KAPAK – Bu Ramazan Selamı Yayalım

Bakışlarını kaldırımlara dikmiş hızlı adımlarla yürüyordu, deri ayakkabıları, eldivenleri ve uzun boyuyla gayet şık gözüküyordu. Karşısından gelen gencin “Selamun aleykum” demesiyle irkildi, cevap vermek istedi fakat ağzından dökülüvermedi. Ona doğru baktı, yalnızca kafasını sallayabildi, acaba onu tanıyor muydu? …
Rabbimiz Kur’an’da selamı bir cennet diyaloğu olarak anlatır. Efendimiz (s.a.v) bize selamı yaymamız gerektiğini söyler, fakat ne yazık ki bu noktada sınıfta kalıyoruz. “Niye öyle dedin ya hu, biz çok dikkat ediyoruz” dediğinizi duyar gibiyim. Selam, tanıdıklarla karşılaşınca ayıp olmasın diye söylenen duadan öte bir şey olmalı, Resulümüzün bizlere anlattığına göre. Öncelikle Selam’ın muhabbete ve dostluğa açılan bir kapı olduğunu bilmeliyiz. Yani kardeşimize “benden sana zarar gelmez, senin yalnızca iyiliğini isterim” mesajını veririz.
Yukarıdaki örnek durumla karşılaşmayan yoktur. Şu an selam veren gencin konumunda olduğumuzu varsayarsak insanların böyle yanıtlarına yahut duymazdan gelmelerine hazırlıklı olmalıyız. Meseleyi ferasetle okumamız gerekiyor. Bizler dünyada karşılık görmek için yaşamıyoruz. Özellikle amelle ilgili konularda hemen bir yerlere küsüp mevzudan sıyrılabilmemiz sizce de komik olmuyor mu?
“Ben ona yaptım, o da bana yapmadı, hep ben mi yapacağım yahu?”lar, kitabı sağ tarafından verileceklerin mazeretleri olmasa gerek. Ahiretle ilgili meselelerde bu kadar çıtkırıldım olup dünya işlerinde bir o kadar yüksek motivasyonlu olmamız da bir başka konu.
Buradaki mesele yalnızca selamı yayıp onun faziletinden yararlanmak değil. İslam’ın tüm hükümleri ve tavsiyelerinin aynı zamanda beşikten mezara kadar devam eden bir okul olduğunu bilmeliyiz. Salih amellerin bizleri hem maddi hem de manevi anlamda yükselttiğinin yahut düzelttiğinin de farkında olmalıyız. Örneğin bizler selam verirken kardeşlerimizle aramıza bir muhabbet köprüsü kurmanın yanında kendi nefsimizin de prangalarından kurtuluyoruz. Çünkü içimizden bir sesin devamlı bizi kibrin sarp kalelerine hapsetmeye çalıştığına şahidiz.
Komşumuz, akrabamız, iş arkadaşımız hatta yarım saat de olsa bir yerde sıra beklediğimiz bir kardeşimize selam verip ona birkaç cümleyle de olsa hal hatır sormak, onunla aramıza bir muhabbet köprüsü kurmak, bir mümin olarak en büyük görevimizdir. “Komşusu açken kendisi tok yatan…” ile ilgili hadisi biliriz. Fakat “Apartmanlarda da komşuluk olmuyor bu devirde” diyerek irtibatı kestiğimizde bu mükellefiyetten kurtulmuş oluyoruz öyle mi?
Kendisinden selamı bile esirgediğimiz komşumuzun derdinden nasıl haberdar olacağız? “Müminler bir vücudun azaları gibidir…” hadisinin gereğini Suriye, Filistin gibi mazlum coğrafyalara düzenlenen yardım organizasyonlarına gönderdiğimiz birkaç kuruşla yahut sosyal medyadan(!) paylaştığımız durumla ifa ettiğimizi düşünüyorsak vay halimize.
Bizler asıl yapmamız gerekeni yapmayarak daha “geçerli” olan amellere yönelmiş durumdayız. Bakın, Ramazan ayındaki ibadet cetvelimiz aşağı yukarı belli olmuştur, öğrenci gruplarımıza, kardeşlerimize, akrabalarımıza yapacağımız iftar davetlerimiz, teravihi hangi camide kılacağımız, gözümüzün nuru Kur’an’ımızı kaç kere hatmedeceğimiz şimdiden bellidir.
Elhamdülillah bu amelleri küçümsemek haddimize değil, yalnız birbirimizi nasıl seveceğimizi bir şekilde öğrenmemiz gerekiyor. Efendimiz (s.a.v) meseleyi şöyle özetliyor: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız, sizlere yaptıkça birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız.” Bakın, sayısal sever kardeşlerimiz bu hadisi formüle etmeden önce ben size yardımcı olmaya çalışayım: “Cennet=İman=Müminleri Sevmek=Selamı yaymak”.
Sahabeden bu konuyla ilgili gelen rivayet onların ne kadar hassas olduklarını bize gösterir: “Bizler kardeşlerimizle yürürken aramıza ağaç, taş gibi bir şey girdiğinde birbirimize tekrar selam verirdik.” Selam bize sevgi koridorunu açıyor, yüzleri güldürüyor ve asıl görevimizi ifa etmemizde bir köprü görevi görüyor. Asıl görevimiz neydi? Birbirimizi sevmek. Efendimiz: “İki kişiden en hayırlısı önce selam verendir.” buyururken müminin ferasetini kastetmiş olsa gerek.
Çünkü öncü adamdır mümin, iki hayırdan hangisinin daha hayırlı olduğunu hesap ederek yaşar. Sadece harekete geçmek değildir görevi, ayrıca harekete de geçirendir. Öyleyse gelin şu mübarek Ramazan’da bu mübarek görevi yüklenelim, çarşıda, pazarda, apartmanda, iş yerimizde selam düsturunu yayalım, selam almasak da verelim, Ramazan bayramında komşularımızdan başlayarak küçük büyük demeden kardeşlerimizi ziyaret edelim, gidemesek de arayalım, hani hangi amelin bizi kurtaracağını bilmiyoruz ya belki bunlardan biri kurtuluş kapımız olur, buna inanalım.
Bakın Akabe biatinde Allah Resulü nasıl söz almıştı müminlerden: “Kınayanın kınamasından korkmayacağıma…” Evet, şu “ne derler” putunun boynunu vurmanın vakti gelmiştir, hani her zaman deriz ya “nefsini ayaklar altına almak ” diye, nefsimizi ayaklar altına alabilmenin ön koşulu selâmı bir meleke haline getirebilmektir.
Rabbimiz, Efendimizin “Büyük Cihad” olarak adlandırdığı nefsimizi terbiye etmeye çalıştığımız bu ayda daha fazla müminin derdine çare olabilmeyi nasip eylesin, bizlere imanı yaşamanın ve yaşatmanın tadını almayı ve bu minvalde şehadet getirmeyi kolay kılsın.
Selametle…