DİL ÖZGÜRLÜĞÜ VE ANAYASALAR

DİL ÖZGÜRLÜĞÜ VE ANAYASALAR

Yabancı bir ülkeye gittiniz. Orada sizin dilinizi konuşan kimse yok. Ne yaparsınız? Onların dilini öğrenirsiniz.  Ama kendi dilinizi konuşmak için de can atarsınız. Öyle ki “pisi pisi” deyince ya da “kuçu kuçu “ deyince yanınıza gelen, kuyruk sallayan bir kedi, köpek bile sizi çok mutlu eder. Çünkü sizin dilinizi anladı. Anlaştığınız her varlık anlaşamadıklarınıza göre size çok değerli olur.

R.H. KARAY’ın Eskici hikâyesini okumayanınız azdır: Hasan adında bir çocuk,  İstanbul’da yaşarken anne ve babasını kaybetmiş, hiç yakın akrabası kalmamıştır. Etrafı Hasan’ı, Filistin’e halasının yanına göndermeyi uygun görmüştür. Hasan’ı vapura bindirip Filistin’e gönderirler. Halasının yanına giden Hasan, o yörenin diline yabancı olduğu için hiç kimseyle konuşmaz. Bir gün halasının evine ayakkabıları tamir için bir eskici gelir ve Hasan onu seyrederken onun ağzına doldurduğu çivileri,  ağzından bir bir alıp örsün üstündeki ayakkabıya çekiçle çaktığını görünce gayri ihtiyari eskiciye ‘ Çiviler ağzını acıtmıyor mu?’ der. Eskici,  çocuğun Türkçe konuşmasını şaşkınlıkla bakar. Daha sonra “Sen nerelisin?” diye sorar. Hasan anlatmaya başlar. Hiç durmadan konuşmaktadır. Eskici’yle beraber memleketlerinden bahsederler. Eskici’nin işi bitmiş, gitme zamanı gelmiştir. Ayrılış anı Hasan’ın ve Eskici’nin gözyaşları ile çok duygusal anlatılır.

Her iki olayda dikkat çeken, dil ve iletişim ihtiyacının vazgeçilmezliğidir. Anlaşmanın ve ana dilin önemi de işte buradadır. Kişinin önce annesinden ve ailesinden, daha sonra da sosyal çevresinden öğrendiği, şuur altına yerleşen dil, diğer insanlarla bütün ilişkilerimizde bize aracılık eden, sosyal bağlarımızı düzenleyen bir vasıta olarak hayatımızın her safhasında mevcuttur. Evde, okulda, sokakta, çarşıda, iş yerinde ve her yerde onunla beraber yaşıyoruz.  İnsan konuştuğu dili doğduğu günden itibaren hazır bulur. Fakat dil doğuştan bilinmez.

Bakın dille ilgili atasözleri ve deyimlerden birkaç tanesi bile onun önemini, dile ne kadar önem verdiğimizi nasıl ortaya koyuyor:

Dilim bana giydirir kilim. Dilin kemiği yoktur. Dil yüreğin kepçesidir. Dilden gelen elden gelse, her fukara padişah olur. Dile gelen ele gelir. Bülbülün çektiği; dili belasıdır. Bana benden olur, her ne olursa, başım rahat bulur, dilim durursa. Ağzı dili yok. Dilim, dilim dilim dileyim seni…”

Dil olmasa düşünce ve duygu da gelişmezdi, insanlar ilerleyemez, bir medeniyet oluşturamazdı. İnsanoğlunun dinî, fikrî ve sanat hayatı da dil temeli üzerine kurulmuşlardır. Düşüncenin, duyguların açıklanması, dinin tebliği, vaz u nasihat hep dilledir. Düşünce olmasaydı insan başladığı noktada kalmaz mıydı? Arı yaratıldığından beri bal, inek süt, tavuk yumurta yapar. Ne arı balını, ne inek sütünü, ne de tavuk yumurtasını değiştirip geliştirmedi. İlk bal, süt, yumurta ne ise şimdi de o. Ama insan öyle mi? Gelişmenin sınırsızlığı ve hızına insan ömrü yetmiyor. Çünkü hayvanlar düşünmez ama insan düşünür. Bu bakımdan dil ile düşünce iç içe girmiş durumdadır.

