CİHAD DERSLERİ- Hz. Peygamber’in İki Hırkası

Hz. Peygamber efendimizin, İstanbul’da iki hırkası vardır. Bunlardan birine Hırka-i Saâdet, diğerine de Hırka-i Şerif adı verilmiştir. Ancak tarihî kaynaklarda her iki ismin birbirinin yerine kullanıldığı da görülmektedir. Hırka-i Saâdet, Hz. Peygamber’in, Kâ’b b. Züheyr’e hediye ettiği hırkadır ve bugün Topkapı Sarayı’nda sergilenmektedir. Hırka-i Şerif ise, Hz. Peygamber’in, Veysel Karanî’ye verilmesini vasiyet ettiği hırka olup bugün Hırka-i Şerif Câmii’nin ilgili bölümünde sergilenmektedir. Bu iki hırkanın İstanbul’a gelişi şöyle olmuştur;
Kâ’b b. Züheyr, muallakât-ı seb’a (yedi askı) şairlerinden Züheyr b. Ebî Sülmâ’nın oğludur. Züheyr’in, Kâ’b’dan ayrı Büceyr adında bir oğlu daha vardır. Şiirlerinde hikmet unsuru önemli bir yer tutan Züheyr, Hz Muhammed’e peygamberlik gelmeden bir yıl önce vefat ederken son peygamberin pek yakında ortaya çıkacağını söylemiş ve ona iman etmelerini oğullarına vasiyet etmişti. Züheyr, bir gece rüyasında gökten yeryüzüne bir ip uzatıldığını, ona yapışmak için elini uzattığı halde onu tutamadığını görmüş ve bunu âhir zamanda gelecek Peygambere kendisinin yetişemeyeceğine yormuştu. Yetişecek olurlarsa, ona iman etmelerini oğullarına vasiyet etmişti. Züheyr’in iki oğlu da kendisi gibi şâirdi; ama Kâ’b’ın şâirliği Büceyr’in şâirliğinden üstündü.
Kâ’b ve kardeşi Büceyr, diğer Mekkeliler gibi Mekke fethine kadar İslâm’a olan düşmanlıklarını sürdürdüler. Kâ’b, Hz. Peygamber ve Müslümanlar hakkında hicviyeler yazdı; şiir sanatını bir ok gibi kullanarak onları yaraladı. Mekke fethinden önce veya sonra bu iki kardeş Medine’ye gidip Müslüman olmaya karar verdiler. Bir müddet yol aldıktan sonra Kâ’b, kararından vazgeçip Mekke’ye geri dönmek istedi. Kardeşi Büceyr, ne kadar ısrar ettiyse de onu bu isteğinden vazgeçiremedi. Büceyr, Medine’ye gidip Hz. Peygamber’in huzurunda Müslüman oldu; Kâ’b ise Mekke’ye geri döndü. Fetihten sonra Mekkeliler tamamen Müslüman oldukları için Kâ’b, orada barınamadı; babasının kabilesi olan Müzeyne kabilesine sığındıysa da bu kabile de onu kabul etmedi.
Eski âdetini devam ettirerek Müslümanları hicveden Kâ’b’ı, kardeşi Büceyr, gönderdiği haberlerle İslâm’a dâvet etmeye devam etti. Kâ’b, kardeşinin Müslüman olmasına ve kendini İslâm’a dâvet etmesine çok sinirlendiği için hicivlerinin dozajını artırdı. Büceyr, Kâ’b’dan gelen şiirleri Hz. Peygamber’e okuyunca, Hz Peygamber de onun yakalanmasını ve öldürülmesini emretti. Büceyr, bu durumu bir mektupla Kâ’b’a iletti ve onu tekrar İslâm’a dâvet etti. Kardeşi Büceyr’in, Müslüman olduğu takdirde bağışlanacağını bildirmesi üzerine Müslüman olmaya karar veren Kâ’b, hicretin dokuzuncu yılında, kılık kıyafetini değiştirerek tanınmayacak bir şekilde Medine’ye geldi ve Rasûlullah’ın huzuruna çıktı. Ensar ve muhâcirlerden oluşan topluluğun önünde kelime-i şehâdeti söyleyerek İslâm’ı kabul eden Kâ’b, “Ey Allah’ın Elçisi! Kâ’b b. Züheyr de huzurunuza gelip benim gibi İslâm’ı kabul etse onu affeder misiniz?” diye sordu. Hz. Peygamber’den “Evet, affederim” cevabını aldıktan sonra kendisinin Kâ’b b. Züheyr olduğunu söyledi.
