CİHAD DERSLERİ- Ashâb-ı Kiramdan Kur’ân-ı Kerîm ile İlgili Hâtıralar

Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh anlatıyor: “Mekke’den Medine’ye hicret etmiş olan muhâcir sahâbîlerin yoksul olanlarından bir topluluğun içine oturmuştum. Yanlarında vücutlarını tamamen örten bir giyecek olmadığı için birbirlerini perdeliyorlar ve onlardan biri Kur’ân-ı Kerîm okuyor, biz de dinliyorduk. Tam bu sırada Rasûlullah aleyhisselam çıkageldi. Kur’ân-ı Kerim okuyan muhâcir kardeşimiz sustu. Rasûlullah aleyhisselam bize selam verdikten sonra “Ne yapıyordunuz?” diye sordu. Biz de “Yüce Allah’ın kitabını dinliyorduk” dedik.
Bunun üzerine Rasûlullah aleyhisselam “Ümmetim içinde aralarında durmam emredilen kişileri yaratan Allah’a hamd olsun.” dedi. Sonra da aramıza oturdu. Bundan sonra da eliyle işaret ederek, birinin yakınında olmak için diğerinden uzakta olmayın deyip, hepsinin bir halka şeklinde oturmalarını emretti. Bunun üzerine herkes yüzünü Rasûlullah aleyhisselam’a dönerek oturunca şöyle buyurdu: “Ey muhâcirlerin yoksulları! Size müjdeler olsun ki, kıyamet günü insanların zenginlerinden önce mükemmel bir nurla yarım gün önce cennete gireceksiniz. Bu yarım gün de beş yüz seneye denktir.” (Ebû Dâvûd)
Ukbe bin Âmir radıyallahu anh anlatıyor: “Medine mescidinin bitişiğindeki Suffe’de otururken Rasûlullah aleyhisselam yanımıza geldi ve şöyle dedi: “Sizden kim her gün sabah erken Bathan veya Akik vadisine gidip günah işlemeden ve akrabalık ilişkilerini zedelemeden iri hörgüçlü iki deve alıp getirmek ister?” Biz de: “Hepimiz isteriz ya Rasûlullah!” dedik. Bunun üzerine Rasûlullah aleyhisselam şöyle buyurdu: “Sizden biriniz câmiye giderek Yüce Allah’ın kelâmı olan Kur’ân-ı Kerim’den iki âyet okur veya öğrenirse bu onun için iki deveden daha kârlıdır. Üç âyet üç deveden, dört âyet dört deveden ve âyet sayısına göre o kadar deveden daha hayırlı ve iyidir.” (Müslim ve Ebû Dâvûd)
Ebû Ümâme radıyallahu anh anlatıyor: “Bir adam Rasûlullah aleyhisselam’a gelerek şöyle dedi: “Ey Allah’ın elçisi, ben filan oğullarının hissesini aldım; sonra da onu satarak şu kadar kâr ettim.” Bunun üzerine Rasûlullah aleyhisselam şöyle buyurdu: “Sana ondan daha kazançlı bir şey söyleyeyim mi?” Adam: “Ondan daha kârlısı da var mı Ya Rasûlullah?” deyince Rasûlullah aleyhisselam şöyle buyurdu: “İnsanın Kur’ân’dan on âyet öğrenmesi ondan kârlıdır.” Adam bu söz üzerine gidip on âyet öğrendi. Sonra da gelip Rasûlullah aleyhisselam’a haber verdi.” (Heysemî, Mecmau’z-zevâid, VII, 165)
Abdullah b. Mes’ûd radıyallahu anh anlatıyor: “Biz, Rasûlullah aleyhisselam’dan on âyet öğrenince, bu âyetlerde geçen hükümleri uygulayıncaya kadar bir sonraki on âyete geçmezdik.” (Müttakî el-Hindî, Kenzü’l-ummâl, I, 232)
Cündüb b. Abdullah radıyallahu anh anlatıyor: “Gençliğimizde Rasûlullah aleyhisselam ile beraberdik. Rasûlullah aleyhisselam bize Kur’ân’ı öğrenmeden önce imanı telkin etti. Sonra Kur’ân’ı öğrendik. Böylece imanımız daha kuvvetlendi.” (İbn Mâce)
Abdullah b. Ömer radıyallahu anh anlatıyor: “Rasûlullah aleyhisselam ile beraber yaşadığımız günlerde bize Kur’ân öğretilmeden önce, tam manasıyla iman etmemiz emredilirdi. Hz. Muhammed aleyhisselam’a bir sûre indiği zaman O, bize önce bu sûredeki helâli, haramı ve üzerinde durulması gereken yerleri öğretirdi. Nitekim siz de Kur’ân’ı böyle öğreniyorsunuz. Daha sonraları ben, inanmadıkları halde Kur’ân’ı öğrenen birçok kimse gördüm. Onlar, Kur’ân’ı baştan sona kadar okuyorlar fakat onun neyi emrettiğini ve neyi yasakladığını, neyin üzerinde durulması gerektiğini bilmiyorlar. Kur’ân’ı çürük hurma gibi bir yana atıyorlar.” (Heysemî, Mecmau’z-zevâid, I, 165)
