Cihâd Çocuk Oyuncağı Değildir

Cihâd çocuk oyuncağı değildir, bir ibâdettir. Yüce İslâm dini de hiç kimsenin babasının oyuncağı değildir, üstün bir nizamdır. İslâm dini, Yüce Allah’ın gönderdiği en son ve kâmil bir dindir. Allah’ı, peygamberi ve kitabı olan bir dindir. Bu dinin sahibi olan Yüce Allah, elçisi Hz. Muhammed Mustafa aleyhisselam’a gönderdiği son âyet-i kerimede şöyle buyurmaktadır;
“…Bugün size dininizi ikmâl ettim, üzerinize olan nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı beğendim…” (el-Mâide sûresi, 5/3)
İkmâl etmek demek, bir şeyi noksansız ve tastamam yapmak demektir. Bir şeyi ikmâl eden ve tastamam yapan Allah olursa o şeyde noksanlık bulunur mu? Elbette bulunmaz. İşte bu sebepten dolayı Yüce dinimiz İslâm’da eksiklik ve noksanlık yoktur. Eksiklik ve noksanlık onu anlayamayan kısa akıllı cücelerdedir. İşte bu cüceler, akıllarının kısalığından ve görüşlerinin kısırlığından dolayı İslâm’ı tam mânâsıyla anlayamadıkları ve kavrayamadıkları için her kuru gürültüyü cihâd, her kuru gürültü çıkaranı da mücâhid olarak görüyor ve öyle zannediyorlar. Bir daha söyleyelim ki, cihâd çocuk oyuncağı değildir.
Saygıdeğer okuyucularım! İslâm, çağlara ve mekânlara göre değişen bir din değildir. Zamanlara ve insanlara göre şekillenen bir din değildir. Aptal ve ahmak insanların yorumlarına göre kendisiyle oyuncak gibi oynanan bir din hiç değildir. O, çağlar üstü bir dindir. Bütün zamanlara, bütün mekânlara ve bütün insanlara hitap eden evrensel bir mesajdır. İman, ibâdet ve ahlâk boyutu olan bir dindir. Her üç boyutun da sâbiteleri (değişmezleri) olduğu gibi âlimlerin yorumları neticesinde değişebilen hükümleri de vardır.
Saygıdeğer okuyucularım! Bütün ilâhî dinlerde her insanın canı, malı, aklı, ırzı ve nâmûsu korunmuştur. Her dinde toplumun ve kişinin emniyeti, sulh ve sükûn, bir arada yaşama önemlidir, vazgeçilmez önceliklerdendir. Bütün ilâhî dinlerde söz Allah’ta biter, peygamberler örnek insanlardır, kitaplar anayasadır. Hiç kimse kendine göre kanun koyamaz. Herkes, Yüce Allah’ın koyduğu kanunlara uymak ve peygamberini örnek almak mecburiyetindedir. İşte o zaman aynı hedefe doğru yürüyen bir ümmet meydana gelir. Bu ümmet dinin aynası olur.
Şimdi herkes, İslâm’ın bir tarafından tutmuş ve kendilerine göre bir din uydurmuşlar. İmânı, ibâdeti, ahlâkı ve takvası olmayan bir din ihdâs etmişler. Bu câhiller, İslâm’ı vuran, kıran, yakan, yıkan, ağlatan bir din haline getirdiler. Bunları kim yönlendiriyor, gücü ve desteği nerden alıyorlar, bilmiyoruz. Bildiğimiz bir şey varsa o da, böyle bir İslâm’ın olmadığıdır.
Hz. Peygamber Efendimizin Mekke hayatını, hicretini, Medine hayatını, üstün ahlâkını, örnek yaşantısını bilmeyen ve bunu hayatına aksettiremeyenler mücâhid olmuş çıkmışlar. İslâm adına kafa ve kol kesiyorlar, evleri ve ocakları yıkıyorlar, kadınları dul ve çocukları yetim bırakıyorlar. Câmileri ve mâbedleri havaya uçuruyorlar. Bir insanı haksız yere öldürmenin bütün bir insanlığı öldürmeye eş değer olduğunu bilmiyorlar.
