Biz Kimiz

Bizler hiç şüphesiz Efendimiz aleyhisselama kutlu emanet verildiği günden beri gidiş yolumuzu tespit etmiş ve hayatını buna göre idame ettirmiş Müslümanlarız. Buna rağmen niçin yolumuzu şaşırdık, rotamızı asırlardır bulamıyoruz. Niçin zillet içerisindeyiz.
Bugün burada “Bu soruyu sormamızdaki temel maksat ne?” diye soracak olursanız 1450 yıllık bu birikimin artık göz ardı edilmesi ve nereye gittiğimizin farkında olmayışımızdır.
Yeryüzünde Müslümanların sayısı azımsanmayacak derecede çok, denilenin aksine hale dâr-ı ukba’da kelime-i şehadet ve kelime-i tevhidi canları pahasına haykıran topluluklar Allah’a hamdolsun ki mevcuttur. Fakat tüm bunlara rağmen niyet ne kadar halis olursa olsun ayaklar sırat-i müstakime basmamakta uğruna canını vereceğini iddia eden insan, Kur’an ve Sünnet’in hükümlerinin tatbikini, hayatına geçirmeyi kabul etmemektedir.
Peki, sıkıntı ne? Yolumuzu, menhecimizi şaşırtan bizi sırat-i müstakimden ayıran problem nedir? Problem bizim yukarıda izah ettiğimiz emaneti, Kuran ve Sünnet’i terk edip dinimizi hiçbir mesnedi olmayan akıl ve hevamıza göre yaşamak isteyişimizdir. Bununla birlikte kendi heva ve hevesimizi her şeyin üstünde görmemiz farkında olmadan ilahlaştırmamızdır…
Oysa akıl salt manada doğruyu göremez. Görmesi için bir birikimin ve oluşumun içerisinde olması, Kuran ve Sünnet’in yani naklin kontrolü altında neşvü nema bulması gerekir. O takdirde kişi vicdanına, aklına danışıp karar verebilir. Aksi halde boş bir akıl kişiyi ancak daha kötüye sürükler ve şehvetinin peşinden koşan eşeklerden (hayvanlardan) daha aşağı bir hale getirir.
Göz mühürlendiğinde görmez, kulak mühürlendiğinde ise duyamayız. Fakat akıl mühürlendiğinde tüm uzuvlarımızı yitirir hatta ve hatta yaşadığımızı zannederiz.
Hamdolsun ki insan Rabbimizin ifadesi ile Eşref-i Mahlûkat olarak yaratılmış ve bu kâinatın tam merkezine konumlandırılmıştır. Bu sebeple de yaratanın ifadesiyle; her şey onun emrine verilmiştir.
Bu nokta itibariyle mutlu olmak ve dünya saadeti inşa etmek istiyorsak bunun yolu insanı bu şekilde yaratan ve konumlandıran rabbimizin hem dünya hem de ahiretimizi nasıl inşa ve ihya edileceğimize dair yolladığı Kur’an ve o Kur’an’ın açıklayıcısı/beyan edicisi Resul’ün Sünnetine harfiyen uymakla mümkündür.
Bize düşen vazife ise insanı kâmil olan varlığı, varlığından ve varoluşunun gayesinden haberdar etmektir.
Bunu başarabilmek için ise eğitim programları düzenlenmeli. Müslümanların kendine münhasır dünya ve ahiret müfredatları olmalıdır. Uyuşturulmuş beyinler ancak ve ancak cehalet ile mücadele edildiği takdirde uyandırılacak, varlığının farkında olacaktır.
İşte O gün siz kimsiniz denildiğinde satırlardan şu ayeti kerime dökülecek; (İnsanları) Allah’a çağıran, iyi iş yapan ve “Ben Müslümanlardanım” diyenden daha güzel söz kim vardır. (Fussilet, 33) Sadırlarda bunu doğrulayacaktır.