Bizim İçin Bu Kolaylıklar(!)

Bizim İçin Bu Kolaylıklar(!)

İnsanoğlu bu dünyadaki serüvenine başladığı ilk günden beri gelişmekte, değişmekte ve değiştirmektedir. Her an yeni bir şey arayışına girmiş, bir şeyler ortaya koymaya çalışmış ve mevcut nesneleri daha iyi hale getirmek ve en faydalı haline ulaşıncaya kadar onu ilerletmek ile meşgul olmuştur.

İnsanoğlunun bu dur durak bilmeyen halinin kolaylıklar ve güzellikler getirdiği gibi bir takım güzellikleri de fark ettirmeden yok ettiği de bir gerçektir. Hayatımızın artık vazgeçilmez bir parçası olan teknoloji, birçok işimizi görüyor, bize zaman kazandırıyor, ciddi anlamda kolaylık ve rahatlık getiriyor. Ancak bir de bu ‘nimetin’ kullanım ölçülerini aştığımızda nelerle karşılaşacağımızı bilmemiz gerekiyor. 

Her türlü güzelliğiyle insanın hizmeti için yaratılmış bu kâinatta her nimet asli özelliğini kaybedip insanın zararına bir hal alabilir. Dozajı aşılan bir ilacın fazla kullanıldığında iyileştirme özelliğinin kaybolup tam aksine bir zehire dönüşebileceği gibi her ne kadar hayatımıza katkıları olsa da sınırları aşıldığında teknoloji de hayatımıza zarar verebilir, bizden birçok güzelliği alıp götürebilir.

Teknoloji dediğimizde hemen aklımıza hayatımızın artık merkezinde yer alan akıllı telefonlar gelmekte. İnsanların artık yanından ayıramayacağı, neredeyse her an başvurma ihtiyacı hissettiği, evinde ofisinde bulduğu boş bir vakitten tutun da trafikte yirmi saniyelik bir kırmızı ışıkta dahi hemen eline aldığı bu telefonlar acaba hayatımıza neler kattı ve bizden neler götürdü? Beraberinde gelen sosyal mecralar insanları iyice birbirine yaklaştırdı mı yoksa sosyal kelimesinin içini mi boşalttı? Bizim bu dünya ile olan bağımızı ne ölçüde etkiledi, bunları düşünmek zorundayız.

Yapılan araştırmalara göre bir Amerikalı’nın telefon ekranına bakarak geçirdiği süre günde ortalama üç saat on beş dakikaymış.(1) Yine Amerika’da ortalama bir üniversite öğrencisinin herhangi bir şeye ne sıklıkta dikkatini verdiğini araştıran ufak bir çalışmada, öğrencilerin bilgisayarlarına izleme yazılımları yerleştirilmiş ve olağan bir günde ne yaptıkları gözlemlenmiş. Öğrencilerin ortalama altmış beş saniyede bir meşgul oldukları şeyden başka bir şeye geçtikleri ortaya çıkmış. Yetişkinlerde ise bir işle ortalama meşgul olma süresi üç dakika. (2) Bu süreleri göz önüne getirdiğimizde sanki bazı şeylerin normal gitmediğini söylemek mümkün hale geliyor.

Bir günde uyku ve temel ihtiyaçlardan arta kalan zamanı büyük ölçüde ekran ışığına, meşguliyetlerimizde odağımızı bir ses veya ışıkla beliren bildirimlere feda etmiş/ediyor gibi gözüküyoruz. Carnegie Mellon Üniversitesi’nde İnsan-Bilgisayar Etkileşimi Laboratuvarı’nda gerçekleştirilen bir çalışmada 136 öğrenciye bir sınav yapılmış. Aralarından bazıları telefonlarını kapalı tutarken, açık bırakan diğer gruba aralıklarla mesaj gönderilmiş. Mesaj alan öğrenciler sınavda ortalama yüzde 20 daha kötü sonuç almış. (3) Akıllı telefonu olan kişilerin başarı yüzdesinde bile araştırmalara yansıyan ciddi düşüşler görülmekte. Yabana atılamayacak bir kayıp bu.

