Birinci Dünya Savaşı’ndaki Cephelerimiz

Birinci Dünya Savaşı’ndaki Cephelerimiz

Cephelerimiz: Kafkas, Çanakkale, Irak, Sina-Filistin, Hicaz, Galiçya, Romanya, Makedonya.

Savaşa sekiz cephede birden girdik. Girdik girmesine ama bu savaş hiç de bizim istediğimiz koşullarda olmadı. Hatta diyebilirim ki, gayri ihtiyari girmek zorunda kaldığımız bir savaştır. Savaşa girmemiz, Padişah ve Sadrazam’a rağmen genç, tecrübesiz ve kendini ispata çalışan İttihatçı Enver Paşa ve arkadaşlarının emri vaki tutumlarından kaynaklanmıştır.

Araştırmacı Mücahit Özçelik’in değerlendirmelerine göre “Birinci Dünya Savaşı’nın çıkmasını Almanya’ya bağlamak tarihi hakikate uygun olur. Almanya’nın kurucu başkanı Prens Bismarck’ın denge politikasını bozan II. Wilhelm’in dış siyaseti ve Bismarck’tan devralarak izlediği emperyalist politikalar 1894 Fransız-Rus, 1904 İngiliz-Fransız ve 1907 İngiliz-Rus anlaşmalarının yapılmasına ve dolaylıda olsa bu üç devletin yani İngiltere, Fransa ve Rusya’nın bir blok içerisinde birleşmelerine neden oldu. Nitekim ilk defa ‘Üçlü İtilaf’ deyimi bu tarihlerde kullanılmaya başlandı.

Almanya’nın Üçlü İtilaf bloğunu çözmek için giriştiği çabalar sonuç vermedi. Bunun üzerine o da Avusturya-Macaristan ve İtalya’dan oluşturduğu Üçlü İttifak cephesini kurdu. Avrupa’nın 1870’lerden başlayıp 1904-1907’ye kadar geçen devrede bu şekilde ‘İtilaf’ ve ‘İttifak’ olmak üzere iki bloğa ayrılmış olması denebilir ki Birinci Dünya Savaşı’nın çıkmasında en önemli sebeplerden birini teşkil eder.”

Osmanlı’da özellikle 1908’den sonra kurulan hükümetler, II. Abdülhamit’e bağımlı olan Almanya’ya dayalı dış politikadan ziyade İngiltere ve Fransa ile iyi ilişkiler kurmak istiyorlardı. Maalesef işler Osmanlı’nın öngördüğü gibi gitmedi. Üzerinde emelleri olan batılı güçler Osmanlı’yı hemen her alanda yalnız bıraktılar. Artık istediği politikaları uygulayabilecek durumda değildi. Mecburen mevcut bloklardan biriyle hareket etmesi gerekiyordu ve İttifak bloğunu seçti/seçmek zorunda kaldı.

Diğer taraftan artık Osmanlı yönetiminde Bab-ı Âli’den ziyade İttihatçıların kararı geçerliydi. Bir yandan yönetimde görülen bu çift başlılık, diğer taraftan tamamen yalnızlığa mahkûm edilen Osmanlı epeyce zor durumdaydı. Bunu fark eden Batılılar, kendi aralarında ülkeyi kâğıt üzerinde bile olsa paylaşmışlardı.

Almanya’yla yaptığımız ortaklık protokolünün ehemmiyeti daha da bir önem arz ediyordu. Bu durumu Talat Paşa anılarında “Biz Almanlar tarafından yapılan bu teklifin bir savaş tehlikesinden doğmuş olduğunu hemen anladık. Fakat bizim düşüncemiz bir genel savaşın çıkmayacağı ve bir kere bu anlaşmaya girmekle artık devletimizi her türlü tehlikeden korumuş olacağımız yolundaydı.” diyerek Osmanlının ittifak yapma amacını ortaya koyuyordu. Güçlü bir heyet tarafından kaleme alınan anlaşma metni Sadrazam (Said Halim Paşa) ile Almanya Büyükelçisi tarafından imzalandı. Aynı minval üzere Avusturya Büyükelçisiyle de bir anlaşma imzalandı. İtalya’nın durumu henüz netleşmediğinden onlarla bir anlaşma yapılmadı.

