DÜNYAYA ALDANMAMAK (1)

DÜNYAYA ALDANMAMAK (1)

Değerli Müslümanlar, Bugünkü sohbetimiz dünyaya aldanmamak, ahiret amellerine sa’yü gayret göstermek hususunda olacaktır.

Ashab-ı kiramdan Zeyd bin Sabit (RA) Rasulullahın (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle söylediğini rivayet etmektedir:

“Bir kimsenin niyeti ahiret olursa Allah (celle celalühu) onun dağınık işlerini bir araya getirir. Ona gönül zenginliği, kanaat verir. Dünya nimetleri ona boyun eğer. Bir kimsenin niyetinde dünya olursa Allah (celle celalühu) onun işlerini dağıtır. Kalbine açlık, fakirlik korkusu salar. Dünyadan kendisine gelen ise ancak Allah’ın (celle celalühu) yazdığı kadardır.”

Değerli müslümanlar, bu hadisi şerif ışığında insan kendi hayatını şöyle bir gözlemlese, dünyaya daldığı, ahireti unuttuğu zaman veya dünya işlerini ahiret amellerinin önüne aldığı zaman nasıl zihnî, kalbî ve fiilî bir dağınıklık içini girdiğini görecek ve bu hadisi şerifteki hakikatin tecellisini kendinde temaşa edecektir. Fakat kişinin dünya ile meşgul olurken bile asıl niyeti ahiret olursa yani dünya işlerini Allah’a (celle celalühu) kulluk için vasıta kılma niyetiyle çalışırsa dünya işleri bile onun için düzene girecek ve birçok hususta kalbi, zihni huzura, rahata kavuşacaktır.

Şurası kesin olarak bilinmelidir ki değerli mü’minler, bir kimse Allah Resulünün (sallallahu aleyhi ve sellem) izine düşerse, onun sünnetine uygun bir hayat tarzı sergilerse muhakkak Allah (celle celalühu) onun kalbine bir huzur, bir kanaat, bir tevekkül ve bir muhabbet koyacaktır. Az şeyler onun hayatında çok iş yapacak, az şeyler onun pek çok ihtiyacını karşılayacaktır. Çünkü onun hayatı bereketli bir toprağa düşen tohum gibi bire yedi, yedi yüz, yedi bin, hatta milyonlar verecektir. Ama bir insanın niyeti sadece dünya olursa, hırsla, tama ile ahireti unutturacak, Allah’ı (celle celalühu) unutturacak bir dünya olursa o zaman bu gayreti çorak bir araziye tohum saçmaya benzer. Siz tonlarca buğday tanelerini çorak bir araziye saçsanız, o tonlarca taneden belki saçtığınız kadar da alamayacaksınız. Çünkü zemin, bereketli olmayan, çorak, bitki vermeyen bir zemindir. Yağmur yağsa çorak yüzüne çıkar ve taneler dışta kaldığı zaman kuşlar, böcekler tarafından toplanır. İçte kaldığı zaman, toprağın içine girdiği zaman da çürür. Çorak onu sıkar ve onun neşvu-nema bulmasına mani olur.

İşte Rasulullahın (sallallahu aleyhi ve sellem) hadiste işaret ettiği bu hakikati anlayan mü’minler hiçbir zaman gönüllerini dünyaya, makama, mevkiye, paraya, pula kaptırmamışlar, dünyaya karşı kanaatkâr olmuşlar ahirete karşı ise alabildiğine bir cehd ve gayret içerisine düşmüşlerdir. Onun için onların dünyadan az miktardaki çalışmaları, gayretleri bereket üzerine bereket olmuş az bir şeyle çok ihtiyaçlarını karşılamışlardır.

Değerli mü’minler, bir gün Hz. Ömer (RA) Rasulullahın (sallallahu aleyhi ve sellem) huzuruna girdiler. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hasır üzerine yatmıştı. Vücuduna, yüzüne yattığı hasırın izi çıkmıştı. Âlemlerin efendisi, kainatın sultanı Hz. Muhammet Mustafa’yı (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hasır üzerinde ve hasırın izlerini yüzünde, vücudunda görülür halde görünce Hz. Ömer (RA) ağlamaya başladı. Rasulullaha (sallallahu aleyhi ve sellem) böyle bir şekilde yatmayı uygun görmedi. O kâinatın efendisiydi. O Allah’ın dostu, sevgilisiydi. O bir hasır üzerinde mi yatacaktı. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Hz. Ömer’e sordu:

“Ya Ömer seni ağlatan nedir?” Hz Ömer (RA) şöyle dedi:

“İran Şahı Kisrayı ve Bizans hükümdarı Kayzeri hatırladım ve onların dünya bolluğunu düşündüm. Sen ki Allah’ın Resulü olduğun halde bir hasır üzerinde yatıyorsun ve yüzünde hasır izi görüyorum. Ya Rasulallah beni ağlatan budur.” dedi. Bunun üçerine Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Onların ulaşabilecekleri iyilikler kendilerine dünya hayatında peşin olarak verildi. Fakat biz öyle bir ümmetiz ki iyilik ve ihsanlarımız, Allah’ın sonsuz lütfu, ihsanı ahirete bırakıldı.”

