Dünya Hz. Yusuf’un İçinde Bulunduğu Saraya Benziyor

Tecessüs ve tevekkül ile başlamak istiyorum söze. İçe ve dışa dönük olan duygularla başlıyor aslında her şey. Burada da “gözlerini haramdan sakınsınlar” buyruğunun ehemmiyeti bir kez daha belirginleşiyor. Yüce Rabbimiz, sakınmayı, yaklaşmamayı öğütlüyor ilk elden. Zaten ondan sonra gelecektir gelecek olan… Harama kapıları kapamak ya da aralamakla başlayan süreç. Tecessüs ve tevekkül, ruh dünyamızın mecrasını da belirliyor. Aliya, tecessüs ve tevekkülü şöyle tanımlar: “Birincisi dışarıya bakışla yönelimlidir, ikincisi ruha ve benliğe doğru içe yönelimlidir.”
Allah’u Teala tecessüsü haram kılarken, tevekkül edenleri sevdiğini beyan ediyor.
Hızla akıp giden hayatın içinde içe, benliğe doğru bir “iç seyahat” “tevekkül” ne kadar zor görünüyor.
İç dünyanıza seyahat ettikçe özünüze doğru bir gidiş sağlarsınız, varlığınızı, yaratılış gayenizi, durduğunuz, durmanız gereken yeri-zemini bulursunuz. Ya da dış dünyanın menzilsiz akışına kaptırırsınız kendinizi.
Büyük bir yarışın içinde koşuyoruz biteviye, finalini bilmediğimiz bir koşturmanın ardından kalan zamanlar ise tevekküle değil tecessüse aralanıyor tüm kapıları.
Toplum olarak her geçen gün biraz daha tevekkülden, içimize doğru bir yolculuktan uzağa düşüyoruz . Görmek istemediklerimiz var orda ve elbette duymak istemeyeceklerimiz… Tecessüsün dizginlenemez arzusuyla herkes karşısındakinin, başka hayatların neredeyse içine nüfuz etmek ruhunu, benliğini, düşlerini görmek, bilmek ve sahip olmak istiyor… Bildikleriyle vurmak, sahipliliğiyle esir kılmak istiyor ve aslında kendisi tecessüsün bir esiri haline geliyor.
Ekranlar ve ekrandan kah dizi, kah gündüz kuşağı, magazin programı vs. adlar altındaki programlar merak duygusunu, başka hayatların mahrem alanlarını, günahların teşhirini tetikliyor, yaygınlaştırıyor. Televizyon kanalları, sosyal paylaşım ağı dediğimiz internet ortamı alabildiğine, olabildiğince körüklüyor tecessüs duygusunu. Hep öteki “ne yapıyor”a odaklanıyor. Kendi yapması gerekenlerden bihaber hale geliyor insan. Ya da sadece meraktan takip ettiği davranış biçimini, hayat tarzını ya kabullenmiş, meşru görür olmuş ya da yaşıyor olarak buluyor kendini.
Ahlaki yozlaşma her yanımızı sarmış durumda. Aileler hızlı bir çözülmeyi yaşıyor, boşanmalar hızla artıyor. En muhafazakâr toplumdan, en mütedeyyin olarak tanımlanabilecek ailelere kadar çetin bir imtihanın içindeyiz. Zaten şeytan da yanlışın değil dosdoğru yolun üzerine oturacağını beyan etmiyor mu? Doğru olduğunu düşünerek yapıyoruz ne yapıyorsak. Nefsin telkinleriyle hareket ediyoruz. İşte burada da “ruhun ve bedenin bekçisi” olan “iffet” duygusunun varlığı ile korunabiliyor, yokluğu ile yanlışa sürükleniyoruz.
Nefis, bedenlerimizde yere- göğe sığdıramadığımız haz duya duya taşıdığımız cehennem topu aslında. Nefis ve irade yan yana. Nefsin sana sunduğu her şey harika geliyor, muhteşem ama eğer nefisten geliyorsa bu yaptığımız şeyi nefsimiz ise yaptıran, sonunda ateş çukuruna doğru çekiyor bizi. Cehennem çukuru, gayya kuyusuna… Oysa ne kadar da arzulu, istekli bile-isteye mutluluk içinde yapıyoruz nefsimizin yapmamızı telkin ettiği şeyleri. Soğukkanlılıkla, akılla baktığında ise cehennem ateşinden, onun cinsinden bir şey olduğunu görüyorsun içinde taşıdığın, seni yönlendiren, çekip çeviren, aklını başından alıp iradeni devreden çıkaran nefsin… Öte yandan “İstiğfar- itiraf” etmek ve ardından af dileyip bir daha yapmamak üzere “tövbe” etmek iken, istiğfarın olduğu ancak tövbenin olmadığı bir dönemi yaşıyoruz.