Abdullah b. Mes’ûd radıyallahu anh anlatıyor: “Nebî aleyhisselam: “Bana Kur’ân oku!” buyurdu. Ben de kendisine şöyle dedim: “Ey Allah’ın elçisi! Kur’ân sana indirilmişken ben sana nasıl Kur’ân okurum?” O da şöyle buyurdular: “Ben, Kur’ân’ı başkasından dinlemeyi gerçekten çok severim.” Bunun üzerine ben kendisine Nisâ sûresini okudum. “Her ümmetten gerçek bir şâhit, seni de bunlara hakkıyla şâhit getirdiğimiz zaman halleri nice olur?” anlamındaki âyete gelince “şimdilik yeter!” dediler. Kendisine dönüp baktım, iki gözünden yaşlar boşalıyordu.” (Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân, 33; Müslim, Müsâfirîn, 247)
Enes b. Mâlik radıyallahu anh anlatıyor: “Rasûlullah aleyhisselam, Übey b. Ka’b’a hitâben şöyle dedi: “Yüce Allah, bana lem yekünillezîne keferû sûresini sana okumamı emretti.” Bunun üzerine Übey b. Ka’b şöyle dedi: “Yüce Allah, benim adımı andı mı?” Rasûlullah aleyhisselam da “Evet!” dedi. Bu cevap üzerine Übey b. Ka’b duygulanarak ağladı.” (Buhârî, Menâkıbu’l-ensâr, 16; Müslim, Müsâfirîn, 246)
Berâ b. Âzib radıyallahu anh anlatıyor: “Bir adam Kehf sûresini okuyordu. Yanında iki uzun iple bağlanmış bir at vardı. O adamın üzerini bir bulut kapladı ve yaklaşmaya başladı. Atı da o buluttan ürkmeye başladı. Sabah olunca adam, Rasûlullah aleyhisselam’a geldi ve durumu anlattı. Bunun üzerine Nebî aleyhisselam şöyle buyurdu: “O sekînedir; Kur’an okuduğun için inmiştir.” (Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân, 11; Müslim, Müsâfirîn, 240)
Kaynaklarımızdan öğrendiğimize göre Kehf sûresini okuyan kişi Medineli Müslümanlardan Üseyd b. Hudayr’dır. Sahabîlerden bazısının bildirdiğine göre Üseyd’in sesi son derece güzel ve yanıkmış. Bu sebeple Efendimiz kendisine: “Oku ey Üseyd! Sana Dâvûd’un aleyhisselam mezâmirinden hisse verilmiştir” buyurmuşlar.
Hadis-i şerifte geçen sekîne kelimesinin çeşitli anlamları vardır. O, kalbe huzur ve rahatlık veren şeydir, rahmettir, vakardır, rahmet melekleridir. Aynı olayı etraflıca nakleden Ebû Saîd el-Hudrî anlatımının sonunda Rasûlullah aleyhisselam: “Bunlar meleklerdir. Seni dinliyorlarmış. Eğer okumaya devam etseydin, sabaha kadar seni dinlerler, halk da onları görür, halktan gizlenmezlerdi.” diye buyurmuştur. (Müslim, Müsâfirîn, 243)
Sahâbenin bu konudaki hâtıraları çoktur. Biz bu kadarı ile yetinmek istiyoruz. Bu hâtıralara kendimizden herhangi bir şey katmadık, yorumları siz değerli okuyucularımıza bıraktık. Sadece şu kadarını söylemek istiyorum:
Bu hâtıralara baktığımız zaman, bizim Kur’ân-ı Kerim ile dostluğumuzun zayıf olduğu ortaya çıkıyor. Gelmekte olan üç ayları ve özellikle de Ramazan ayını fırsat bilerek çocuklarımızla birlikte Kur’ân okumaya başlasak çok iyi olur diye düşünüyorum. Elbette ki, bizim okumamız çocuklarımızın okuması gibi olmayacak; onlar metnini okuyup namaz sûrelerini ezberlerken biz bunlara ilâve olarak Yüce Kur’ân’ın mânâsını düşünecek ve onunla devamlı konuşacağız.
Kur’ân okuyan Yüce Allah’la konuşuyor demektir. Müslümanlar olarak Rabbimizle konuşmak gibi bir ayrıcalığımız varken, bu şerefi bırakmış, gereksiz insanlarla gereksiz şeyleri konuşuyoruz. Ne kadar acınacak bir halimiz var, değil mi?