İnsan zekâsının, insanda sınırı çizilemeyen duygu ve düşünce kabiliyetinin sonuçları kendi benliğinin dışına ancak dille aktarılabilir. İnsan ise dil ile düşünür. Dilin gelişmesi düşünceye, düşüncenin gelişmesi de dile bağlıdır. Çeşitli medeniyetlerin oluşmasını sağlayan düşünce, gelişmesini dile borçludur. Düşünce diğer insanlarla paylaşılmazsa (söz ya da yazıyla) anlamsız olur, değersiz olur. Bu sebeple düşüncenin olduğu yerde dil de olur. Dilin varlığı sözdür yazıdır. Dil özgürlüğü, düşünce özgürlüğünün temelinde yer alır. Şair de öyle diyor:

Ne mümkün zulm ile bidâd ile imhâ-yı hürriyet,

 Çalış idrâki kaldır muktedirsen âdemiyetten.

Dilin tanımı her yer zamanda aynı ya da birbirine çok benzer ifadelerden oluşur. Milleti birleştiren, koruyan ve onun ortak malı olan sosyal bir müessese; bin yıllar boyunca gelişerek meydana gelmiş bir sosyal kurum. Fertlerin üstünde, bir milleti ilgilendirir. Bütün bir milletin duygu ve düşünce hazinesini teşkil eder. Bir milleti ayakta tutan, fertleri birbirine bağlayan, sosyal hayatı düzenleyen ve devam ettiren, millî şuuru besleyen bir unsur olarak dilin oynadığı rol çok büyüktür. 

Ana Dili Nedir?

Ana dili, insanın doğumundan itibaren öğrendiği dildir. Ana dili, kişinin sosyolojik kimliğinin oluşmasında temel rolü oynar. Bu terim, her zaman bir kişinin annesinin de konuştuğu dil anlamına gelmez. Ana dili sözcüğündeki ana (anne), bebeğin dil edinme sürecinde annesiyle olan yakın ve yoğun ilişkisine vurgu yapar. Toplum yapılarındaki gelişimin, dönüşümün hızlanması ve farklı biçimler alması, anadili kavramının algılanışını da değiştirmiştir. Başlangıçta anneden öğrenildiği düşünülen ana dilinin tanımı, sonradan, “anne-baba”, “anne-baba ve evdekiler”, “anne-baba ve yakın çevre”, “anne-baba, yakın çevre ve içinde bulunduğu topluluk” olarak genişlemiştir. İnsan ister birden çok dilin konuşulduğu bir çevrede ya da ülkede büyüsün, ister ana-babası değişik uluslardan gelmiş olsun, bu dillerden ancak biri ana dilidir; insanı çepeçevre sarar ve bilinçaltına iner.

Resmi Dil Nedir?

           Devletin tüm resmi işlemlerde, anayasa ya da kanunla kullanmayı zorunlu kıldığı dil resmi dil olarak adlandırılır. Bir ülke sınırları içinde yaşayan kişiler ya da topluluklar farklı dillere sahip olsalar dahi resmi işlemlerini gerçekleştirirken resmi dil kullanmak zorunda kalırlar. Ancak ihtiyaç ve şartlara göre devlet dairelerinde ve resmi yazışmalarda kullanılan resmi dil birden çok olabilir.

            Bütün çağdaş ve modern devletlerde “Resmi Dil” vardır. Zira resmi dil, “ortak dil” dir. Bir devletin sınırları içinde,  çok sayıda ana dil olabilir. Eğer bir ülkede bir tek ana dil olsaydı, yani herkes aynı dili konuşsaydı resmi dil ana dil ayrımı olmazdı.  Ülkemizde birden fazla ana dil konuşuluyor, işte onun için resmi (ortak) dile ihtiyaç vardır. Aksi takdirde devlet ile halk ve halkın kendi arasında anlaşma oluşturulamaz. Bir ülkede eğitim resmi dilde yapılır. Bu kural, diğer dillerin konuşulmasına, öğretilmesine, o dillerde eserler üretilmesine, o dillerde yazılmış sanat eserlerinin okunmasına engel ve mani değildir. Eğitim neden resmi dilde olmalıdır? Çünkü resmi dil, vatandaşların ortak dilidir.