1 Ağustos 1914 tarihinde Almanya’nın Rusya’ya harp ilan etmesinin ardından, Padişah’ın izniyle genel seferberlik ilan edildi. Akabinde yapımı için sipariş verdiğimiz iki savaş gemimize (Reşadiye, Sultan Osman) İngiltere el koyduklarını açıkladı. Almanya, Akdeniz sahillerinde duran ve ilerde Yavuz ve Midilli isimlerini alacak olan Goeben ve Breslau gemilerini üzerlerine Osmanlı bayraklarını çekerek İstanbul boğazından Karadeniz’e yolladı. Diğer taraftan Almanya’nın da baskısıyla Osmanlı’nın elindeki en büyük kozlardan olan kapitülasyonları ittifak devletleri dışındaki ülkelere karşı kaldırıldı.

Tüm bu olanlara rağmen Osmanlı savaşa girmeme konusunda çareler arıyordu. Almanların Karadeniz’de oldubittiye getirdikleri hadiseyle iş çığırından çıkmış oldu. Osmanlı da artık savaşın taraflarından biriydi. Osmanlı Devleti çıkan olaya Rusların sebep olduğunu ileri sürmüş, buna rağmen özür bile dileyip tarafsız kalacağını beyan etmiştir. Gemileri Karadeniz’den çekeceğini, Rusya’nın düşmanca tavır takınmaması gerektiğini söylemiş hatta bunları ifade eden bir metni kaleme alarak Rus büyükelçisine göndermiştir. Göndermiştir ama Rusya çoktan elçisini İstanbul’dan çekip savaş hazırlıklarına başlamıştı bile.

Bizim açımızdan Birinci Dünya Savaşı 1 Kasım 1914 tarihinde Kafkas Cephesiyle başlamış oldu.

Kafkas Cephesi

Bu savaşlarda (Birinci ve İkinci Köprüköy ve Azap Muhabereleri) kısmi başarı elde edilmişse de istenen netice alınamamıştır. Böylece kazandığımız tecrübenin dışında diğer cepheler açısından kötü bir başlangıç yapılmış oldu. Bu cephe açısından bir hususa dikkat çekmek istiyorum; Enver Paşa kış şartlarını dikkate alarak muharebenin bahara kalmasını isteyen 3. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa’yı görevinden alarak bu sorumluluğu kendi üstlenmiştir. Bu yüzden 212 subay, 11.800 er kaybedilmiştir. Bunlardan 2000 kadarı şehit, diğerleri esir ve firari idi.

Çanakkale Cephesi

Çanakkale Savaşları değil Birinci Dünya Savaşı, belki de dünyanın, insanlık tarihinin en dikkate değer savaşlarındandır. Çanakkale Savaşları; gıyaben paylaşılan, yok olduğu, hasta olduğu, bittiği söylenen bir devletin/milletin deyim yerindeyse küllerinden yeniden doğmasıdır. Karşılıklı kayıpların verildiği bu muharebeler, varlık yokluk savaşı olduğu gibi geçmişin acılarını dindiren, gelecekte yapılması muhtemel savaşlar için de güven ve umut veren bir gelişme yaşanmıştır.

Irak Cephesi (Kût El-Amare)

İlim erbabının ve tarihçilerin dışında oldukça az bildiğimiz bir cephedir. Zengin yeraltı kaynaklarına sahip olmak ve Hindistan’ın güvenliğini sağlamak için İngilizler, Osmanlı Devleti’nin henüz tarafsız olduğu dönemde Basra bölgesine askeri yığınak yapmaya başlamıştı. İngiltere, Rusya ile kara bağlantısı kurmak ve Yakındoğu’daki emperyalist çıkarlarını oluşturmak için 1914 Eylül’ünde Hindistan’da, Basra Körfezi bölgesinde görev alacak bir askeri kuvveti hazırlatıp 23 Ekim 1914’te Bahreyn’e göndererek Osmanlı Devleti’ne karşı olumsuz bakışını ortaya koymuş oluyordu.

Osmanlı Devleti, Irak’taki Müslüman Arap kabilelere ve Halife’nin “Cihad-ı Ekber” çağrısına güvenerek o bölgede sadece 8.000 kişilik bir jandarma kuvveti bulunduruyordu. Bölgede az sayıda Osmanlı askerinin bulunmasından istifade eden İngiliz kuvvetleri; 21 Mayıs’ta Amare, 25 Temmuz’da Nasıriye, 28 Eylül’de de Kût el-Amare’yi işgal etti. Irak Cephesi’nin gitgide önem kazandığının görülmesi üzerine Osmanlı kuvvetleri Doğu Cephesi’nden ve Suriye’den gönderilen birliklerle takviye edildi.