Tövbe yoksa istiğfar niye yapılır, neden ortaya dökülür, ne var yoksa? Allah’ın bildiğini kuldan saklamamak adına mı? Meşruiyet zemini oluşturmak adına mı? Kullar nezdinde meşrulaşan hal ve hareketler günah olmaktan çıkar mı? Günahları aleni yapmak, şahidler toplamak, bir yangını büyüte büyüte yol almak anlamına geliyor. Günahları büyüten de onları küçük görmek değil mi? Ateşin etraftaki herkese dokunacağı, günahı bireysellikten çıkarıp toplumsallaştıracak bir yangın ve bu yangın edep haya duygusunun yoksunluğundan beslenip büyüyor.
Allah’ın bildiğini kuldan ne saklayım ( saklı da durmuyor zaten) şu şeyi yapıyorum. “Ben böyle yapıyorum Allah ile benim aramda.” diyor ama ortaya döküyor. “Orası sizi ilgilendirmez” diyor aslında.
Erdem, edep ve ahlak sahibi bireyler iffetin ön plana alındığı toplumları, ahlaksız bireyler ise iffeti çağın yitiği haline getiren toplumları meydana getirir. Bugün dünya Hz. Yusuf’un içinde bulunduğu saraya benziyor. Etraf çepe çevre nefsin arzularıyla kuşatılmış durumda. Bu kuşatma içinde Allah’tan korkup sakınarak, O’na sığınıp, iffeti kalkan kılarak heva ve heveslerinin esiri saray ehlinin şerrinden kendinizi koruyabilirsiniz ancak.
Edep, haya, utanma duygusu, Allah korkusu ile ahlak dışı şeylerden kaçınmanın bütünü iffeti tamamlıyor.
İffet kavramını insanoğlunun örtüsü, giysisi olarak düşünseydik herhalde örtülerin en yakışanı olurdu. Kadınına erkeğine herkese yakışan-çok yakışan adı iffet olan en güzel örtü… Ayrıca iffet, insanoğlunun özü itibariyle varolan ancak iradesi dâhilinde varlığını sürdürebilen, bedenin, duygu ve düşüncelerin sapma ve zemin kaymasına uğramaması için adeta bir bekçidir. Onurlu, vakarlı bir insan olmanın yolu iffet, edep, hayâ duygularını barındırmaktan geçiyor. İnsanı yaratılmışlar içinde üstün kalmasının yegane yolu diyebiliriz.
Günümüzde edep ve ahlak duygusuna adeta savaş ilan edilmiştir dört bir yandan. İffet kavramına ve bu kavramı kişiliğinde barındırmaya çalışanlara karşı şiddetli bir taarruzun içinde olduğumuz bir çağı yaşıyoruz. Kulun kul –kulun Allah ile olan ilişkisinde olmazsa olmaz olan edep-haya-iffet en net tabirle insanı insan kılan, insanlığın tüm erdemi kuşatma altında diyebiliriz buna. Saldırı ve salgın biçiminde her gün tarumar ediliyor değerlerimiz. En büyük hasarı da edep -haya duygusu alıyor. Akabinde de iffet olarak adlandırılabilecek duygu-duruş-kimlik yok oluyor, yitip gidiyor.
Allah korkusunu nefsine bekçi kılmak, arzu-heva ve hevesleri dizginlemek, iffeti kuşanmak iken; haya ve edebe aykırı duruş, davranış, konuşma, iffet kavramını alıp götürüyor…Günlük hayat içinde bireyden topluma yansıması ile de geneli etkisi altına alıyor.
Bugün teknoloji, yazılı ve görsel medya ile dünyanın etkileşimi toplumun dinamitlenen değerleri içinde en büyük saldırıya “edep- haya” duygusu uğramakta ve iffetsizlik örneği eylemler meşruiyet zeminini maalesef kolayca bulabilmekte. Toplumsal düzenden, ifsada uğramamış değerlerden bahsedebilmenin ön şartı, toplumsal temiz ahlak üzerinden biçimlenebilir. Bu da İslam ahlakı olan edep ve haya duygunu kadınıyla erkeğiyle kuşanıp iffet örtüsüne bürünüp, onu kendimize sığınarak kılarak mümkün olacaktır.