Dostluk

Her şey bu yazıya başlarken dokunduğumuz klavyedeki harflerin karşılığını ekranda görmek gibi kolay olsaydı. Her ilişki tıpkı bu klavyenin gösterdiği gibi içindeki harfi hakikatiyle gösterebilseydi. Her insan olduğu gibi olmayı beceremese de göründüğü gibi olmaya gayret etseydi… Keşke…
Evet. Her insan içinde ihtiva ettiği kişiliği başkalarına yansıtırken farklılık gösterebiliyor. Kimileri senin her şeyini ters görüp sana her türlü kötülüğü yaparlar. Böyle insanlara kendimizce ‘düşman’ deriz. Fakat hayat mücadelemizin içerisinde öyle insanlar da vardır ki fikriyle, zikriyle bizimle beraber olurlar. Bakış kotanjantı, görüş tanjantı, düşünce açısı, kavrama köşesi, kısacası her şeyiyle olmasa da bir bardak çayla dahi olsa ortak yönü olan insanlar vardır. İşte böyle kişilere çevremizde arkadaş deriz biz.
Tanımlarımı biyolojik bir vakıa açıklar gibi yapmış olsam da okuyucunun zihnine farklı kanallardan girmek istediğim için biraz garipseniyor olabilirim. Ancak ben de elinde bir fincan kahvesi eksik olmayan, olayları başından sonuna dek süzen ama sonucunda aldığı çıkarımla yetinen bir insan olduğum için siz bu tanımlara takılmayın derim. Çayınızı yudumlayın ve sonucu bekleyin.
Arkadaş… Sözlüksel, özlüksel, terimsel, tarımsal tanımlarını yapacak değiliz bu kelimenin. Çünkü her insanın hayatında var olan yargıdan, genel bir olgudan bahsedeceğiz. Uzun uzun tanımlarla, sıkıcı düşüncelerle zihninizi bulandırdım bile. Arkadaşlık, dediğimiz gibi her insanın hayatını devam ettirdiği sürece etrafında var ola gelmiş bir mekanizmadır. Zaman zaman eğlenceler paylaşılır. Zaman zaman harçlıklar kırışılır. Yeri gelir iki göz olur bir damla süzülür. Yeri gelir bir keder olur iki gönül üzülür.
Çoğu zaman aynı gider yenilen içilen şeyler -tiryakiler asla paylaşmaz bardaklarını arkadaşı da olsa demli bir çayın yanında- çoğu mekân ortak keşfedilir bir maceranın eşiğinde. Haller tavırlar benzerdir bir arkadaş döşeğinde. Tepkiler, etkiler beraber verilir; sevgiler, yergiler beraber edilir; velhasıl bir elde iki parmak ne ise hayatta da arkadaş odur işte. İhtiyaç duyduğun zaman ilk başvuracağın kapıdır. Elindeki ekmeği banacağın çorba kabıdır. Yalnızlığı yeneceğin destekçindir arkadaş.
Arkadaş; hayatının birçok safhasında yanındadır, seninledir, inancımızın bir gereğidir arkadaş; nasıl ki Kâinatın Sultanı birbirini hiç tanımayan ensar ve muhacir efendilerimizi birbirine kardeş, arkadaş eylediyse bizim de birçok Müslüman kardeşimiz, arkadaşımız vardır; tanımasak, bilmesek de. İnsanlar ya bizim dinde kardeşimiz ya da yaratılışta eşimizdir. Hiçbir insan yalnız olduğunu, yaşamında kendisinden başka etmen olmadığını iddia edemez. İnsan tek başına hayatını devam ettiremeyeceği gibi ilişkiden kopuk, içine kapanık bir ruh haliyle de yaşayamaz.
Manevi olarak da bir ihtiyaçtır arkadaş. İşin maneviyat boyutunda arkadaşlığın biraz geri planda kaldığını söylemek yanlış olmaz umarım. Gönül dünyamızda kendimize bir eş aradığımız zaman tıpkı arkadaşlığın gerektirdiği bütün sorumlulukları üstlenen ancak arkadaşlıktan bir nebze daha ilerde olan, bir safha daha insana yakın, gönül dünyasında bir tık daha yakın olan kişiler vardır. Arkadaş, hayatımızda önemli bir yere sahiptir. Gönlümüzde zihnimizde yeri ayrıdır ancak bu aşamada bahsettiğimiz, insanın gönül eşi olan ve ‘Dost’ olarak tabir ettiğimiz insanların yeri ayrıcalıklıdır. Dikkat edin; arkadaşın yeri ayrı dostun yeri ayrıcalıklıdır.
