Cengiz Aytmatov, Toprak Ana

Cengiz Aytmatov, Toprak Ana

Bismillah

Allah’ım kolaylaştır, kalbimdekini dökmeme yardım et.

Çalışmak kutsaldır. Çalışmanın kutsallığının, öz benliğin ilerlemesi ile olduğu söylenemez bence. Çalışmak Allah için olursa kutsaldır. Eğer, çalıştıkların çocuklara gıda, büyüklere umut oluyorsa kutsal bir iş yapıyorsun demektir.

Hepimizin ana olduğunu düşünüyorum. Çocukları hızlıca doğup hızlıca ölen analar. Kimisi kötü kimisi iyi evlatlar bunlar. Hepimizin ana olduğunu düşünüyorum çünkü hüznü doğurup öldüren de biziz içimizde, aşkı doğurup öldüren de. Umudu doğuran da biziz, acıyı doğuran da. Hepimiz anayız, duygularımızın anası ve hepimiz mazlumuz, iyi duyguların mazlumu, kötü duyguların katili.

Ve bir dakika sonra yaşanacak olana da biz cüz’i irademiz ile karar veriyoruz. Yani dünyada doğan ölen ne varsa faili biziz.

Önce aşk ve sevgiyi kaybettik ve nicesini bunlara dost bulan sevgili umudumuzu kaybettik. Umudumuzu kaybettiğimiz yerlerden Allah nice tomurcuklar çıkardı da onlarla tutunduk hayata, büyüdüklerini gördük, bize kattıklarını; kimimiz de fark edemedi tomurcuğu, daha önce yaşadıklarını bahane bildi ve bıraktı kendini ölen her duygunun ardından sessizce veya bağırtılarla acındırarak kendisini.

Gün geldi en güzel duygularımızı unuttuk yenilerini ektik gönül bahçemize de onları yağmurlarla suladık büyüttük. Beraber tüketmek için hayatı, yeni bir umudun tohumunu onlardan alalım diye bel bağladık onlara. Onlarsa ancak gövdelerini büyütüp kaldılar, tutunamadılar hayata. Belki umudumuz olan son çuval buğdayımızı çaldı hırsızlar ama yılmak bize göre değildi. Daha önce bizi tanıyan her genç umut, her tomurcuk gözleri daha henüz açılmış, bize destek verdi de ardından atlarla koştuk umudumuzun…

Yeri geldi umudu bir askeri trenin tekerlerinden çıkan o kaba sese bağladık. Koşturan her adımda duyduk onun nefesini. Yeri geldi göğsümüze bastık ellerimizi ve kapadık kulaklarımızı, yalnızca kalbimizi dinledik, dinledik ki yolumuz görünsün de nasıl hayatta kalabiliriz öğrenelim.

Yaşadıklarımız yetmezmiş gibi doğan her tomurcukla bir dal kaybettik hayatımızdan. Tutunduğumuz, geçen o büyük harpten sonra, asla kopmayacağına inandığımız ve belki hayata dair tek planımız olan o dal, onu da kaybettik.

Şimdi hiç bilmediğimiz bir kamyonun şoför mahallinde haber vermeden bir sabah kaçan giden o yeni bir hayata gebe umutlarımızı arıyoruz. O toz duman kaybolanda biz göreceğiz ama ne vakit kaybolur da beklediğimiz çıkar oradan bilemeyiz.

Savaş elimizdekileri aldı. Nefisle savaşımızda kaybettiğimiz her hayat dolu duygumuz, kirlenmemiş duygumuz yok oldu gitti. Ama yüreğimiz savaşta dört oğlunu sonra da kocasını ve en sevdiği belki tek sevdiği gelinin kaybetmiş bir ana kadar yanmadı. Çünkü o canlar ölse de yaşasa da bizi hayata bağlayan şeyin bir ufak duygu tomurcuğu, geleceğimde ne var kaygısı olduğunu unuttuk gittik de ondan.

Şimdilerde arıyoruz belki toprak anayı belki kordan anayı. Ama yandığımızı söndürecek, ya da alevlendirecek nice analar arıyoruz. Zira bizim doğurduklarımız hep ölüyorlar.

Kendini kaybeden anaların, mektuplarla hayata döndüğünü gördük oğullarından gelen.  Korkuların yerini umuda bıraktığını gördük. Öldüğünü bilmediklerimiz yaşıyor mu? Yaşadıklarını bildiklerimiz ne vakit öldü içimizde? Gömdüklerimiz hala konuştuklarımızsa nasıl öldü deriz ki? İşte umut öleni diriltir, yaşayanı öldürür. Yalnızsan eğer kaybettiklerin gözünün önünden ayrılmaz da her vakit sarılırsın hayalinde kalan suretlerine eğer unutmadıysan onları…

Korkarız, korkarız ki bir gün anıları hatırlayamayacak kadar yaşlanacağız. Ardından gitmesin diye koştuğumuz her duygu, yüzüstü koyup gidecek bu fani hayattan. Güvendiğimiz her dağa kış gelecek…

Bazen, öyle bir an gelir ki, anın anası olursun ve bir daha unutulmazsın. İnsanların harabe duvarlarını onarırsın da kalplerinde ki seni unutmazlar. Duvar ustaları el bağlar önünde, derler ki, ‘bu devrin ustası sensin zira biz insanların zahirde kalan duvarlarını hep onardık ama hiç hatırlanmadık ancak sen onların ta kalplerine kadar indin de nerede ne yapacaklar, nasıl tutunacaklar hayata, karşılaştıkları olaylara nasıl sınırlar çizecekler öğrettin. Biz ise yalnızca duvarları boyadık dışardan, süsledik gözlerinde, sense onlara kalpları parçalanmasın diye tel örgüler çektin dışarıdan açılması mümkün olmayan.’

Peki, ya yaşadığımız duygular bize ait değilse?  Ya başkasından görüp de özendiğimiz anlar varsa ve onları yaşamak için sahte planlarla ve olaylarla canımızı sıkıyorsak ya da mutlu oluyorsak? Ya gerçekten sevdiğimiz aslında hakkında hiç bilmediğimiz bir şeyse?

O zaman asıl anasına kaçar duygular. Kimden sudûr olduysa yani kime layıksa ona gider sana da ancak bir anlık uğrar sonra kaybolur gider. Bekle ki bir daha yolu düşsün sana…

Kendimizi yaşamalıyız. Biz neyi seviyorsak ona sevgi beslemeliyiz ve onu kaybetmeyi göze alarak yapmalıyız bunu. Çünkü güzel olan şeyin bir gün çekip gideceği malumdur. Bu dünyaya sefamızı sürmeye değil, tarlamızı sürmeye geldik sonuçta…

Kaybettiklerimizin yasını tutma zamanı değil! Kaybettiklerinden arda kalan tomurcukları korumalısın yağmurdan, şiddetli rüzgârdan, insanlardan, kendinden… Yoksa kim hatırlar ki ilk darbede yere yığılan bir pehlivanı güreşte? Ya da kim posterini asar bir şarkıcının ilk şarkısında kaybolup giden?

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.