyen ve bu hal üzere ahirete göçenlerle ilgili hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır: “Kimin üzerinde kardeşine karşı ırz veya başka bir şey sebebiyle hak varsa, dinar ve dirhemin bulunmadığı (kıyâmet hesaplaşmanın olacağı) gün gelmezden önce, daha burada iken helâlleşsin. Aksi takdirde o gün, sâlih bir ameli varsa, o zulmü nispetinde kendinden alınır. Eğer hasenâtı yoksa arkadaşının günahından alınır, kendisine yüklenir.” (Buhârî, Mezâlim 10, Rikâk, 48)
Maalesef İslam’ın yanlış anlaşılmasıyla birlikte dünya/ahiret dengesi bozuldu; Yahudilerin dünyevileşme arzusu kapitalizm dalgası şeklinde, Hristiyanların riyazet, ruhbanlık arzusu ise sosyalizm dalgası şeklinde ictimai hayatta tezahür etmeye başladı. Hâlbuki İslam dini ne abdestli kapitalizme ne de teyemmümlü sosyalizme sıcak bakar. Talut ordusunda emre muhalefet edip nehirden kana kana su içenler gibi dünyaya dalmaktansa emre uyup susuzluğumuzu gidermek için bir avuç su içmekle mükelleftiler.
Birilerinin dediği üzere zühd hayatını tercih eden Hz. Ebu Zer el- Gıfari (r.a) örneğinde olduğu gibi kendi ihtiyaçları dışında tüm malını dağıtanlara sosyalist denilemeyeceği gibi Hz. Ebubekir (r.a) gibi zengin olup kazandığını infak ederek İslam’a hizmet edenlere de kapitalist diyemeyiz. Ama bugün geldiğimiz noktada, sosyalizmi çare olarak gören teyemmümlü sosyalistler yerini, kapitalizmi ve liberalizmi çare olarak gören abdestli kapitalistlere ve muhafazakâr liberallere bıraktı. Muhafazakâr liberaller de toplumu kıt kanaat geçinmeye zorlayıp kendileri gibi müreffeh bir hayat yaşayan bürokratik statüko ve sermaye patronlarıyla birlikte gelir adaletsizliği ve haksız düzeni oluşturdular.
Ne yazık ki hırs ve tamahlarından dolayı savundukları ilke ve prensiplerden vazgeçtiler. Bunlar ve bunlar gibi olanlar hakkında ‘Zenginlik uğruna güvenlerini satan insanları gördüm. Evlerini genişlettiler (ama) kabirlerini daralttılar.’ diyen İmam Gazali meseleyi ne güzel özetlemiştir. Hakikaten dünyalık peşinden koşanlar bir zaman sonra karakterlerini, arkadaşlarını ve yolunu kaybediyorlar.
Bizler de içimizdeki hırs ve dünya sevgisini frenlemeli, sadece dünyaya dalıp ahiretimizi unutmamalıyız. Velhasıl-ı kelam günahkârların giderek çoğaldığı, haddi aşıp zulmeden ve haksızlık yapanların arttığı, yalancı, düzenbaz ve riyakârların cirit attığı bir yerde erdem, faziletli bir cemiyet; iyilerin, mücadele edenlerin, sadık ve güvenilirlerin, takvalı ve ahlâklıların, arınıp temizlenenlerin, tevbe edenlerin omuzlarında teşekkül edecektir. Bizler de bu erdemli ve faziletli cemiyetin kurulmasında görev alan kimselerden olmayı temenni edelim. Aynı şekilde hayra teşvik edip günahtan sakındıran, iyiliği emredip kötülükten nehyeden topluluktan olmak ümit ve dileğiyle…