CİHAD DERSLERİ-Prof. Dr. Mustafa Ağırman – Dil ile Cihâd
Kur’ân-ı Kerim’in âyetlerine ve Hz. Peygamber Efendimizin hadis-i şeriflerine göre cihâd, can ile mal ile ve dil ile yapılan bir ibâdettir. Konu ile alakalı birkaç âyet-i kerimenin meâli şöyledir:
“İman edip de hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihâd edenler, rütbe bakımından Allah katında daha üstündürler. Kurtuluşa erenler de işte onlardır. Rableri onlara, tarafından bir rahmet ve hoşnutluk ile kendileri için, içinde tükenmez nimetler bulunan cennetler müjdeler. Onlar da orada ebedî kalacaklardır. Şüphesiz ki Allah katında büyük mükâfat vardır.”[1]
“Gerek hafif gerek ağır silahlı olarak hep birlikte savaşa çıkın; mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihâd edin.”[2]
“Ey iman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticareti size göstereyim mi? Allah’a ve O’nun Rasûlüne inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihâd edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. Böyle yaparsanız Allah, sizin günahlarınızı bağışlar ve sizi zemininden ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koyar. İşte en büyük kurtuluş budur.”[3]
Dikkat edilirse Yüce Allah, cihâdın mal ve can ile yapılmasını emretti. Hz. Peygamber efendimiz de buna lisanı yani dili ilave etti ve şöyle buyurdu: “Müşriklere karşı mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihâd ediniz.”[4]
Dil ile cihâd, İslâm dinini tatlı dil ile başkalarına tebliğ emektir. Cihâd meydanındaki mücâhidleri düşmanla savaşa teşvik edici, onların heyecanını coşturucu, cihâdın faziletini ortaya koyucu nitelikte sözler söylemek, şiir okumak ve benzeri faaliyetler göstermek de dil ile cihâdın bir parçası sayılır. Kâfir ve inkârcı oluşları sebebiyle düşmanı paylamak ve kınamak, müşrikleri sözle tehdit etmek ve kötü âkibetlerini kendilerine haber vermek, onların sapıklıklarını ve işlerinin bâtıllığını delillerle ortaya koymak da dil ile cihâddır. Kısaca ifade edecek olursak İslâm uğruna yapılan her türlü meşru propaganda çalışması dil ile cihâda girer. Ama şurası unutulmamalıdır ki, dil ile yapılacak cihâdda siyasetin dili değil, dinin merhamet ve şefkat dili kullanılmalıdır. Din dili konusunda en güzel örneğin Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) olduğu bilinmelidir. O, merhamet ve şefkat dili kullanmıştır. Dijital çağda sosyal medya platformlarının popülist diline teslim olan, inciten, kıran döken, ötekileştiren, ifşa eden, yadırgayan, küçümseyen dilin toplumu ifsat ettiğini, en büyük zararı da dinin kendisine, toplumsal dayanışmaya ve muhabbete verdiğini bilmek ve görmek zorundayız.
Dil ile cihâdda sözün ve üslûbun güzel olması gerekir. Kendisini bir iyiliğin, bir inancın, bir ahlâkî öğretinin mümessili olarak gören kişilerin hiçbir zaman unutmaması gereken husus, iletişimde sözün ve üslûbun güzel ve yumuşak olmasıdır. Kur’ân-ı Kerim’de Yüce Allah’ın, Hz. Musa’dan (a.s.) Firavun’a gidip güzel ve yumuşak söz söylemesini istediğini[5], Hz. Peygamber’e (s.a.v.) de “Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi”[6] dediğini öğreniyoruz. Vahye muhâtab olan peygamberlerin yine vahiyle iletişimde güzel dil ve yumuşak üslûpla tembihlenmeleri bizim için de önemli bir ilkeye tekabül etmektedir. Tam bu noktada başlangıçta azılı İslam düşmanı olan ve birçok Müslümanın kanına giren Hâlid b. Velid’in ve İkrime b. Ebî Cehil’in İslam’la şereflenme sürecinde Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.v.) onlara karşı kullandığı dil ve gösterdiği üslûp örnek alınmalıdır. “Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi” âyet-i kerimesini aklımızdan çıkarmayalım.