Dolgun mevcutlu 4 piyade ve bir süvari tugayından oluşan İngiliz kuvvetlerine General Townshend, Osmanlı kuvvetlerine ise Nurettin Paşa komuta ediyordu. 22 Ekim 1915 tarihinde Bağdat’ı ele geçirmek için taarruza geçen İngiliz kuvvetleri başarılı olamayınca 150 km geri çekilerek Kût el-Amare mevkiinde savunma yapmaya başladılar. Doğu Cephesi’nden bir tümenin daha gelmesiyle güçlenen Osmanlı kuvvetleri Kût el-Amare’yi kuşattılar. Osmanlı kuşatmasına 4,5 ay direnen İngilizler 29 Nisan 1916 günü teslim oldular. İngiliz ordusundan 5 general, 481 subay ve 13.300 er esir alındı.

Acelecilik mi diyelim zorunluluktan mı diyelim bilemem ama farklı cephelerde verilen mücadeleden olacak ki, İngilizlerin en azından Basra’ya kadar çekilmeleri sağlanmalıydı. Henüz bu durum sağlanmadan Osmanlı ordusunun İran’a yönelmesi ve Rusların da bölgeye doğru hareket etmesiyle Osmanlı Ordusu Irak’ta iki ayrı yönde savaşmak zorunda kaldı. Diğer taraftan bölgeye sürekli asker yığınağı yapan İngilizler 11 Mart 1917’de Bağdat’ı işgal ettiler.

Musul’u almak isteyen Rus kuvvetleri ise Osmanlı ordusu tarafından Revandiz’de durduruldu. Rusya’dan sonra İngilizler Musul’u almak için taarruz yapmışlarsa da onlar da Osmanlı savunması karşısında başarılı olamadılar. Musul ancak 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros ateşkes Antlaşması’yla İngilizlere geçti.

Orada zaafa uğramamızın sebebini Cezmi Eraslan bir makalesinde “Kafkaslarda soğuktan kırılan Osmanlı askeri Irak cephesinde sıcak, kolera ve açlıktan kırılmıştır. İlaç ve cephane yokluğu kuvvetlerimizin azmini kırarken İngiliz altınlarına ve bağımsızlık vaatlerine kanan pek çok Arap kabilesinin hesapta olmayan saf değiştirmeleri cephenin kaderini tayin eden faktör olmuştur.” der ki ben de katılıyorum.
Sina-Filistin ve Suriye Cephesi

Osmanlı hazırlıklarını tamamladığı esnada, Mısır’da 300 bin kişilik kuvvet bulunduran İngilizler de Süveyş Kanalı’nın doğu yakasında hazırlıklar yaparak güçlü bir savunma hattı oluşturmuştu. Kanal’ın tamamını alamayacağını anlayan Osmanlı, hiç olmazsa doğu kısmını kontrol altına almak istediyse de onu da başaramadı. 16 Temmuz-14 Ağustos 1915 tarihleri arasında gerçekleşen II. Kanal seferinde İngilizler 1100 kişi zayiat verirken, Osmanlı ordusunun kaybı 4000 kişi civarındaydı.

Almanya’nın baskısıyla gerçekleşen bu savaş maalesef istenilen neticeyi vermedi. Bu defa Şerif Hüseyin’e bağlı isyancı Arap kuvvetlerinin de desteğini alan İngilizler, Filistin ve Suriye’yi ele geçirdi. Birinci (26 Mart) ve İkinci (17-20 Nisan) Gazze çarpışmalarında Osmanlı askerleri tarafından püskürtülmesinden dolayı herkes mevcut pozisyonunu korumaya çalıştı.

İkinci Gazze savaşında yenilen İngilizler pozisyonunu korurken diğer taraftan da yoğun bir hazırlık dönemine girdi. Almanların aşırı müdahaleci tavrından dolayı Cemal Paşa istifa etmişse de kabul edilmedi. İngilizlerin tekrar saldırmaları neticesinde Kudüs, Filistin ve Halep’e kadar bütün Suriye, 25 Ekim 1917 tarihi itibariyle Osmanlı Devleti’nin elinden çıkmıştır.

Hicaz Cephesi

19. yüzyıldan itibaren Avrupa devletlerinin özellikle de İngilizlerin kışkırtmalarıyla Araplar arasında milliyetçilik fikri yayılmıştır. Özellikle halifeliğin gücünü azaltmak için büyük çaba içine girdiler. Bu yüzden bu cephenin mücadelesi, İngilizlerin kışkırttığı asi Arap kabile şeflerine ve Mekke Şerifi’ne karşı yapılan savaşlardan oluşmaktadır.

