CİHAD DERSLERİ – Bir Ölür Bin Diriliriz

Dergimizin bu sayısında yıllar önce yazmış olduğum bir yazıyı önemine binâen sizlerle paylaşmak istiyorum. “Bir ölür, bin diriliriz” ifadesi bir slogan değil; gerçektir, vâkıadır. Müslümanlar, bir ölür; bin dirilirler. Bu ifade, sayı ve kemiyet bakımından olmasa bile durum ve keyfiyet bakımından doğrudur. Çağımızda bin kişiye bedel bir kişiler Müslüman olmakta ve arkalarından binlerce kişiyi sürüklemektedirler. Bu asrın gündeminde İslâm ve Müslümanlar vardır. Yıkılış, yok oluş ve ölüm gibi görünen olaylarda îmâr, varoluş ve dirilişler vardır. Olayları iyi tahlil edenler, gelecek için iyi şeyler görüyor ve güzel şeyler söylüyorlar. “Ümid var olunuz, şu istikbâl inkılâbâtı içinde en gür sadâ İslâm’ın sadâsı olacaktır” diyorlar.
Martin Lings ( Ebubekir Sırâceddin )’in ölüm haberini gazetelerde okuduk ve üzüldük. Kendi gayreti ile İslâm’ı seçmiş ve ömrünü İslâm’a adamış bir ilim adamı ayrıldı aramızdan. Eserleri okunuyor ve okunacak. Martin Lings, Müslüman olduktan sonra kendini İslâm’a vakfetmiş. Uzun müddet Mısır’da kalmış; seçtiği dini ana kaynağından öğrenmiş. Öğrendiklerini kitaplara dökmüş ve bildiklerini herkesle paylaşmış. 1909 yılında İngiltere’de doğan Martin Lings, Cezayir’li Şeyh Ahmed el-Alevî ile tanıştıktan sonra 1938 yılında Müslüman olduğunu açıklamış. 1939 yılında Mısır’a giden Martin Lings, 1952 de İngiltere’ye dönmüş. Geçenlerde (12 Mayıs 2005) 96 yaşında vefat eden bu zat, yaşadığı köyde defnedildi.
Martin Lings’in vefatına üzülürken Yvonne Riddley’in Müslüman olmasına sevindik. “Bu İngiliz bayan gazeteci, Afganistan’a kaçak yollardan girmek isterken 28 Eylül 2001’de Tâlibân tarafından kaçırılmış ve bir anda dünya kamuoyunun ilgi odağı olmuştu. İngiliz hükümeti, yoksul bir işçi ailesinin kızı olan Riddley’i kurtarmak için devreye girmişti; ama nafile. Riddley, tam on gün Tâlibân’ın elinde kaldı. Girişimler sonuç verdi ve kırk üç yaşındaki Riddley serbest bırakıldı. Riddley’in serbest bırakılmasında hükümetin, Tâlibân ile yaptığı görüşmelerin etkisi vardı kuşkusuz. Ancak Tâlibân’ın, İngiliz gazetecinin gitmesine izin vermesinin ardında yatan bambaşka bir sebep daha vardı: Yvonne Riddley, Tâlibân’a, kendisini serbest bırakmaları halinde Kur’ân-ı Kerîm’i okuyup, İslâm dini üzerine çalışmalar yapacağına söz vermişti. Tâlibân, Riddley’i serbest bırakmayı kabul etti. Riddley de sözünü tuttu ve bu olaydan sonra Yvonne Riddley için İslâm’a doğru bir yolculuk başladı. Kur’ân-ı Kerîm, onu çok etkiledi ve kısa bir süre sonra İslâm’ı seçti.” Riddley ile yapılan konuşma da bizi etkiledi. Ebru Ateş’in Turkuaz’da yaptığı konuşmayı gazetemizin arşiv sayfasında (16 Mayıs 2005 Pazartesi) okuduk. Gerçekten etkilendik. Okumadıysanız, o gününün gazetesini bulun ve siz de okuyun. Bir İngiliz bayanın kısa zamanda Kur’ân-ı Kerîm’i ve İslâm’ı nasıl öğrendiğini okuyalım ve kendimizden utanalım.
Suyun suya benzediği kadar insanlar insanlara ve olaylar olaylara benziyor. Riddley’in Müslüman olması bize, Asr-ı sââdette Müslüman olan bayanları hatırlattı. Bin bir türlü çile ve ızdıraba karşı Müslüman olan, Mekke’den Medine’ye hicreti bile göze alan hanım sahâbiler geçti gözümüzün önünden. Kocaları, oğulları, kardeşleri küfrün ve şirkin elebaşı olan hanımların, Hz. Peygamber efendimizin yanında saf tutmaları geldi aklımıza. “Kur’ân, nefes kesiciydi” ifadesi bize Hz. Ömer’in, Hz. Peygamber’i öldürmeye giderken dinlediği Kur’ân âyetlerinin etkisinde kalarak Müslüman olmasını hatırlattı. “Hikâyemi dinleyip şehadet getiren çok insan oldu.” Sözüne Amerika ne gibi tedbir alıyor acaba? Mekke müşrikleri ve Medine Yahudileri de çok tedbirler almışlardı. Ama neticede kaybeden kendileri oldu. Şimdi de İslâm düşmanları kaybedecek; bundan hiç şüpheniz olmasın. İsrail zulmünü tenkid eden Yahudi hahamları, Amerikan dayatmalarını eleştiren batılı gazeteciler var artık. Bu zâlim devletlerin yaptıkları zulmü bu insanlar da kabul etmiyor. Yıllar önce Mekke döneminde de böyle olmuştu. Hz. Peygamber efendimiz ve Müslümanlar, üç yıl boyunca Ebû Tâlib mahallesinde muhâsara altına alınmışlardı. Müşrikler kendi aralarında bir de şartnâme yazıp Kâbe duvarına asmışlardı. Bu şartnâmeye göre Müslümanlara yiyecek vermeyecekler, kız alıp vermeyecekler, konuşmayacaklardı. Aradan üç yıl geçince bu şartnâmeye isyan eden ve Kâbe’nin duvarından indiren insaflı müşriklerdi. Zaten şartnâmeyi de güve yemiş bitirmişti. Kendi zulümlerine kendileri isyan etmişlerdi. Bu gün de öyle oluyor. Zâlimler, döktükleri kanda boğulacaklar inşallah. İçlerinden insaflı olanlar da İslâm’ı seçecekler.
Mekke’nin ciğer pareleri olan büyük komutan Hâlid b. Velid, büyük diplomat Amr b. el-Âs ve Osman b. Talha hicretin sekizinci yılında kendi istekleri ile Müslüman olmuşlar ve küfrü bitirmişlerdi. Bugün de öyle olacak inşallah. Misyonerlerin milyarlarca dolarları dağıtmaları kendilerine hiçbir şey kazandırmıyor. Solculuk ve bütün beşeri sistemler de bitti, tükendi. İnsanlara dünya ve âhiret saâdeti sunan İslâm var gündemde. İslâm geliyor. Hem de büyük heyecan ile geliyor. Mehter marşı edası ile geliyor.
Bir kısım insanlarımız gelecekten umutsuz gibi görünüyorlar. Onların umutsuzluğu, kendilerindeki tembellikten ve meskenetten kaynaklanıyor. Geceyi gündüze katıp çalışanlar, Kur’ân ve Sünnetten beslenenler, her zaman ve her yerde Müslümanlarla birlikte olanlar geleceğe umutla bakıyorlar.