EL AZİZ

EL AZİZ

 

“İzzet, Allah’a, Elçisine ve İnananlara mahsustur”

İnsan, yeryüzünde “halife” olarak görevlendirilen bir varlıktır.

“Hani Rabbin meleklere, ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’ demişti.” (Bakara, 30)

“Yaratan Rab adına” yeryüzünü yönetmekle vazifelendirilen insanın bu görevini layıkıyla yapabilmesi için Rabbini hakkıyla tanıması gerekmektedir. Allah’ın bütün isimleri ve onların tecellilerinin bilgisi de bu görevin/emanetin ifası için insana yaratılıştan yüklenmiştir.

“Ve Âdem’e bütün isimleri öğretti.” (Bakara, 31)

Allah’ın son elçisine görevi bu mesaj ve hatırlatma ile vahyin başlangıcında verilmiştir:

“Yaratan Rabbinin adına oku. O insana bilmediklerini öğretti.” (Alak, 1,5)

Bir Mü’minin hayatının her alanında işlerine “Besmele-Allah adına” ile başlaması da bu gerçeğin sürekli hatırda tutulma çabasından ibarettir.

Yaratılan her varlık, gerçekleşen her olay bir ilim ve hikmet doğrultusunda, Allah’ın bir isminin veya sıfatının tecellisi sonucu yaratılmıştır ve olmaktadır. Yaratılanların var oluş sebeplerini ve sonuçlarını bilebilmek, kavrayabilmek için yaratıcıyı da tam ve doğru tanımak şarttır.

El Azîz, “Yaratan Rabb”imizin güzel isimlerinden bir tanesidir…

Türkçemize anlam olarak “yenilmesi mümkün olmayan galip; dengi ve benzeri bulunmayacak şekilde izzet sahibi, değerli ve şerefli, güçlü ve yenilmez” şeklinde çevriliyor.  Allah yegâne güç ve kuvvet sahibi olan, mağlup edilemez mutlak galiptir. O’nu âciz bırakacak hiç bir güç yoktur. Dilediğini izzetli, şerefli ve üstün kılması bu ismi şerifinin insanlar üzerindeki tecellisidir. El Muiz de bu anlamda Rabbimizin isimlerindendir.

O, İzzet sahibi ve yüce olandır:

“İzzet ve şeref isteyen, bilsin ki, izzet ve şerefin hepsi Allah’ındır.” (Fatır, 10)

“Kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet, şeref mi arıyorlar? Bilsinler ki, bütün izzet yalnızca Allah’a aittir.” (Nisa, 139)

“De ki, mülkün gerçek sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verir, dilediğinden geri alırsın. Dilediğini aziz, şerefli; dilediğini de zelil edersin.” (Al-i İmran, 26)

”Üstünlük (izzet), ancak Allah’a, O’nun elçisine ve Mü’minlere mahsustur.” (Münafıkun, 8)

Allah mutlak izzet sahibidir. Kendilerine yüklenen “emanetin” şuurunda olan elçileri ve bütün inananlar da dolaylı olarak Allah’ın lütfu ile bu izzet ve şerefin sahibidirler.

İzzet, sözlükte “güçlü ve üstün olmak, galip gelmek, saygın olmak” gibi manalara gelir. Ayrıca bir kimsenin başkaları karşısında bedensel, psikolojik, ekonomik, sosyal statü vb. yönlerden güçlü, etkin ve saygın olması, baskı altına alınamaz bir konumda bulunması durumunu da ifade eder ve “acizlik, alçaklık” manasındaki zilletin karşıtı olarak kullanılır.

İzzet, itibar, üstünlük Allah’ın, Rasulullah aleyhisselamın ve mü’minlerin yanındadır. Mü’minler izzet, şeref ve onuru üzerlerinde bir elbise gibi taşımak, bu vasıfları Allah’ın emaneti görüp muhafaza etmek zorundadırlar.

İzzet sahibi bir Mü’min, kâfirler karşısında aşağılık kompleksi taşıyamaz, acizlik hissedemez, hayatın hiçbir alanında onlara hayranlık duyamaz, onları üstün göremez. İyi ve olumlu özellikler gerçek bir mü’minde zaten bulunur, kötü vasıflar ise asla imrenilecek şeyler değildir, mü’mine yakışmaz.