Kâ’b, Medine’ye gelmeye karar verip yollara düştüğünde “Şayet, Hz. Peygamber beni affeder ve huzuruna kabul ederse ona bir kasîde okuyacağım” demiş ve yol boyunca kasîdesini zihninde hazırlamıştı. Hz. Peygamber’den affa uğradığı müjdesini alır almaz hemen orada “Bânet Suâdu” diye başlayan o meşhur kasidesini okudu. “Muhakkak ki, Peygamber kendisiyle aydınlanılan, Allah’ın çekilmiş yalın kılıçlarından bir kılıçtır” beytini söylediğinde, Hz. Peygamber efendimiz duygulanarak üzerindeki Yemen hırkasını (bürde) Kâ’b’ın omuzlarına attı. Şâirin bu kasîdesi bundan dolayı “Kasîdetü’l-bürde=Hırka kasîdesi’’ adıyla meşhur oldu.
Kâ’b, hayatı boyunca Hz. Peygamber’in hediyesini gözü gibi sakladı. Hz Muâviye, halife olunca Kâ’b’dan bu hırkayı on bin dirhem gümüş karşılığında satın almak istemişse de Kâ’b buna rıza göstermemiş; fakat Kâ’b’ın vefatından sonra vârislerinden yirmi bin dirheme satın almıştır. Bu şekilde Emevîlere geçen Hırkâ-i Saâdet, Emevîler’den Abbasîler’e, onlardan Memlûkler’e, onlardan da Osmanlılar’a geçmiştir. 1517 yılında Osmanlılar adına Mısır’ı fetheden Yavuz Sultan Selim, Hırkâ-i Saâdet’i diğer mukaddes emanetlerle birlikte İstanbul’a getirmiştir.
Hırka-i Saâdet, 124 cm boyunda geniş kollu, siyah yünlü kumaştan dikilmiş krem renginde yün astarlı bir hırkadır. Topkapı Sarayı kumaş uzmanları tarafından yapılan inceleme sonucunda hırkanın Hz. Peygamber devrine âit olduğu kanaatine varılmıştır. Bu hırka, Sultan Abdülaziz tarafından yaptırılan iç içe iki altın sandıkta bohçalara sarılı olarak muhafaza edilmektedir.
Burada okuyucularımın dikkatini, Hz. Büceyr’in, kardeşinin Müslüman olması konusunda gösterdiği azim ve gayrete çekmek istiyorum. Saygıdeğer okuyucularım, çevrenizdeki insanların İslâm düşmanlığı sizi hayal kırıklığına uğratmasın. Siz, size düşeni yapmakla görevlisiniz, hidâyeti halk eden Yüce Allah’tır. Sizin göstereceğiniz azim ve gayret neticesinde nice İslâm düşmanlarına hidâyetin nasip olacağını unutmayın. Çevrenizdeki olumsuzluklara bakıp ağlamayın, İslâm adına gayretiniz ve çalışmanız yoksa işte o zaman oturun ağlayın.
