Böyle Bir Dostum Olsun Dünya Ahiret Benim Olsun

İnsanoğlu muazzam bir donanımla yaratılmıştır. Küçük bir pıhtıdan
cenin haline gelir, henüz dünyaya gelmeden ilahi bir kudret tarafından
dünyaya hazır hale getiriliriz. Ve hazırlık tamamlanınca da, o sonsuz
kudret tarafından Adem misali tanıştırılırız bu dünyayla. O anda başlar
sıradaki ademin hikâyesi. Kendi tercihi olmadan verilen ilk ve son
karardır bu.
Dünyayla tanışıklığımız başladığı andan itibaren
öğretileri kaydetmeye başlarız. Uygulamalarımız, inançlarımız ve ufkumuz
çevremizdekileri taklitten öteye gitmez. Ta ki idrak ve düşünce
irademiz, taklitlerin yetersizliğini fark edinceye kadar. Bundan sonra
hayatımız tercihlerimizden, tercihlerimiz de düşüncelerimizden güç
alarak adeta bir film çarkını çalıştırır ve o çarka kaydedilen film
kendi hikâyemizden başkası değildir.
Çoğumuzun hikâyesi aynı
başlar; çocukken her beğendiğimiz oyuncağı alamayız ve mecburen birini
diğerine tercih ederiz; okula başlarız çantamızı, ayakkabımızı hatta
arkadaşlarımızı seçeriz; biraz daha büyür gideceğimiz liseyi,
üniversiteyi seçeriz, okuyacağımız bölümü seçeriz; tecrübelerimiz
arttıkça dostlarımızı seçeriz, yaşayacağımız il tercihlerimizi, icra
edeceğimiz iş tercihimizi, eş tercihimizi, ev tercihimizi, kısacası
yaşam tercihlerimizi yaparız durmaksızın.
Hikâyelerimizi farklı
kılan tercihlerimizin farklılığı, tercihlerimizi farklı kılan
kaynaklarımızın farklılığıdır. Peki biz bu tercihleri yaparken
çarklarımız hangi kaynaktan güç alır? Kime göre, neye göre yön bulur bu
tercihler? Ailemize, arkadaşlarımıza, düşüncemize, inancımıza, önceden
yaşadıklarımıza göre mi? Yoksa her birimize gelecekten sahneler
gösterilerek “bunu tercih edersen böyle olacak, diğerini tercih edersen
şöyle” mi denir? Elbette hayır.
Birçoğumuz tercihlerde bulunurken
bize bahşedilmiş olan akıl ve duygular sayesinde isteklerimizi ve
yapabilitelerimizi ölçer, bir(kaç) bilene danışır, bizi yakından
tanıyanlardan nasihat isteriz. Bunu yaparken de çoğu zaman başlı başına
bizi biz yapana danışmayı unuturuz. Hâlbuki yaratıcımız daha soracağımız
soruları sormadan onları cevaplamış, tercihlerimize nasıl yön vermemiz
gerektiğini bizlere söylemişti.
Peygamber Efendimiz
aleyhisselam buyuruyor ki: “Kişi dostunun dini üzeredir. Öyleyse her
biriniz, kiminle dostluk kuracağına dikkat etsin.”1 Şimdi hepimiz bir
dost hayal edelim; bizi dünyalık meşgalemizle meşgulken bile Allah’a
yöneltecek, her daim doğruları söyleyen, bizi yalnız bırakmayacak, hasta
olduğumuzda şifa bulacak, dertli olduğumuzda derman olacak, darda
olduğumuzda bolluğa çıkartacak, yanlış yaptığımızda kızacak, arada bir
müjdeli haberlerle gönlümüzü alacak, gereğinden fazla cesur veya
küstahça davrandığımız zamanlarda gözümüzü korkutacak, kararsız
kaldığımız doğru yönü bulduracak, adaletine ve inisiyatifine canı
gönülden inandığımız, dünya ahiret beraberliğine güvendiğimiz bir dost,
cehenneme gönderilmemize izin vermeyecek bir dost, herkese nasip
olmayacak bir dost…
Hayal edebildiniz mi? Cevap ‘evet’ ise
helal olsun kardeşim, ben bile bu yazıları yazarken ne yazdığımı
bilmesem “ne saçmalıyorum acaba?” derdim kendi kendime. Hani demiş ya
atalarımız “Bin bilsen de bir bilene danış” diye, orada söylenen bin
bildiğimizden daha iyi bilen kişinin dostunuz olduğunu düşünsenize.
Anlamazsak diye daha iyi anlayacağımız şekilde anlatacak kadar da
düşünceli olsun bir de… İşte mükemmel dost profili! Var mı ki sahip
olalım böyle bir dosta diye geçiyor akıllarımızdan belki. Ama var!
Önce
tanışacak, konuşmaya başlayacağız. Konuştukça anlaşmaya başlayacağız.
Arkadaş olacağız, sık sık görüşeceğiz, sonra sırlaşacağız. İçimizi
açtıkça birbirimizde yeni cevherler fark edip bağlanacağız. Haliyle
hâlleneceğiz. İşte o vakit mükemmel dost bizim dostumuz olacak. Siz
Furkan deyin adına, onlar Mev’ize, ben Kur’an… İsmini nasıl zikredersek
edelim, fark etmez. Hasta Şifa diye tanır, aciz Mecid diye… Her
birininki özünde aynı ama ismi farklı mükemmel dost…
Öyle ki bu
dostu bize gönderen Rabbimiz bize geçmişten ders alalım diye bizden
öncekilerin yaşanmışlıklarını anlattığını “Sana bu Kur’an’ı vahyetmekle
biz kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Gerçek şu ki, daha önce kimsenin
haberi yoktu.”2; anlamazsak diye bir de bizim dilimizden
konuşturulduğunu “Muhakkak ki biz onu anlayasın diye Arapça bir kitap
olarak indirdik.”3; dostları için doğru yolu gösterdiğini ve müjdeleyici
olduğunu “İman edenlere sebat kazandırsın, Müslümanlara rehber ve müjde
olsun diye Rabbin tarafından bir gerçek olmak üzere Kur’an’ı, Ruhül
Kudüs’ün indirdiğini söyle.”3 ve daha nice ayetleriyle bizlere haber
vermiştir.
Ayrıca Peygamber Efendimiz de bu dostun şefaatinin bizi
cennete götüreceğini; “Kur’an; şefaat edici ve şefaati kabul edilen,
söyledikleri doğrulanan bir savunmacıdır. Kur’an’ı önüne koyan kimseyi
Kur’an cennete götürür. Kur’an’ı arkasında bırakan kimseyi ise cehenneme
sürükler.”4; asla yanıltmayacağını; “Bilin ki bu Kur’an’ın bir ucu
Allah’ın elinde, diğer ucu da sizin elinizdedir. Ona sımsıkı tutunun.
Bunu yaptığınız takdirde asla sapmaz ve helak olmazsınız.”5, bu
dostluğun en büyük zenginlik olduğunu; “Kur’an öyle bir zenginliktir ki,
artık onun ötesinde bir fakirlik ve onun dışında bir zenginlik
yoktur.”6 hadisleriyle bizlere müjdelemiştir. Artık bize de “böyle bir
dostum olsun, dünya ahiret benim olsun” demek kalıyor. Dost’la kalalım
inşallah…
1- Ebu Davud, Edeb, 19, Tirmizi, Zühd, 45
2- 12/3,
3- 12/2; 16/102
4- İbni Hibban-Sahih,
5- Müsned-i Şihab-Kuzai