Cihad-ı Ekber fetvası diğer taraflarda olduğu gibi burada da istenilen neticeyi maalesef vermemiştir. Özellikle Şerif Hüseyin, Osmanlı’nın yanında yer alacağını söylemesine rağmen bilahare bundan vazgeçerek İngilizlerle beraber hareket etmiştir.

10 Temmuz 1916’da bölgede 4 Osmanlı tümeni vardı. Bu cephede isyancı Şerif Hüseyin’e karşı mücadele eden Osmanlı kuvvetleri başlangıçta başarılı olmuşlarsa da İngilizlerin desteğiyle 16 Haziran’da Cidde’yi, 9 Temmuz’da Mekke’yi 22 Eylül 1916’da da Taif’i ele geçirdiler. Medine şehri ise Fahreddin Paşa’nın büyük kahramanlıklar göstermesine rağmen Mondros Mütarekesi gereği boşaltılmıştır. Fahreddin Paşa da askerleriyle birlikte Mısır ve Kıbrıs’taki esir kamplarına gönderilmiştir. Aynı anlaşma gereğince Asir ve Yemen’in de boşaltılması üzerine buradaki Osmanlı askerleri Mısır’daki esir kamplarına gönderilmiştir.

Galiçya Cephesi

Rusların 4 Haziran 1916’da Avusturya-Macaristan’ın güneydeki ordusuna ağır bir darbe indirmesi üzerine Alman Genelkurmay’ının isteğiyle oluşturulan 15. Kolordu Rus taarruzunu durdurabilmek için bölgeye gönderildi. Şiddetli çarpışma neticesinde Rusların da epeyce zayiat verdiği bu karşılaşmada maalesef Osmanlı Kolordusu da 15000 zayiat vermiştir. 1917’de meydana gelen Bolşevik ihtilalinden sonra Rusya’nın muharebe gücünü kaybetmesiyle Osmanlı da 8-9 Ağustos 1917’de bölgesini Almanlara bırakarak İstanbul’a dönmüştür.

Romanya Cephesi

Romanya koruduğu tarafsız tutumunu 27 Ağustos 1916’da bozup İtilaf Devletleri grubuna katılmıştır. Ardından Avusturya-Macaristan’a saldırmıştır. Osmanlı, Romanya cephesinde savaşmak üzere 15. ve 25. tümenlerden oluşan 6. kolorduyu kurdu. 1916 Ekim ayının ortalarından itibaren aldığı sorumluluğu kusursuz yerine getiren askerlerimiz sayesinde cephe Romenlerin mağlubiyeti ve İttifak Ordularının Bükreş’i zaptıyla neticelenmiştir. Kolordumuz 4-25 Aralık 1917 tarihinde İstanbul’a dönmüştür.

Makedonya Cephesi

Bulgarların İttifak Devletlerine katılıp Sırbistan’a saldırması üzerine İtilaf Devletleri de Yunanistan’la anlaşarak Selanik’e kuvvet çıkardılar. 1915 yılının sonunda Sırp ordusunun arta kalanı ve Çanakkale’den çekilen İtilaf askerlerinin bir kısmının da Selanik’e getirilmesi üzerine Balkanlar’da Sırp Cephesi yerine Makedonya Cephesi açılmış oldu.

12 Eylül 1916 tarihinde Osmanlı Başkomutanlığı 50. Piyade Tümenini buraya gönderdi. Görev, gözetleme ve savunma idi. Bu arada 80. İngiliz Piyade Tugayının 31 Ekim 1916’daki taarruzu da geri püskürtüldü. Görevini layıkıyla yerine getiren askerlerimiz Haziran 1917 tarihinde geri dönmüştür.

1916 Yılı İtibariyle Birinci Dünya Savaşı Sonunda Osmanlı’da Bulunan İtilaf Devletleri Esirleri

Toplam Rus esir: 5375.
İngiliz (Hintli): 211 subay, 8326 er.
İngiliz: 451 subay, 9976 er.
Fransız: 9 subay, 195 er.
Romen: 2002.
Genel Toplam: 745 subay 25784 er.