Yani dünyada biz Allah’ın (celle celalühu) vermiş olduğu nimetlerden rızıklanacağız. Fakat kisraların, kâfirlerin, münafıkların nice Allah’ı (celle celalühu) inkâr edenlerin bolluk içerisinde bulunmaları katiyen bizi üzmesin. Çünkü biz dünyada nail olduğumuz nimetlerin ötesinde, dünya nimetleriyle kıyas edilemeyecek şekilde, o İran kisralarının, o Bizans hükümdarlarının, nail olduğu nimetlerle kıyas edilemeyecek bir ahiret nimetine nail olacağız. Cennette ebedi olarak kalacağız. Biz böyle bir ümmetiz diyor Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem).

Onun için değerli mü’minler biz dünya için değil ahiret için çalışacağız. Elbette dünyayı da boş bırakmayacağız. Dünyaya da çalışacağız. Fakat dünyadaki çalışmalarımız da dünya için değil ahiret için olacak. Dünyada ebedi kalacakmış gibi mal yığmayacağız. Kazanacağız fakat kazandıklarımızı Allah (celle celalühu) yolunda harcama cömertliğini göstereceğiz. İşte o zaman bu çalışmalar dünya için bir çalışma olmaktan çıkar. Dünyada çok mal mülk sahibi olmak eğer onu Allah (celle celalühu) yolunda harcıyorsak dünyalık olmak demek değildir. Hasanı Basri (Rh) şöyle diyor:

“Kırk sene Rasulullahın (sallallahu aleyhi ve sellem) halka okuduğu bir hutbesini aradım. Bulamadım. Sonra bana “O hutbe ensardan birinin yanındadır.” dendi. Gittiğim zaman onun Cabir bin Abdullah (RA) olduğunu gördüm. Ona “sen Rasulullahın her Cuma halka okuduğu hutbeyi dinledin mi?” diye sordum. Rasulullahın (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu söyledi:

“Ey insanlar sizin için bir gaye vardır, ona yöneliniz. Mü’min bir kul iki korku arasındadır. Biri geçmiş bir durumdur ki Allahu Teala  ona ne yapacaktır bilinmez. Bir de şimdi içinde bulunduğu durumdur ki Allah u Teala onun hakkında nasıl bir karar vermiştir o da belli değildir. Durum böyle olunca kul kendi saadeti için bir şeyler hazırlamalı, hayatından ölümü için bir şeyler kapmalı, gençliğinden yaşlılığı için bir şeyler ayırmalıdır. Dünyasında da ahireti için bir şeyler hazırlamalıdır. Dünya sizin için yaratıldı, siz de ahiret için yaratıldınız. Nefsimi kudret elinde tutan yüce Allah’a (celle celalühu) yemin ederim ki ölümden sonra hiç bir sıkıntı yoktur. Dünyadan sonra da yer olarak ya cennet veya cehennem vardır. Bu sözü söyler, hem benim için hem sizin için Allah’tan (celle celalühu) bağış talibinde bulunurum.”

Evet değerli müminler, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Cuma günleri ashabına böyle hitabede bulunurlar ve bu sözleri, bu mübarek kelamları tekrar ederlermiş. Bizim şu ana kadar geçmiş günlerimizde yaşadığımız bir dönem var. Allah (celle celalühu) bizim hakkımızda ne hüküm verdi bilmiyoruz. Şu anda içinde yaşadığımız günlerde, saatlerde, dakikalarda da Allah’ın bizim hakkımızdaki hükmü nedir bilmiyoruz. Yani Allah (celle celalühu) bizim hayatımızı sona mı erdirecek? Yoksa mühlet mi tanıdı, yaşayacak mıyız? Ecelimiz geldi mi, gelmedi mi? Belalar, musibetler deryasında mı dolaşacağız veya nimetler, ihsanlar ikliminde mi bulunacağız? Allah’ın lütufları, ihsanları üzerimize yağacak mı yoksa bela okları, musibet okları arasında şaşalayıp kalacak mıyız bilemiyoruz. Böyle bir korkulu hayat içerisindeyiz. Fakat bu durumun farkında olanlar için bu hayat insana böyle bir korku, aynı zamanda ümit getirir.