Dost: gönül eşi… Bu sıralar keşfettiğim bir tanım bu ‘gönül eşi’. Maalesef evli olmadığım için eş kelimesinden yola çıkarak bu terimi açıklayamayacağım ancak hayatıma anlam kazandıran birkaç dostumun gönlümdeki yerinden bahsederek sıyrılabilirim bu işten herhalde.
Arkadaş; insanın etlisinde sütlüsünde, acısında tatlısında, doğumunda ölümünde kısacası dünyevi maişetlerinin birçoğunda yanımızda bulunmaya çalışan ve elde edilen zevklerin anlık paylaşıldığı kişilerdir. Ama dost dediğimiz kişi; tüm bu anlatılanların yanında sizinle nefes alan, zihin dünyanızda sizinle beraber olan, fikrini en yakınından önce sizinle paylaşan ve Efendiler Efendisinin dediği gibi “Kendisi için arzu ettiğini sizin içinde arzu eden.” ve bu niyetiyle de sadece Rıza-yı ilahiyi amaçlayandır. Gözden ırak olsalar dahi gönül dünyalarında iletişimde olan; gücenmek, darılmak, küsmek, kırılmak terimlerini aralarında ebediyen silen; ismi de ‘emin’ cismi de ‘emin’ olan, gönlüyle güzel gördüğünü gönlünden gösteren kişilerdir dostlar.
Birliktelikleri çıkara dayanmaz onların. Çünkü arşın gölgesine taliptirler. Buluşmaları da Allah rızası, ayrılmaları da Allah rızasıdır. İsmi sadık, resmi fasık değildir dostların. Hz Ebubekir sadakati vardır aralarında. Hz Ömer’in adaletini tembihlerler birbirlerine. Hz Ali gibi âlim olunacaksa beraber olurlar. Birbirlerine karşı üstünlük hesapları yapmazlar çünkü. Hz Osman gibi hayâlıdırlar; hem Rablerine karşı hem birbirlerine karşı. Kötü söz dillerinde yoktur. Dostunun yanlışını görür ve düzeltir hakiki dostlar. Eğer gerçekten dost edinmişlerse birbirlerini, yaptığı bir hatada silemez dostunu.
Dost insanın bir kopyası gibidir gönül dünyasında. Çünkü düşünceler diye bir kelime yoktur aralarında… Düşünce vardır; tek bir düşünce… O düşünce de istişareleriyle Rıza-yı ilahiye en uygun olanıdır. Fikirler demezler, zihinlerindeki şeylere; benim fikrim diye de sahiplenmezler. Eşin dostun arkadaşın; “Önüne bak be adam, hayal dünyasında uçma.” dedikleri düşüncelerinde mutlaka dinleyen, fikrini beyan eden, olumsuz da olsa dostunu kırmadan naif bir üslupla bunu belirten kişidir hakiki dost. Ana babadan sonra gönül tahtına yerleşir hakikatli dostluklar. Birbirlerini Allah’ın rızası için sevdiklerini sürekli dillendirmekten onur duyarlar. Çünkü bu kulluklarının bir neticesidir. Ve duaları da ortaktır dostların. Allah rızasından ayrılmamaktır ilk duaları; dostluklarının daim olmasıdır dualarının sonları. İçten ve samimidir konuşmaları.
İletişim araçlarının kum gibi kaynadığı şu devirde “Neden arayıp sormazsın?” diye yakınan arkadaşlarımız var olduğu gibi bir sene aramasak da canın sağ olsun diyen dostlarımız da var elhamdülillah. Çünkü arkadaşlıklar bir dakika sonra tekrar görüşsen sanki bir yıl geçmiş gibi bir muameleyi gerektirir, bu bize ilişkinin samimi olduğunu gösterir ancak sadece gösterişle kalır.
Oysa dostlar bin sene dahi görüşmese bin senenin sonunda yine aynı samimiyet yine aynı içtenlik ve zariflikle karşılarlar birbirlerini. İşte hakiki bir dostun özelliği budur. Adına ‘ben de dostum’ diyen insanların dostluklarının kelimeden ibaret olduğunu ispatladıkları andan itibaren uzaklaşın o insanlardan. Çünkü öyle insanlar arkadaşlık da yapamazlar. Ama sizi insanların yanında “İşte bu benim dostumdur, en güvendiğim insan, gönül eşim” diye cesaretle tanıtanlar varsa hayatınızda öyle insanları da asla kaybetmeyiniz.
Bu fakirin fincanında kahvesi tükendi ancak kısacık hayatından aldığı ve alacağı ders ve tecrübeler tükenmez. Koşuşturmamızda, yazıp durmamızda bir dünyevi kaygı yoktur. Allah da oldurmasın bundan sonra. Bu arada yazarken kahve içtiğime bakmayın, çaya üşendim o yüzden. 🙂