Norveç’teki Stavanger Üniversitesi’nde profesörlük yapan Anne Mangen, insanların iki gruba ayrıldığı, aynı enformasyonun bir gruba basılı kitap, diğerine ekran yoluyla verildiği çalışmalar gerçekleştirmiş. Sonrasında herkese okudukları hakkında sorular sorulmuş ve insanların ekrandan aldıklarının daha azını anladığı ve hatırladığı ortaya çıkmış. Bugün bu konuda gerçekleştirilmiş elli dört çalışmadan doğmuş olan geniş bir bilimsel kanıt havuzu oluşmuş durumda. Buna ‘ekran dezavantajı’ dendiğini söylüyor Anne Mangen. Kitaplar ile ekranlar arasında ortaya çıkan bu anlama açığı o kadar yüksek ki okuduğunu anlama konusunda ilkokul çocuklarının bir yılda gösterdiği gelişimin üçte ikisine karşılık geliyor.(4)

Araştırma sonuçları pek iç açıcı değil maalesef. Durup düşünmek, bazı şeylerin farkına varmak ve çözümler üretmekten başka çaremiz yok. Yoksa artık gözümüzün önünde duran şeyleri bile göremeyecek hale geleceğiz. Mesela kültür gezisi yaptığı halde bunu fotoğraf çekimine kurban eden insanlar gibi.

Johann Hari anlatıyor: Bir gün Paris’te Mona Lisa’yı görmeye gittim. Dünyanın dört bir yanından gelmiş, ön tarafa geçmek için birbirini itip kaktıktan sonra ona hemen sırtını dönüp selfie çeken, sonra yine itiş kakış oradan uzaklaşan insan kalabalığından görünmüyordu. Bu kalabalığı bir saatten uzun süre seyrettim. Mona Lisa’ya birkaç saniyeden fazla bakan kimse -tek bir kişi bile- olmadı. Yüzündeki gülümseme bir muamma olarak görünmüyor artık.(5)

Benzer bir hatırayı ise Ahmet Murat anlatıyor: Bir şelalenin önünde mola veriyoruz. Benim şelaleye ulaştığım dakikalarda, bir otobüste şelale kenarında mola verdi. Bir tür teyze ve abla otobüsüydü bu. Göz açıp kapayıncaya kadar, şelaleyi izlemeye çalıştığım kıyı, onların endişeli ve gürültücü sesleriyle doldu. Ama o da ne? O görkemli, o çılgınca güzel suya neredeyse bakmıyorlardı. Büyülenmiş gibi değil, üzerine titredikleri bir huşu halini korur gibi değil, konuşunca karşılarındaki güzelliği çatlatmaktan korkar gibi değil, telaşlı, ihtilaçlı, havaleli gibi davranıyorlardı. Hemen hepsi zaten ellerinde hazır tuttukları cep telefonlarıyla, acele ve panik içinde, sanki suyun akmasına bir öfkeleri varmış gibi, suyu dondurmak ve susturmak ister gibi fotoğraflar çekmeye başladılar. Birbirlerini ite kaka, o kıyıda selfie çekmek için yer kapmaya çalışıyorlardı. Suyu görmeye değil ama kendilerini suyun önünde görmeye geldikleri açıktı. Hatta belki de kendilerini suyun önünde görmekten daha önemlisi, suyun önünde göstermekti.(6)

Teknoloji alanında önemli isimlerden biri olan Aza Raskin diyor ki: “Bir tasarımcı veya teknoloji uzmanı olarak öğrendiğim en büyük derslerden biri şu oldu: Bir şeyin kullanımı kolaylaştırmak insanlığın daha iyiye gideceği anlamına gelmiyor.” (7) Evlerimizde ve her an her yerde bizimle birlikte olan, yanımızdan bir an bile ayırmadığımız bu hayatı kolaylaştırıcı aletlerin bize her hal ve şartta iyilik getirdiğini zannetmek büyük bir yanılgı olacaktır.

