Dünyaya Hakim Dört Kişiden Biri: Süleyman (as) Ve Ordusu

Dünyaya Hakim Dört Kişiden Biri: Süleyman (as) Ve Ordusu

Allah Azze ve Celle, Süleyman ve Davud’a dünyevî ve uhrevî işlerde öncülük etsinler diye zahiri ve bâtıni ilim verip,[1] diğer insanlara fazilet ve hüküm bakımından önder kılmıştır.[2] O ikisi de bu ihsan ve lütfa karşılık Allah Teâlâ’ya hamd-ü sena etmişlerdir.

Babadan Oğula Peygamberlik-Hükümdarlık

Hz. Davud’un vefatından sonra peygamberlik vazifesi on dokuz oğlundan[3] birine; Hz. Süleyman’a verildi.[4] Söylemekte fayda var ki; nübüvvet, babadan oğula, akrabadan taallukata geçmez. Nitekim Efendimiz aleyhisselam “Biz enbiyalar zümresi, vâris-peygamber- bırakmayız.”[5] buyurmuştur.

 Hz. Süleyman’ın Davud’a vâris olması; babadan oğula geçen monarşik sistem gibi değil ikisine de ortak olarak bahşedilen hüküm ve nebilikten dolayıdır.

Dünyaya Hâkim Dörtten Biri[6]

Hz. Süleyman’a peygamberlik ve hükümdarlık vazifesi verilince, Allah Teâlâ’nın O’na verdiği nimeti teşhir etmek,[7] insanları olduğu hak din üzere çağırmak, O’na itaat eden müminlerin imanlarını ziyadeleştirmek, nübüvvetini inkâr eden kâfir ve münafıklara karşı hücceti kaim kılmak adına[8] “Ey İnsanlar, bizlere (Davud ve Süleyman) kuşların dilini anlama,[9] cinlerin ve insanların ihtiyaçlarını giderme, rüzgârların[10] tertibi ve düzenini sağlamak için “Mantıku’t-Tayr[11] ve ilim verildi.”[12] İşte bize verilmiş bu mezkûr şeyler de muhakkak ki, Allah Azze ve Celle’den bir fazilet ve apaçık ihsandır.[13]

İnsanlardan, cinlerden ve kuşlardan oluşan bir ordu[14] Hz. Süleyman için toplandı. Ordu mesafesi; yüze yüz fersahtı. Her bir fersah dört kısımlara ayrılıp; insanlardan, cinlerden, kuşlardan ve vahşi hayvanlardan oluşmaktaydı. Cinler, Süleyman aleyhisselam için altın ve ipekten kilim dokumuş, üzerinde oturması için altından ve gümüşten taht, sağında ve solunda ise âlimler ve divan kurultayı için koltuklar yapmıştı. Etrafında insanlar ve cinler yukarıdan da güneş ışınlarının O’na gelmesini engellemek adına kanatlarıyla perde görevini ifa eden bir kuş vardı. Ordunun nüfusu çok,[15] uzunluğu da hayli fazla idi. O yüzden öndekiler, arkada kalanlar ordudan fazla kopma yaşamasın diye yavaşlar veya dururdu.

Nimete Şükretmek de Nikmetmek de Senin Elinde

Yolda Karınca Vadisi’ne[16] geldikleri vakit,[17] “Münzir” isimli topal[18] ve muhafız[19] bir dişi karınca,[20] Süleyman aleyhisselam ve ordusunun geldiğini hissettiği zaman etrafındaki ve muhafazası altındaki karıncalara emretti ki; “Yuvalarınıza girin! Süleyman ve ordusu azametinden ve sizin yerinizin burada olduğunu bilmediklerinden sizi ezmesin, etrafa savurmasın.”