Mü’mince yaşanan bir hayat en yüksek medeniyet seviyesidir. İnsanlığın dünya hayatında sergileyebileceği, ulaşabileceği en ideal hayat standardıdır. Bir mü’min, kâfirlerin hayat tarzlarını ve geçici dünyevi kazanımlarını ulaşılması gereken “medeni hayat tarzı ve seviyesi” olarak göremez, onlara -tekraren- hayranlık duyamaz, imrenemez ve övemez. Ekonomik, sosyal, askeri, spor, sanat vb her alanda böyledir. Bu durum İslam’ın izzetinin muhafaza edilememesi anlamına gelir. Kâfirlerin geçici üstünlükleri mü’minlerdeki gibi adalet ve merhametle değil zulümle kazanılmıştır haksız kazançtır. Müslümanlar bu durumu kabullenemezler, rıza gösteremezler, hakkı üstün tutma çabasını sonuna kadar sürdürmelidirler (Hakka cihadihi).

Kâfirlerin bazen ilahi sünnet gereği geçici maddi üstünlükleri olabilir. Bu durum Allah’ın mü’minlere vaat ettiklerinin yanında hiçbir şey değildir.

“İnkâr edenlerin (gönüllerince) diyar diyar dolaşmaları sakın seni yanıltmasın. Kısa süren bir faydalanmadır bu… Sonra sığınakları cehennemdir. Ne kötü bir mesken! Fakat rablerine karşı gelmekten sakınanlara, Allah katından bir ikram olarak, altından ırmaklar akan cennetler vardır; orada temelli kalacaklardır. Allah katındaki mükâfat iyi kimseler için daha hayırlıdır.” (Al-i İmran, 196-198)

Mü’minler kendi aralarında alçak gönüllüdür, çünkü her Mü’min izzet sahibidir. Kâfirlere karşı ise izzetli ve onurlu duruş sahibidirler.

“…Onlar, mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı izzetlidirler; Allah yolunda cihad ederler ve hiç kimsenin kınamasından korkmazlar. İşte bu Allah’ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah’ın lütfu geniştir; O, her şeyi bilir.” (Maide, 54)

İzzet, onur ve vakardır. Kibir değildir. İzzet kelimesi Kur’an’da Allah ve mü’minler hakkında olumlu bir anlam ifade ederken inkârcı ve münafıklar hakkında kullanıldığında onların kibir, gurur, inat ve öfke duygularını, bu duyguların etkisiyle işledikleri kötülükleri sürdürmelerini anlatır.

İzzet ve neticesi olan vakar, Mü’min olmanın bir gereğidir. Nefisten kaynaklanan dünyevi geçici özellikler ise yersiz gurur ve kibre yol açar ki bu duygu (izzet-ü nefis ve tekebbür) imanla bir arada düşünülemez.

Ahlâk kitaplarımızda insanın kendini zilletten koruması çoğunlukla “hürriyet” kelimesiyle ifade edilir ve bu hususta kişinin kendi şerefini korumasının, kimsenin elindekine göz dikmeden minnetsiz bir hayat yaşamasının, yalnız Allah’a dayanıp güvenerek hakiki izzeti O’ndan beklemesinin gerekliliği üzerinde önemle durulur.

İnsan, İslâm’dan ve onun kazandırdığı değerlerden uzaklaşması halinde izzetten de yoksun kalır. İnsanlar izzetin kaynağı olan (El Azîz) Allah’a ne kadar yakın olurlarsa izzetten de o kadar pay alırlar. İzzet ve şeref sahibi olmak Allah’a iman ve sadece ona kulluk etmekle mümkündür.

Müslümanların tarihine bakılırsa bu durum açıklıkla görülür. Müslümanlar Kur’an’ı rehber edinip yaradılış gayelerine uygun bir hayat tarzını benimsedikleri sürece izzetli ve şerefli bir konumda olmuşlar, kendi dinlerinin ilkelerinden uzaklaştıkça izzetlerini de kaybetmişlerdir. Onları bu durumdan kurtaracak çare yine İslâm’ın izzetini kuşanmaktır. Çünkü:

”Üstünlük (izzet), ancak Allah’a, O’nun elçisine ve mü’minlere mahsustur.” (Münafıkun, 8)

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.