Saygıdeğer okuyucularım! Son senelerde Amerika’da ve batıda Müslüman olanların sayısı gittikçe artıyor. Üstelik de okumuş kesim seçiyor İslâm’ı. Bu durum, İslâm düşmanlarını özellikle de papalık makamını endişeye sevk ediyor. Bunun için oturup gece-gündüz düşünüyor ve yayılan İslâm’ın önünü kesmek için planlar yapıyorlar. Yaptıkları planları da uygulamaya koyuyorlar. Bu planların istedikleri gibi uygulanabilmesi için çok paralar harcıyor ve içimizdeki saf Müslümanları da bu işlere âlet ediyorlar.
Saygıdeğer okuyucularım! Bu planları yapanlar, bizi birbirimize düşürerek ve bizim maddî imkânlarımızı tüketerek bize darbe vuruyorlar. Tekbirler eşliğinde kafa-kol kesmelerine cihâd süsü vererek heyecanlı Müslümanları dolduruşa getirip onların enerjilerini boşa harcıyorlar. Dünyanın değişik yerlerinden heyecanlı genç Müslümanları bu olumsuz fiillerin işlendiği yerlere toplayarak bizim gençlerimizin hayatlarını söndürüyorlar. Bu olaylar neticesinde dul kalan hanımlar ve yetim çocuklarla ilgilenmedikleri için onları da Kızılhaç ve benzeri teşkilatların ağına bırakarak bizim insanlarımızın Hristiyan olmalarına sebep oluyorlar. Avrupa’daki ve Amerika’daki insanı Hristiyanlık tatmin etmiyor. Bu insanlar ya ateist oluyorlar veya kendilerine başka din arıyorlar. Bu da papalığı rahatsız ediyor. Papalık da bu savaşlar veya çeşitli sebeplerden dolayı meydana gelen yoksulluklar neticesinde sahipsiz kalan çocukları sahiplenerek onları Hristiyan yapıyor. İslâm dünyasındaki yetimlerin sayısının ne kadar olduğunu ve bu yetimlerden ne kadarına Müslüman kuruluşların bakabildiğini ve ne kadarına bakamadığını; bakamadıklarının misyonerlerin ağına düştüğünü cihâd tellallığı yapan kaç kişi biliyor.
Saygıdeğer okuyucularım! Cihâd bir ibâdettir. Bu ibâdet, Müslümanların kararı ile ve Müslümanlarla birlikte yapılır. Bu ibâdet yapılırken kâfirlerden, müşriklerden, fâsıklardan, münâfıklardan ve Müslüman olmayanlardan yardım istenmez. Çünkü onlar bizim düşmanımız ve aynı zamanda düşmanlarımızın dostudurlar. Onları işin içine kattığımız zaman, ya bizim dâvâmızı sabote ederler veya düşmanlarımızla birlik olur, toptan bize hücum ederler. Her konuda olduğu gibi cihâd konusunda da imâmımız, önderimiz, liderimiz ve komutanımız olan Hz. Peygamber Efendimiz, Bedir savaşına giderken Akîk vâdisinde önüne cesur ve cengâver iki kişi çıktı ve İslâm ordusu ile birlikte savaşa katılmak istediklerini söylediler. Hz. Peygamber Efendimiz onlara şu soruyu sordu: “Siz, niçin bizimle birlikte savaşa katılmak istiyorsunuz?” Onlar “Ganimet elde etmek istiyoruz.” dediler. Hz. Peygamber onlara ikinci bir soru sordu ve şöyle dedi: “Siz, Allah’a ve Resûlüne imân ettiniz mi?” Onlar bu soruya “Hayır!” diye cevap verince Hz. Peygamber “Öyle ise geri dönün, biz müşriklere karşı başka müşriklerden yardım istemeyiz.” dedi. (İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 535; Müslim, Cihâd, 150; Tirmizî, Siyer, 10). İşte peygamber ölçüsü budur. Bu ölçüye riâyet etmeyen Müslümanların hali de ortadadır.
Hiçbirimizin bu güzel ibâdeti sulandırmaya ve mecrâsından çıkarmaya hakkı yoktur. Allah’ımızın emretmediği, peygamberimizin yapmadığı şeyleri yapan hiç kimsenin de başarıya ve hedefe ulaşma şansı yoktur. Bunun böyle bilinmesi gerekir.
Dünyanın değişik yerlerinde zâlimlerin zulümleri altında kalan ve kendilerini savunma durumunda kalan mazlum Müslüman kardeşlerimin yaptıkları meşrû eylemler ve savunmalar bu yazının konusunun dışında mütâlaa edilmelidir.