Rasûlü’s-Sekaleyn Süleyman aleyhisselam kuşların ve etrafındaki hayvanların dilinden anlayabildiğinden;[21] topal karıncanın, arkadaşlarının maslahatını düşünüp onların iaşesi adına nasihat etmesi, ayrıca Süleyman ve ordusunu adaletli gördüğünden tebessüm ederek güldü.[22] Ve Rabbinin O’na verdiği nimetler, ihsanlar ve ilhamlar adına; “Ya Rabbi! Anama ve babama vermiş olduğun nimetlere şükretmemi,[23] kalan ömrümü geçen ömrümden daha hayırlı eyle! Razı olacağın hal üzere yaşamamı, canımı kabzedinceye kadar ihsan ve lütuflarına karşılık bir nebze olsun şükretmemi nasip eyle! Şüphesiz hiçbir beşer, kendi salih ameli ile değil senin rahmetin,[24] iznin ve kudretin ile cennete girecek. Sen de beni rahmetinle cennetine koy! Beni salih amel işleyip de cenneti hak etmiş olan kimselerin zümresine dâhil eyle!” diyerek şükretti ve hamd etti.

Süleyman aleyhisselam ve ordusu havada uçarak yol katettiğinden karıncalar rüzgârdan etkilenmesin ve zulüm görmesin diye ordusunun durmasını emretti.


[1] İsmâîl Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân, C. 6, s. 348.

[2] İbn Kesîr, Tefsîru’l Kur’âni’l-Azîm, C. 5, s. 663.

 

[4] İbn Kesîr, Tefsîru’l Kur’âni’l-Azîm, C. 5, s. 663.

[5] Bkz. Buhârî, Humus, 1; Müslim, Cihâd, 49.

[6] Dünyanın hâkimlerinden mü’min olanlar; Hz. Süleyman, Hz. Zülkarneyn’dir. Kâfir olanlar ise, Buhtu’n-Nasr ve Nemrud’dur.

[7] Muhammed Ali Sâbûnî, Safvetü’t-Tefâsir, C. 2, s. 851.

[8] İsmâîl Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân, C. 6, s. 350.

[9] Muhammed Ali Sâbûnî, Safvetü’t-Tefâsir, s. 851; Taberî, Tefsiru Taberi; C. 19, s. 87.

[10] Bkz. Enbiyâ 21/81; Sa’d, 38/36; Sebe, 34/12.

[11] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, C. 10, s. 297.

[12] Müfessirler, “bize her şeyden verildi.” İfadesini kesretten kinâye olarak ifade ettiler. Yani; o verilen şey servet ve devlet yönetimi.” Çünkü ileride Hüdhüd kuşu, onun farkına var(a)madığı, ihâta ed(e)mediği bir haber (Belkıs) getirecek bu da onun tamamıyla kâmil mânada her şeye vâkıf olmadığını göstermektedir. 

[13] Peygamberler de övünme cehd-u gayreti yoktur. Bkz. Tirmizî, Menâkıb, 1, Tefsir, 18; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/282.

[14] Neml, 27/17.

[15] Çok ihtilaflı bir mesele olduğundan burada muayyen sayı verilmedi.

[16] Ekseriyet; Şam vadisi, zayıf bir rivâyete göre; Yemen.

[17] حتى/Hattâ; İbtidâiyye’dir. Yani “bu sözün başlığı bir önceki âyetin nihayeti konumunda. Onlar toplandı bir hayli yol aldılar hatta Karınca Vadisi’ne bile geldiler” mânasında. Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, C. 6, s.148.

[18] Nesefî, Tefsiru Nesefî, C. 2, s. 544. (Neml sûresi, 18. âyet.)

[19] Zehebî, Lisânü’l-Mîzân, C.1, s. 354; İbn Kesîr, Tefsîru’l Kur’âni’l-Azîm, C. 5, s. 664.

[20] Bkz. Hâşiyetu alâ Keşşâf, C. 4, s. 440.

 

[22] 1-Gülmekten önce tebessüm geldiğinden ayette de önce tebessüm ardından dıhk geldi. (İsmâîl Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân, C. 6, s. 357.)  2-Süleyman’ın tebessümü karıncanın sözleriyle sürur olduğundan tebessümü dıhk ile tekidledi. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmu’l-Kur’ân, C. 16, s. 121; İsmâîl Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân, C. 6, s. 357; Tefsiru’l-Münir, C. 10, s. 298.

[23] Çünkü anne-babaya verilen şey oğula vermiş gibi sayılır.

[24] Buhârî, Rikâk, 18; Müslim, Münâfikîn, 71-73.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.