Dünya Anayasalarında Dil Özgürlüğü

Mesela İsviçre’de anayasada öngörülmüş dört resmi dil vardır. Almanca, Fransızca, İtalyanca ve Romanş dili. Kantonlar kendi resmi dillerini tanımlama hakkına sahiptirler. Ayrıca dile bağlı topluluklar arasındaki uyumu korumak için geleneksel dil dağılımına saygı gösterilir ve azınlıkların kullandıkları yerel diller dikkate alınır ve desteklenir. Kanada’da hem İngilizce hem Fransızca resmi dildir. Filipinler’de; Filipince (Takalotça) ve İngilizce, Finlandiya’da; Fince ve İsveççe, İrlanda’da; İrlandaca ve İngilizce, Belçika’da; Fransızca, Almanca ve Flamanca, BosnaHersek’te; Boşnakça, Hırvatça ve Sırpça, Kıbrıs’ta; Türkçe ve Yunanca, Irak’ta; Arapça, Kürtçe, Türkmence resmi dildir.

İspanyol anayasasının giriş bölümünde anayasanın bütün İspanyolların ve İspanya halklarının dillerini koruyacağı belirtilmiştir. Resmi dil İspanyolca (Kastilya Dili) olup anayasa özerk toplulukların bölgesel resmi dili olabileceğini kabul etmekte ayrıca azınlık dillerinin zenginlik olarak korunacağını belirtmektedir. Aranca, Baskça, Galiçyaca ve Katalanca bölgesel resmi dil olarak kullanılmaktadır.

Almanya Federal Cumhuriyeti’nde anayasada Almanca’nın resmi dil olduğuna ilişkin bir düzenleme bulunmamakta ancak bazı kanunlardaki düzenlemeler bunu öngörmektedir. İtalya’da, resmi dil İtalyanca olup İtalyan anayasasında azınlık dilleri güvenceye alınmıştır. İngiltere’de resmi dil yoktur. Fiili olarak İngilizce ve Gal dili resmi dil olarak kullanılmaktadır. Türkiye’ye örnek olarak sunulan Fransa’da, resmi dil Fransızca’dır ancak Fransız Anayasası bölgesel dilleri tanır, sahiplenir ve korur. Bu dillerin sayısı oldukça fazla olup üniversiteler dahil her alanda kullanılır. (Breton, Katalan, Oksitan, Bask, Korsika ve Alsas Dilleri) Fransız Kültür Bakanlığı bu dilleri korumak ve geliştirmekle yükümlüdür.

Türkiye Anayasalarında Dil Özgürlüğü

1876 Anayasası (Kanun-i Esasi) ‘Tebaa-i Devlet-i Osmaniye’nin hukuk-u umumiyesi’ başlıklı bölümün 18.maddesinde söz konusu hususu aynen “Tebaa-i Osmaniye’nin hidemat-ı devlette istihdam olunmak için devletin lisan-ı resmisi olan Türkçeyi bilmeleri şarttır.” şeklinde düzenlemiştir. Görülmektedir ki, Osmanlı İmparatorluğu 1876 Anayasası’nda devletin resmi dilinin Türkçe olduğuna yönelik doğrudan bir düzenleme yapmamış, devlet hizmetinde görev alacak Osmanlı tebaasının Türkçe bilmesini şart koşan düzenlemeyi yaparken, dolaylı yoldan Türkçenin resmi dili olduğunu belirtmiştir..

Kanun-i Esasi’nin kendisi ile çelişmeyen hükümlerini hukuken geçerli sayan 1921 Anayasası’nda ise bu konuda bir düzenleme yapılmamıştır. Bu durumda yukarıda değindiğimiz Kanun-u Esasi’nin 18. maddesi hukuken geçerliliğini korumaktaydı.

29 Ekim 1923 ve 364 sayılı “Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun Bazı Mevaddının Tavzihan Tadiline Dair Kanun” başlıklı yasa ile 1921 Anayasası’nda açıklık getiren değişiklikler yapılarak yönetim şekli olarak Cumhuriyet kabul edilirken, bu yasanın 2. maddesi ile açıkça ve doğrudan doğruya devletin resmi dilinin Türkçe olduğu belirtilmiştir.

1945 yılında, 1924 Anayasası Türkçeleştirilirken bu husus “Devlet dili Türkçedir.” şeklinde ifade edilmiştir. “Devlet dili” ibaresinden de anlaşılan pek tabi resmi dildir.

