Ebu Eyyûb El-Ensari

İslam’a ilk giren Ensar’dandır. Akabe Biatı’na katılmış yetmiş kişiden biridir. Başta Bedir savaşı olmak üzere tüm gazvelere katılmıştır. Rasulullah aleyhisselam Medine’ye geldiğinde kendisini konuk etmek isteyen Müslümanlardan hiçbirinin gönlünü kırmamak için devesinin bırakılmasını, kimin kapısına çökerse orada misafir olacağını bildirmiş. Deve Ebu Eyyub’ un r anh evinin önünde çökmesi üzerine mescidi ve evi yapılana kadar Ebu Eyyub’un r anh evinde misafir olmuştur. Mekke’den Medine’ye hicret eden Müslümanlar arasında Rasulullah aleyhisselamın tesis etmiş olduğu kardeşlik çerçevesinde Mus’ab bin Umeyr ile kardeş kılınmış. Ebu Eyyub el-Ensari r anh, Hz. Peygamber aleyhisselamın vefatından sonra da cihadı terk etmemiş, savaşların ve fetihlerin yorulmaz neferi olmuştur.
Ebu Eyyub’un hizmetçisi olan Eflah, Ebu Eyyub’dan r anh naklediyor:
“Rasulullah aleyhisselam Medine’ye geldiğinde evin alt katında konakladı. Bense üst kattaydım. Bir gece ansızın uyandım ve “Rasulullah aleyhisselamın üstünde geziniyoruz ha!” dedim. O gece Rasulullah aleyhisselam yattığı kat hizasında uyuduk. Sabahleyin bu olay Rasulullah aleyhisselama bildirince “Alt kat benim için daha uygun.” dedi. Ama ben “Hayır! Senin alt katta olduğun bir evde ben yatamam!” dedim. Bunun üzerine Rasulullah aleyhisselam üst kata çıktı. Biz de alt katta yatmaya başladık… Bir gece testileri kırılmış, su aşağıya akar da Rasulullah aleyhisselam rahatsız olur endişesiyle yorganlarını suyun üzerine bastırmışlar.
Bir gün Ebubekir r anh öğlen sıcağında mescide gitti. Bunu duyan Ömer r anh “Ey Ebubekir! Bu saatte seni dışarı çıkaran şey nedir?” diye sordu. Ebubekir r anh “Beni dışarı çıkaran şiddetli açlıktan başka bir şey değil.” diye cevap verdi. Ömer r anh “Allah’a yemin ederim ki ben de aynı nedenle dışarı çıktım.” dedi. Bu sırada Rasulullah aleyhisselam çıkageldi ve “Bu saatte sizi dışarı çıkaran şey nedir?” diye sordu. “Vallahi, karınlarımızda hissettiğimiz şiddetli açlıktan başka bir şey değil.” dediler. Efendimiz aleyhisselam da “Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki beni de dışarı çıkaran başka bir şey değil, haydi kalkın!” buyurdu. Ebu Eyyub’un kapısının önüne gelene kadar yürüdüler. Ebu Eyyub r anh Peygamberimiz aleyhisselam için genelde yemek veya süt ayırırdı.
Her zamanki vakitte Rasulullah aleyhisselam gitmeyince o da yemeği çocuklarına yedirmiş ve çalışmak için hurmalığına gitmişti. Kapıda karşılarına Ebu Eyyub’un hanımı çıktı ve: “Allah’ın Peygamberi ve beraberindekiler hoş gelmiş” dedi. Hz. Peygamber aleyhisselam “Ebu Eyyub nerede?” diye sordu. Sesi duyan Ebu Eyyub çalışmakta olduğu hurmalıktan koşarak geldi ve “Allah’ın Peygamberi ve beraberindekiler hoş geldiniz.” dedi. Sonra “Ey Allah’ın Peygamberi! Her zaman geldiğin vakitte buyurmadın.” diye ilave etti. Rasulullah aleyhisselam “Doğru söylüyorsun” dedi. Bunun üzerine Ebu Eyyub koşarak içinde kuru, olgun ve yaş hurmalar bulunan bir salkımı koparıp getirdi. Yemeği yiyip karınlarını doyurunca Hz. Peygamber aleyhisselam “Ekmek, et, kuru hurma, yaş hurma, olgunlaşmamış hurma…(bu sırada gözleri yaşardı) Canımı kudret elinde tutan Allah’a andolsun ki, bu nimetlerden kıyamet günü sorguya çekileceksiniz.” buyurdu. Bu sözlerin arkadaşlarına ağır geldiğini gören Peygamber aleyhisselam “Böyle nimetlere ulaşıp elinizi sürdüğünüzde ‘bismillah’ deyiniz. Doyduğunuzda ise: “Bizi doyurup, nimet veren ve bu nimetleri fazlasıyla lütfeden Allah’a hamdolsun.” deyin. İşte bu (hamdiniz) bu nimetlerin karşılığıdır.” buyurdu.
Rasulullah aleyhisselamın vefatından sonra da ne kadar zor ve meşakkatli olursa olsun, Müslümanların yaptıkları bütün savaşlara katıldı. Gece ve gündüz, gizli ve açık olarak tekrarladığı nakarat, Allah’ın şu ayetiydi: “Gerek hafif, gerekse ağırlıklı, hepiniz istisnasız savaşa çıkın.”(Tevbe, 41)
Bugün İstanbul’un kalbinde büyük, çok büyük bir adamın cesedi vardır. Sultanlarımız kılıçları orada kuşandı ve bizler İstanbul ziyaretine oradan başlarız. Ebu Eyyub’un hayatını düzenleyen ve ona kılıcını bir kenara koyup dinlenme fırsatı vermeyen savaşlara rağmen onun hayatı üzerine çiğ düşmüş bir şafak esintisi gibi sakindi. O, Rasulullah aleyhisselamdan bir hadisi kendine rehber edindi. “Namaz kıldığında ölecek olan biri gibi kıl! Özür dileyeceğin bir sözü söyleme! Ve insanların elinde olan bir şeye ümit bağlama!”
Böylece dili fitneye karışmadı. Nefsi hiçbir şeye tamah etmedi. Hayatını âbid kişinin özlemleri ve veda etmek üzere olan birinin sessizliği içinde tamamladı. Eceli geldiğinde de tüm dünyadan, yücelik ve kahramanlık bakımından hayatına benzeyen o arzusundan başka bir dileği yoktu. “Benim cesedimi alıp uzaklara… uzaklara… Roma topraklarına götürün… Sonra orada defnedin…” O, bugün orada yatıyor. Kılıç şakırtılarını ve at kişnemelerini duyamıyor. Zira iş çoktan bitti. Fakat o bugün, sabahtan akşama kadar başka sesler duyuyor. Ufuklara doğru uzanan minarelerden yükselen ezan seslerini dinliyor! Allahu Ekber, Allahu Ekber! Bu sese ebedi istirahatgâhındaki ruhu şöyle karşılık veriyor;
“Bu, Allah’ın ve Resul’ünün bize vadettiğidir. Allah ve Resulü doğru söylemiştir.”