Sonuç olarak derim ki;

Her bir cephede dillere destan kahramanlıklar vuku bulmuştur. Bugün haritada yerlerini dahi bilemediğimiz yerleri yazarken, ecdadımız buralara gittiler. Bizler “Oralarda ne yiyip ne içtiler? Ne giyip, nerede kaldılar?” diye merak ederken onlar hem de oldukça ‘nâmüsait’ şartlarda oralara gittiler ve “ila-yı kelimetullah” adına cihat ettiler. Mısır, Gazze, Suriye, Irak, Galiçya, Romanya, Kafkaslar, Çanakkale ve Makedonya’ya kadar oradan oraya koşarak cihat ettiler. Hepsine gönülden, candan teşekkür ve rahmet diliyorum.

Birçok kitaptan yaptığım araştırmalarımda gördüm ki, Osmanlı bu savaşta ciddi anlamda tarafsız kalmak istemiş. Fakat dönemin şartları buna elvermemiştir. Hatta Almanlarla ittifak anlaşması yapmamıza rağmen gene de tarafsız kalma konusunda diplomatik çalışma sürdürülmüştür.

Diğer taraftan Birinci Dünya Savaşı’na girişimizle alakalı suçu sadece İttihatçılara bağlamayı da doğru bulmuyorum. Hele hele İttihatçıların vatan haini oldukları düşüncesine hiç mi hiç katılmıyorum. Hata ve yanlışları var mı? Elbette var. Hem de çok var. Ama Osmanlının sön dönemini kronolojik olarak birazcık takip etmeye çalışırsak beklenen sonucun böyle olabileceğini kestirmenin asla imkânsız olmadığını da görürüz.

Bu arada ‘Cihad-ı Ekber’ fetvasını veren Nevşehirli Mustafa Hayri Efendi’yi de hayırla anıyorum. Mümkün olsa da o fetvayı ve fetvanın getirdiği prensipleri de yazabilseydim. Şu kadarını söyleyeyim; Hayri Efendinin günlükleri çıktı. Birinci Dünya Savaşı’nı o günlüklerden okumanızı da isterim.

En zor zamanımızda can kaybımız, toprak kaybımız oldu ama onur, gurur ve şerefimizden asla ödün vermedik. Şimdi bize düşen bunları bilip ona göre çalışmaktır. Tarihin tekerrür edebileceğini unutmamalıyız. Çünkü tarih süreklilik arz eder. Nitekim Yavuz, Kahire’yi fethettiğinde “Dedem Yusuf’un ülkesini yönetmeye geldim.” demiştir. Zaten tarihte “kadimin takaddüm etmesi değil midir.”

*Türk Tarih Kurumu Başkan Yardımcısı

KAYNAKÇA

1-   Birinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’deki Esirler; Mücahit Özçelik; TTK Yayınları; Ankara 2013
2-   Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu Savaşa Giriş; Stanford J. Shaw; TTK Yayınları; Ankara 2014
3-   Çanakkale Savaşları Sebep ve Sonuçları Uluslararası Sempozyumu, Çanakkale, 14-17 Mart 1990, TTK, Ankara 1993, Fahir Armaoğlu, Çanakkale Muharebelerinin Rusya Üzerindeki Etkileri, s.7-29
4-   Harp Mecmuası (Kasım 1915-Haziran 1918); TTK; Ankara 2015
5-   Büyük Harbe Nasıl Girdik?; Rauf Ahmet; Cümle Yay. Ankara 2015
6-   Osmanlı Ansiklopedisi; c.7. s.287-288
7-   Genel Türk Tarihi, cilt 7; Prof. Dr. Cezmi Eraslan
8-   Şeyhülislam Mustafa Hayri Efendi’nin Meşrutiyet, Büyük Harp ve Mütareke Günlükleri (1909-1922); Hazırlayan Ali Suat Ürgüplü; Türkiye İş Bankası Yay. İstanbul 2015
9-   İstanbul İçin Savaş Bir Gazetecinin Çanakkale Savaşı Anıları; Rudolf Zabel (Türkçesi Prof. Dr. Rüstem Aslan); Cümle Yay. Ankara, Kasım 2015
10-   Osmanlı Ansiklopedisi, Tarih/Medeniyet/Kültür; c.7, 1996
11-   Öteki Tarih; Ayşe Hür; c.1
12-   Türk Tarihi; Yılmaz Öztuna; İstandul, c. 7, s. 296-97
13-   Osmanlı Tarihi-II. Meşrutiyet ve Birinci Dünya Savaşı (1908-1918);Ord. Prof. Dr. Enver Ziya Karal; s. 429-519
14-   Çanakkale 1915; CD-ROM
15-   Destan ve Abide Çanakkale; Kültür ve Turizm Bakanlığı; Ankara 2015

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.