Fakat acaba korkunun ne olduğunu, ümidin ne olduğunu bilmeyenler, sadece hayatı şu dünya hayatından, sadece yemeden, içmeden, giymeden, gezip eğlenmeden ibaret sayan, bu korkulardan, bu ümitlerden habersiz bir hayata mahkûm olan insanlar nasıl bir huzur, nasıl bir saadet bekleyebilirler? Onlar zaten dünyanın telaşı içerisinde elde ettiklerinden, geçici bir süruru bile birçok kez yaşayamadıkları için hırs ve tama, aynı zamanda bir hüzün içerisindedirler. Onun için onlar dünyadan elde ettikleri ne kadar çok olursa olsun, ne kadar yüksek makam ve mevkilere gelirlerse gelsinler, ne kadar çok mal mülk edinirlerse edinsinler asla huzur duyamazlar. Çünkü huzur ve saadet dünyadaki makam mevkide, dünyadaki geçici nimetlerde değil imandadır. Ve imanın gereği olan âmâli salihayı yaşamaktadır.

Değerli mü’minler, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyorlar:

“Asıl şaşılacak kişi ebedi alemi tasdik ettiği halde hep dünya için çalışandır.”

Evet, bir insan ki öbür alemi tasdik ediyor. Ölümden sonraki hayatı tasdik ediyor. Cennetin, cehennemin varlığını kabul ediyor. Buna rağmen hep dünya için koşturuyor. Ahiret amellerinde ise hep tembellik yapıyor. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) asıl bu insana şaşılır’ buyuruyor.

Cabir bin Abdullah’dan (RA) naklen şöyle bir rivayet var:

“Rasulullahın (sallallahu aleyhi ve sellem) bir meclisinde hazır bulundum. Beyaz yüzlü, güzel saçlı, üzerinde beyaz bir elbisesi olan biri huzurundaydı.

“Ya Rasulallah sana selam” dedi. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) onun selamına şöyle mukabele etti:

“Sana da Allah’ın selamı ve rahmeti olsun.” Bundan sonra o gelen kişi:

“Ya Rasulallah dünya nedir?” diye sordu. Rasulullahın (sallallahu aleyhi ve sellem) cevabı şöyle oldu:

“Dünya uykudakinin rüyasıdır. Dünya ehli ya mükafat görecek ya da ceza alacaktır.”

Evet, dünya uykudaki bir insanın rüyası gibidir. O kişi Rasulullaha (sallallahu aleyhi ve sellem) yine sordu:

“Ya Rasulallah ahiret nedir?” Efendimiz:

“Ebedi hayattır. Orada bir gurup cennete bir gurup da cehenneme girecektir.” O kişi:

“Peki cennet nedir?” diye sorunca Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

“Dünyanın karşılığıdır. Dünyayı bırakana oranın ebedi nimeti verilir.” buyurdu.”

Evet cennet dünyanın karşılığıdır. Dünyayı bırakana oranın ebedi nimeti verilir. Değerli mü’minler, tekraren ifade edelim ki dünyayı bırakmak, elini eteğini çekip köşende oturmak demek değildir. Çalışacaksın, çabalayacaksın, uğraşacaksın fakat dünyayı kalbine koymayacaksın. Elindekine kanaat getireceksin.

O zat devamla efendimize:

“Cehennem nedir?” diye sorunca Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem):

“O da dünyanın karşılığıdır. Dünyayı isteyip ahireti unutana verilir. Oradan ebediyen ayrılamaz.” diye cevap veriyor.

Ahireti unutuyor, dünyayı istiyor. Hırsla, tama ile dünya için çalışıyor. Mal mülk biriktirmek, makam mevkisini yükseltmek için yapmadığı denaat kalmıyor.

Yine o zat efendimize:

“Bu ümmetin hayırlısı kimdir? diye soruyor. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem):

“Dünyada Allah’a (celle celalühu) itaat eden ve ömrünü o yönde bitirendir.” buyuruyor.

Evet, ümmetin en hayırlısı dünyada Allah’a (celle celalühu) itaat eden ve bu itaatini son nefesine kadar devam ettirenlerdir. Rabbım bizleri de onlardan eylesin.

Adam yine soruyor:

“Dünyada iken nasıl olmalıdır?” Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

“Geçip giden kafilesini arayan, eteği belinde biri gibi olmalıdır.” buyuruyor.

Bir adam düşünün ki haberi yokken veya bir ihtiyacı için ayrılmışken kafilesi, kervanı yola dizilmiş gitmiş. Adamcağız telaşla kafilesini arıyor. O kafile ahirettir. Dünyada kalma zamanı ise bir kafileden kısa bir zaman ayrılmak kadar bir şeydir. Ahirete göre dünya hayatı, kafilesinden yani beraber yolculuk yaptığı kişilerden bir anlık ayrı kalmak kadardır. Dünya ile ahiretin arası göz açıp kapayıncaya kadar bir zamandır. Evet, dünya hayatı bu kadardır. İşte şu ana kadar yaşadık. Bundan sonra ne kadar yaşarız bilmiyoruz. Bin yıl bile yaşayanlar aramızda yok. Yüz yıl yaşayanlar aramızda yok. Çocuk yaşta aramızdan ayrılıp gidenler, ölenler var. Biz de bir gün emri hak vaki olup gideceğiz. Rabbımız (celle celalühu) bizleri imanla yaşatsın, imanla öldürsün ve imanla diriltsin. Amin…

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.