1961 Anayasasının 3. maddesinin 2. fıkrasında bu husus açıkça “Resmi dil Türkçedir” şeklinde ifade edilmiştir. Bu düzenlemeyle dil ile devlet arasında bir bağ kurulmamıştır. Salt resmi dilin Türkçe olduğu belirtilmiştir.

1982 Anayasası’nda da devletin dilinin Türkçe olduğu belirtilirken kasıt resmi dildir. Yine 42. maddede “Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez.” denilerek eğitim dilinin Türkçe olduğu,  başka dillerde eğitim yapılamayacağı da belirtilmiştir. Hatta bir dil ile eğitim ve öğretim yapılması yasağı değil, bir dilin öğrenilmesi ve öğretilmesi yasağı veya seçmeli ders olarak okutulması MGK’nın iznine bırakılmıştır. Mesela S.Arabistan’daki Türkiye Büyükelçiliğine bağlı Türk Okullarında Arapça seçmeli ders olarak bile okutulamıyordu. Yine aynı Anayasa’nın bir gereği görülerek, Kürtçe konuşma yasağı da getirilmiştir. Yani ana dili yasağı ile fıtrata müdahale edilerek az görülür bir garabet yaşanmıştır. (Yasağa 1991 de son verildi)

Türkiye’nin içinde bulunduğu durumun ne kadar geri olduğu karşılaştırmalardan anlaşılmaktadır. İsviçre’den İtalya’ya, Irak’tan Kanada’ya, Güney Afrika Cumhuriyeti’nden Finlandiya’ya, Bosna-Hersek’ten Kıbrıs’ a kadar toplumların ve devletlerin, dil özgürlüğü konusunda ne kadar mesafe aldıkları görülmektedir. Yine Osmanlı Devleti’nin de bugüne göre daha özgürlükçü olduğu anlaşılmaktadır.

Sonuç

Ey insanlar, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık.” ( Hucurat, 13)

 “Allah insanı yarattı. Ona açık berrak şekilde düşünmeyi, konuşmayı öğretti.” (Rahman ,3- 4)

“ Her kavme kendi diliyle peygamber gönderdik”. (İbrahim, 4)

   Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi konuşmak ve anlaşmak Kuran’ın ve Onu bize gönderen Allah’ın insana verdiği özel nimetlerdir. Allah’ın fıtrattan verdiği bu nimetleri insanlar serbestçe kullanabilirler. Yeter ki dil Allah’ı, Rasulü, diğer insanları incitmesin. Şirk, küfür, sövme, hakaret, gıybet, iftira gibi yanlışlar içerip hakları ihlal etmesin. Görüldüğü gibi insana kendi diliyle konuşma, yazma, iletişim yasağı yoktur. Her kim bunu yasaklarsa fıtrata ve emre karşı gelmiş olur. Dolayısı ile yeni Anayasanın bu fıtrata dikkat etmesi yerinde olur.

             Emredici, yasaklayıcı, gasp edici, tek tipçi vesayetçi bir ürünü olan 1982 Anayasası, artık miadını doldurdu. Onu hazırlayan zihniyet de miadını doldurdu. Onun yerine kaynaştırıcı, yaklaştırıcı, barışçı, özgürlükçü, sevgi ve hoş görü anlayışı ile hazırlanması gereken yeni anayasada, Türkiye’nin renkli coğrafyasında her rengi, kültürü ve dili koruyan, kollayan bir anlayış hâkim olmalıdır.     

Resmi dil Türkçe’nin yanında az veya çok kişilerin konuştuğu dilleri (Kürtçe, Arapça, Çerkezce, Süryanice… gibi) tanınması bir ayrışma değil tanışmayı, kopma değil kaynaşmayı, düşmanlığı değil dostluğu, mazimizde olduğu gibi, tesis edecektir. Birbirimizden korkarak çekinerek bir yere varamayız. Yerel veya bölgesel dillerin tanınması, dil serbestliği, insanımızın da ufkunu açacak, yürünen yolu genişletecektir.

 Boyun eğdirme değil, eşit şartlarda yaşamanın bir gereğidir ana dil serbestliği. Farklılıklardan korkmayan, beşeri sistemlerin ürünü yasaklardan arınmış, yaratılışa uygun bir anayasa herkesi memnun edecektir.

 

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.