Ayrıştırıcı ve ötekileştirici dil, en çok dine zarar vermektedir. Dil ile cihâdı şiar edinen kardeşlerimiz, her şeyden önce Peygamber Efendimizin, “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız, müjdeleyiniz nefret ettirmeyiniz.”[7] hadis-i şerifinin mânâsını ve ruhunu çok iyi kavramalıdırlar. Bugün Müslümanlar arasında vuku bulan ayrılıkçı, ayrıştırıcı akımlar bir dil ve üslûp problemi olarak neş’et etmiştir. Ferdin dünya ve âhiret mutluluğunu hedefleyen dinimiz İslâm’ın yüce hakikatlerinin tutum, tavır ve fiil olarak aktarılmasında rol modeli alınan kimselere, din adamlarına, akademisyenlere, imamlara ve vâizlere çok önemli sorumluluklar düşmektedir.
İnsanlığın ortak mirası ve kazanımı olan dine dair dilden dökülenlerin kuşatıcı, yapıcı, birleştirici ve kucaklayıcı bir vasıfta olması gerekir. Aksi takdirde kutsala dayanarak insanları yargılayan, gerilimi tırmandıran, insanları ayrıştırma ve kutuplaşmaya götüren din dilinden en çok zarar gören de gayesi yeryüzünde tevhidi ikâme etmek olan dinin bizzat kendisi olmaktadır. Dolayısıyla, müsbet hiçbir dinî içerik arz etmeyen, nezaketten uzak, hoyrat, tekelci ve baskılayıcı böyle bir üslûp, ne yazık ki yapılan yanlışların Müslümanlardan ziyade İslâm’a mâl edildiği bir anlayışı beslemektedir. “İnsanları Allah’a çağıran, salih amel işleyen ve ‘kuşkusuz ben Müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kim vardır?”[8] diye buyuran Yüce Allah, insanları hakka dâvet edenlerin salih amel sahibi olmaları gerektiğine vurgu yapmaktadır.
Günahkâra değil, günaha kızmaktır esas olan. Yüce Allah bu konuda bize şu ilkeyi hatırlatıyor: “Onların, Allah’ı bırakıp tapındıklarına sövmeyin, sonra onlar da haddi aşarak, bilgisizce Allah’a söverler.”[9] Muhâtabını ikna etmenin yolu saygı ve nezaketten geçer. Hakaret ve aşağılama ise muhatabın düşmanlık duygularını kabartır; inatlaşma, sertleşme ve giderek çatışmaya yol açar. Tam da burada Alvarlı Muhammed Lütfi Efendi’nin bir gazelini hatırlayalım:
Hazer kıl, kırma kalbin kimsenin cânını incitme,
Esir-i gurbet-i nâlân olan insânı incitme,
Tarîk-i aşkda bî-çâreyi hicrânı incitme,
Sabır kıl her belâya, hâne-i Rahmân’ı incitme,
Felekde hâsılı insan isen bir cânı incitme,
Günahkâr olma, Fahr-i Âlem-i zî-şânı incitme.”
Peygamberimiz güzel ahlâk, şefkat ve muhabbet peygamberidir. Unutmayalım ki, inancımıza göre “güzel söz sadakadır.” En yüce bir ahlâk üzere yaratılan Hz. Peygamber Efendimiz[10], Rabbinin çizdiği istikamet ve kendisine verdiği merhamet hisleriyle, insanlara şefkatle yanaşmış, onların derdini dert, sevincini kazanç bilmiş; kısa zamanda pek çok insanın gönlünü fethetmiştir. O, insanları İslâm’a dâvet ederken kaba ve sert davranmak yerine yumuşak ve rikkatle muâmele etmiş, nefret ve korku yerine muhabbet ve ümit aşılamıştır.
Şahsına kaba davrananları affetmeyi erdem saymış, kötülük edenlere iyilikle karşılık vermiştir. Kimseyi başkalarının yanında kınamamış, rencide etmemiş, hatasını düzeltmek için azarlamamıştır. Aksine konuşmaya başlarken öncelikle karşısındaki kişinin güzel ve hayırlı taraflarını ifade etmiştir. Son olarak şunu diyelim ki, bu zamanda dil ile cihâd etmeyi ve bu yolla İslâm’a hizmet etmeyi düşünenler her şeyden önce Hz. Peygamber Efendimizin tebliğ ve irşâd faaliyetlerinde kullandığı dili çok iyi bilmelidirler. Yoksa kaş yapayım derken göz çıkarabilirler.
[1] Tevbe sûresi, 9/20-21.
[2] Tevbe sûresi, 9/41.
[3] Saf sûresi, 61/10-12.
[4] Ebû Dâvûd, Cihâd, 18.
[5] Tâhâ sûresi, 20/44.
[6] Âl-i İmrân sûresi, 3/159.
[7] Buhârî, İlim, 12.
[8] Fussilet sûresi, 41/33.
[9] En’âm sûresi, 6/108.
[10] Kalem sûresi, 68/4.