Cep telefonlarını vazgeçilmez bir şeye dönüştüren sosyal mecralar ise hiç de masum değiller. Bu mecraları bizlere pazarlayanların düşünceleri ve teknikleri hayatımızı iyice altüst etmekte. Az önce ismini andığımız Aza Raskin “Sonsuz Kaydırma”nın mucidi. Önceleri bir haber sayfasında veya herhangi bir sosyal platformda sayfa sonuna gelindiğinde insanlara bir tercih hakkı sunuluyor ve sonraki sayfaya geçme tercihi veriliyordu. Ancak sonsuz kaydırma ile artık sınırsız/sonsuz bir sayfa ile karşı karşıyayız. Sonu gelmeyen sayfalar, videolar, görseller, bilgiler. Bu teknik sayesinde araştırmalar insanların normalden yüzde 30 daha fazla sosyal medyada vakit geçirdiğini ortaya koyuyor.

Bir de bu mecraların bilinçli tasarımlarıyla zihin dünyamıza verdiği zararlar mevcut. Bu site ve uygulamalar zihnimizi sık aralıklarla ödül isteyecek şekilde eğitmek için tasarlanıyor. Kalp ve beğeni açlığı çekmemize yol açıyorlar. Bu açlık yüzünden telefonunuzu daha çok elinize alıyorsunuz. İşinizden ve ilişkilerinizden uzaklaşıp bir doz daha beğeni peşine düşüyorsunuz.(8)

Youtube da algoritmanın sizi seçmesini istiyorsanız videonuzun başlığına koymanız gereken sözcükler hangileri? Youtube trendlerini takip eden en iyi siteye göre  “nefret ediyor, mahvediyor, fırçalıyor, yok ediyor” gibi sözcükler. New York Üniversitesi’nde gerçekleştirilen büyük bir çalışmaya göre, tweet’lerinize eklediğiniz her ahlaki infial sözcüğüyle birlikte retweet’lenme oranınız ortalama yüzde 20 artıyor; bu oranı en fazla artıran sözcükler ise “saldırı, kötü ve suç(lamak)”. Dolayısıyla sizi ekran başına mıhlamayı öncelik edinen bir algoritma -kasten değil ama kaçınılmaz olarak- sizde infial ve öfke uyandırmayı öncelik ediniyor. Ne kadar infial uyandırırsa, sizi o kadar meşgul ediyor zira. (9) Not; alıntının tarihine göre algoritmalar değişiklik gösterebilir.

Hülasa; elbette teknoloji bizim için bir nimettir. Onu kullanmak, onunla hayatı kolaylaştırmakta bir sakınca yoktur. Ancak biz onu kullanmak yerine onun kullandığı insanlar olursak o zaman büyük sorunlarla karşılaşabiliriz. Hayatımız kolaylaşırken arka planda neler olduğunu görmeye çalışmak zorundayız; müteyakkız olmalıyız. Hem de tarih boyunca insanlığın hiç olmadığı kadar. Uyanık bir Genç Adam olduktan sonra ne bir sosyal medyanın oyuncağı oluruz ne de teknoloji bizden daha akıllı olur, biiznillah.

Dipnotlar:

  • Johann Hari, Çalınan Dikkat, sayfa 28
  • Johann Hari, Çalınan Dikkat, sayfa 18
  • Johann Hari, Çalınan Dikkat, sayfa 48
  • Johann Hari, Çalınan Dikkat, sayfa 86
  • Johann Hari, Çalınan Dikkat, sayfa 16
  • Ahmet Murat, Avarelik Görgüsü, sayfa 37
  • Johann Hari, Çalınan Dikkat, sayfa 124
  • Johann Hari, Çalınan Dikkat, sayfa 135
  • Johann Hari, Çalınan Dikkat, sayfa 134
YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.