Hz. Peygamber’in bir diğer hırkası yine İstanbul’da Hırka-i Şerif Camii’nde muhâfaza edilmektedir. Hz. Peygamber’in vasiyeti üzerine Hz. Ömer ve Hz. Ali’nin Yemen’deki Karen köyüne giderek Veysel Karenî’ye hediye ettiklerine inanılan bu hırka, krem renginde yünlü bir kumaştan yapılmıştır. Bu hırka, Üveysîler tarafından muhafaza edilmiş, Osmanlı sultanı I. Ahmed’in fermanı ile İstanbul’a getirilmiştir. Şu anda, Fatih semtinde Hırka-i Şerif Câmii’nin üst katında bir bölümde Veysel Karenî’ye âit kemer ve takke ile birlikte bir mahfaza içerisinde özel bir dairede korunmakta ve Ramazan aylarında ziyarete açılmaktadır.
Veysel Karenî, Sıffîn savaşında Hz. Ali’nin saflarında şehid düşerken bekârdı; hiç evlenmemişti. Evlenmediği için çocuğu da yoktu. Sıffîn’de şehid edildiğinde kardeşinden başka yakını da olmadığından dolayı Hırka-i Şerif kardeşi Şehâbeddin el-Üveysî’ye intikal etmiştir. Üveysî âilesi, Emevîler ve Abbasîler zamanında Irak ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşadılar. Anadolu fethedildikten sonra da Kuşadası’na göç ettiler. Uzun bir müddet burada ziraatle meşgul olan âile, Osmanlı Sultanı I. Ahmed’in isteği ve desteği üzerine gelip İstanbul’a yerleşti. İstanbul’a geldiklerinde âilenin reisi olan Şükrüllah el-Üveysî, Fatih semtindeki Yavuz Selim’de kiraladığı evde Hırka-i Şerif’i ziyarete açmış ve İstanbul halkının bu mukaddes emâneti ziyaret etmesini sağlamıştır.
Bu ziyaretlerin giderek artması üzerine I. Abdülhamid, Fatih semtinde tek odadan ibaret bir Hırka-i Şerif dairesi yaptırmış, ardından Sultan Abdülmecid, Hırka-i Şerif Câmii’ni yaptırarak mukaddes emâneti burada muhafaza altına almıştır. Özellikle Ramazan ayının ikinci yarısında vâlide sultan tarafından burada ziyarete açılan Hırka-i Şerif, Osmanlı devlet erkânının Topkapı’daki Hırka-i Saâdet’i ziyaret ettikten sonra bu câmiye gelerek Hırka-i Şerif’i de ziyaret etme geleneğini başlatmıştır. Bu gelenek, bugün resmî protokolün katılımı olmadan devam etmektedir.
Sevgili Peygamberimizin iki hırkasının ve diğer mukaddes emânetlerinin İstanbul’da bulunması bu şehir için bir şereftir. Bu şehir, bu mukaddes emânetler hürmetine bugüne kadar düşman eline geçmemiş; bugünden sonra da geçmeyecektir inşallah. Milletimiz de bu mukaddes emânetlere gereken saygıyı, hürmeti ve ilgiyi göstermekte ve onları ziyaret ederken Hz. Peygamber’i ziyaret ediyormuş gibi bir heyecan duymaktadır.
Milletimizin bu ziyaretlere ve mukaddes emanetlere gösterdiği ilgi takdire şâyandır. Ama bilinmelidir ki, Hz. Peygamberin bize bıraktığı asıl emânet Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Nebeviyyedir. Bizim, gözümüzün bebeği gibi korumamız ve emirlerine uyup yasaklarından kaçmamamız gereken değer, bu iki kaynaktır. Kur’an’ı ve sünneti korumayan, hayatını bu iki kaynağa göre tanzim edemeyen nereyi ve neyi ziyaret ederse etsin bir şey elde edemez.
Ancak bu ziyaretler, kendisinde bir ufuk açılmasına sebep olacaksa, ziyaret ettiği yerin ve eşyanın sahibine yakınlaştıracaksa güzeldir ve tavsiye edilir. Yoksa folklorik bir ziyaretten öteye geçemez. Şurası çok iyi bilinmelidir ki Yüce Allah, Hz. Peygamberi bize hayatı ve yaşantısı ile örnek gösteriyor. Gerçek Müslüman, O’nu her şeyi ile örnek alandır.