CİHAD DERSLERİ- Mübâhele

Arap yarımadası Tihâme, Hicâz, Aruz, Yemen ve Necid adlı beş bölgeye ayrılır. Her bölgenin kendine göre irili-ufaklı şehirleri vardır. Yemen’in kuzeyine, Hicaz’ın da güneyine düşen dağlık bölgede Necran adında bir şehir vardır. Necran, Mekke’ye 920; şu anda Yemen’in başkenti olan San’a’ya da 400 kilometre uzaklıktadır. Hz. Peygamber Efendimizin yaşadığı asırda Mezhic kabilesinin bir kolu olan Beni Hâris b. Ka’b (Belhâris) kabilesinin yaşadığı Necrân’da kalabalık bir hristiyan topluluk bulunuyordu. Bu topluluğun emirliğini ve halk meclisinin başkanlığını âkib, dini liderlik ve bilginlerinin başını uskuf, ticaret ve seyahat işleri başkanlığını ise seyyid ünvanlı kişiler üstlenmekteydi.
İslâm tarihinde heyetler yılı (senetü’l-vüfûd) olarak meşhur olan hicrî dokuzuncu veya onuncu yılda (631-632) Necranlı hristiyanlar, Peygamber Efendimizin İslâm’a dâvet eden bir mektubunun kendilerine ulaşması üzerine heyet halinde Medine’ye geldiler. Peygamberimiz mektubunda onları İslâm’a davet ediyor, kabul etmezlerse cizye vereceklerini, onu da kabul etmezlerse kendileriyle savaşılacağını bildiriyordu. Necran hristiyanları, bu mektup üzerine on dördü ileri gelenlerinden ve idarecilerinden olmak üzere altmış kişilik bir heyeti Medine’ye gönderdiler. Heyet, ikindi vakti Medine’ye gelerek Mescid-i Nebevi’ye girdiler. Peygamberimiz ashâbı ile henüz ikindi namazını kılmıştı. Bu sırada ibâdet vakitleri gelen hristiyanlar doğuya yönelerek ibâdet etmeye hazırlandılar. Bazı sahâbîler buna engel olmak istediyse de Peygamberimiz, onların serbest bırakılmalarını ve ibâdetlerini yerine getirmelerine izin verilmesini emretti.
Temsilcilerinden âkib Abdulmesih, uskuf Ebû Hârise b. Alkame ve seyyid el-Eyhem heyet adına peygamberimizle konuştular. Peygamberimiz Ebû Harise’yi, Abdulmesih’i ve el-Eyhem’i İslâm’a dâvet etti. Onlar “biz senden önce Müslüman olduk” diye cevap verdiler. Peygamberimiz “Yalan söylüyorsunuz. Sizi İslâmiyet’i kabulden üç şey; domuz eti yemeniz, haç’a tapmanız ve İsâ’nın Allah’ın oğlu olduğuna inanmanız alıkoymaktadır” dedi ve daha sonra dinler tarihine konu olacak şeyler söyledi. Necranlılar “O halde İsâ’nın babası kim?” diye sordular.
Peygamberimiz bu soruya cevap vermeyip sustu. Bunun üzerine Hz. İsâ’nın şahsiyeti ve hristiyanlık hakkında bilgilerin yer aldığı Âl-i İmrân sûresinin başından itibaren seksenden fazla âyet nazil oldu. Hz. İsâ hakkındaki soruya bu sûrenin 59. âyetinin Hz. İsâ’nın babasız dünyaya gelişine Hz. Âdem’in yaratılışı örnek gösterilerek ve “şüphesiz Allah katında (yaratılışları bakımından) İsâ’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir. Onu toraktan yarattı; sonra da ‘ol’ dedi. O da hemen oluverdi” buyurularak cevap verildi. Peygamber Efendimiz, Âl-i İmrân sûresinin 59-61. âyetlerini Necran heyetine okuduktan sonra onları Mübâhele (karşılıklı lanetleşmeye) davet ederek “eğer size söylediklerimi inkâr ederseniz, geliniz sizinle mübâhele edeceğim” dedi.
Bu minvalde Mübâhele, dînî bir konunun karşılıklı konuşmak suretiyle halledilmesi imkânsız hale gelince, meseleyi çözümlemek için her iki taraftan haksız olanın Allah’ın lanetine uğraması için Allah’a duâ ve niyazda bulunması anlamına gelmektedir. Mübâhale âyetinin meâli şöyledir: “Hak Rabbindendir. O halde sakın şüphe edenlerden olma. Artık sana (gerekli) bilgi geldikten sonra kim seninle onun hakkında münakaşa etmeye kalkarsa de ki: ‘Geliniz oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım sonra cân-u gönülden duâ edelim de Allah’ın lanetini (aramızdan) yalan söyleyenlerin üzerine atalım (Âl-i İmrân, 60-61)”.
Peygamberimiz, iddiasında doğru ve samimi olduğunu göstermek için yanına Hz. Fâtıma, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ve Hz. Ali’yi alarak Necranlıların karşısına çıktı ve onları mübâheleye davet etti. Necranlılar durumu aralarında görüşmek üzere izin istediler ve Hz. Muhammed’in peygamber olduğunu, İsâ’nın da Allah’ın oğlu olmadığını bildiklerinden buna yanaşmadılar. Kendi dinlerinde kalmak istediklerini ve cizye vermeye razı olduklarını bildirdiler. Peygamberimiz bunu kabul etti. Bin tanesi Receb, diğer bini de Safer ayında olmak üzere yılda iki bin kat elbise vermeleri şartıyla bir anlaşma kaleme alındı. Aralarında mâlî konularda ihtilafa düştükleri zaman kendilerine hakemlik yapması için muhâcir sahâbîlerden Ebû Ubeyde b. el-Cerrah görevlendirildi.
Saygı değer okuyucularım, Asr-ı saâdette gerçekleşen bu olay bize gösteriyor ki, bu insanlar kendi dinlerinin hak olmadığını bile bile ve körü körüne bir yol tutturmuşlar, gidiyorlar. Onların din adamları bile iddialarının tutarsız olduğunu çok iyi biliyorlar. Ama ne var ki, dünyalık menfaat ve çıkar, onlar için daha tatlı geliyor. Bu sebepten dolayı bir hayli hristiyan, kendilerini tatmin etmeyen dinlerini terk edip dinsiz oluyor. Okuyan ve araştıranları ise İslâm’ı kabul edip kendilerini kurtarıyorlar.
Şu anda bütün dünyanın gözü önünde cereyan eden Filistin ve Gazze olayları, insanları ve özellikle kadınları İslâm konusunda araştırmaya sevk ediyor. Dünyanın her tarafında özelikle hristiyanlar arasında Kur’ân meâli okumaları bir hayli arttı. Eğer biz Müslümanlar, bu durumu bir fırsat bilir ve “asrımızın cihâdı İslâm’ı en güzel şekilde anlatma ve yaşamadır.” diyerek bu konuda bir yarışa girersek, insanlar da fevç fevç İslâm’a girme konusunda yarışa gireceklerdir. Öyle ise haydin, hep beraber ayağa kalkalım ve yürüyelim. Rabbim, Yardımcımız olsun ve cihâd aşkımızı artırsın. Âmin…