Bir Tefekkür Yolculuğu

Her şey bir arkadaşımızın “Geçtiğimiz günlerde çok çalıştık, biraz stres atmak, biraz da neler yapıyoruz, aramızda sorun var mı yok mu? diye istişare etmek için bir dağ kampı yapalım.” fikrini ortaya atmasıyla başladı. İlk bakışta güzel ve heyecan verici bir fikir ama daha hayal kurmaya başlayamadan sorunlar bizi kuşatmaya başladı. Kampı nerede yapacaktık, malzemeyi nasıl temin edecektik, ulaşımı nasıl sağlayacaktık vs. (aşılması kolay görünebilir ama ekip yirmi kişi olunca ve elinizde hiçbir şey olmayınca büyük sıkıntıya dönüşüyor)
Bu fikir ortaya atıldığında ne bir maddi kaynağımız ne de bir tecrübemiz vardı. Sadece içimizden daha önce küçük gruplarla kampa gitmiş arkadaşlar. Onlar da hazır olan yere gidip kamp yapıp gelmişler. Bir kamp nasıl yapılır, malzemeler nasıl temin edilir konusunda herhangi bir fikrimiz yoktu. Kendi kendimizi gaza getirerek yaparız biz bunu dedik.
İlk yaptığımız öncelik sırası oluşturmaktı. İlk olarak nerede yapacaktık bu kampı. Bu ekipten Sakarya’da yaşayan bir arkadaşımız “bizim orda kamp için müsait yerler var” dedi. Söylediği yeri araştırdık. Hem sakin hem de yakın olmasıyla tam istediğimiz gibi bir yerdi. Yer belli olmuştu. Sırada bize çadır vb. malzemeler lazımdı. Daha önce kampa giden arkadaşlardan “malzemeyi siz ayarlayabilir misiniz?” diye rica ettik. Bu sırada biz de “ulaşımı nasıl sağlarız?” diye düşünüyoruz. Malzeme için uğraşan arkadaşlar bize malzeme ayarlayamadıklarını söylediler. Ayarlayamamaları çok normaldi çünkü kamp yapmak istediğimiz tarihin tatil olması, havaların tam kamp için uygun olduğu zamana denk gelmesi malzeme bulmayı imkânsızlaştırıyordu.
Biz de malzemeyi birinden emanet almak yerine satın alalım, dedik. Bize kamp malzemesi, yemek ve ihtiyaçlar için biraz para gerekliydi. Bu gerekli olan parayı aşağı yukarı bir hesaplayınca ortaya çıkan tablo bizlerin cebinden çıkarıp verebileceğimiz parayı aşıyordu. Burada grup olmamızın avantajını kullanalım istedik. Grupta olan herkes, bize yardım edebilecek insanlara yapacağımız kampı anlatarak bizlere yardımcı olmalarını istemeye karar verdik.
Hani bir şeyi deneyinceye kadar, yapabileceklerinizi bilemezsiniz derler ya, tam da öyle oldu. İki haftalık kısa bir sürede bizim kamp için hesapladığımız meblağın üstünde para elimize geçti. Kimse böyle bir şey beklemiyordu. Sıra çözülmesi gereken ulaşım problemine gelmişti. Burada, bir tecrübeden yararlanmakta fayda var diyerek çok sevdiğimiz bir hocamıza danışalım dedik. Sonuç olarak 20 kişilik bir ekibi İstanbul’dan Sakarya’daki bir dağa götürmek kolay olmayacaktı, aynı zamanda tecrübe de istiyordu. Hocamız, böyle bir işe önümüzde hiçbir örnek olmadan cesaret etmemizi takdir ederek ulaşımı kendisinin halledeceğini söyledi. Orada, siz hayırlı bir iş için çalıştığınızda ve onda sebat ettiğinizde Allah’ın yardımı sizi bulacaktır, cümlesini anlamayı geçin bizatihi yaşadık. Sonunda rahat bir nefes alabildik, hazırlıklar tamamdı.
Kampa gitme vakti gelmişti. Cuma günü Cuma namazından sonra yola çıktık. Yol yaklaşık iki saat sürdü. Malzemeleri araçlardan indirdik ve başladık kamp yerini hazırlamaya. Daha önce kamp yapmış arkadaşlar bize neler yapmamız gerektiğini söylüyorlar bizler de ikişer kişilik gruplar halinde onların talimatları doğrultusunda çalışıyorduk. O günü çadır hazırlama, etrafta biraz dolaşma ve nelere dikkat etmeliyiz; neler yapmalıyız şeklinde konuşmayla bitirdik.
Bir sonraki gün sabahleyin etrafta akşam yakmak için çalı çırpı ve odun topladık. Bu sırada etrafı biraz gezme şansı bulduk. Dağda ormanlık bir alan, her tarafta ağaçlarla kaplı (özellikle çam ağaçları) ve bir arabanın geçebileceği kadar bir yol; onun dışında kayda değer pek bir şey yok. Mekân gerçekten güzel. Odun toplamadan sonra kamp rutinleri diyebileceğimiz oyunlar olsun, yemek pişirmek olsun vs. şeyleri yaptık.
Kampın beni asıl beni etkileyen yerine gelmek istiyorum. Gece 11.30 civarı. Arkadaşlar plana gece yürüyüşü eklemişler. Aramızdan sadece bir kişi etrafı biliyor. O arkadaşın arkasına aramızda mesafe bırakarak tek sıra halinde dizildik. Yanımızda beş ya da altı tane çakı, elimizde küçük fenerler koyulduk yola. Acil bir durum olmadığı sürece fener yakmak yasak. Bizim dışımızda kimse yok. Patika bir yol, sağımızda ve solumuzda rüzgârla bizleri selamlayan, kendilerini gecenin siyahıyla boyamış dev çamlar. Bulutsuz bir gökyüzü, tam karşımızda bir gelin gibi kendini gösteren dolunay. Etrafta büyük sükût. Bunu bozan adımlarımız, rüzgâr ve arada sırada ulumaya benzer bir ses.
Böyle bir durumun içine girince insan düşünceleriyle baş başa kalıyor. Peygamberin aleyhisselam neden tefekkür etmek üzere Mekke’den ayrılıp Hira Mağarasına gittiğini hep anlamak istemişimdir. İnsan şehir içindeyken de yalnız kalıp düşünebilir diyordum. Yok, böyle bir durumda; şehir içinde yalnız kalmak gibi bir hava yok. Kesinlikle çok farklı. Etraftaki sükût düşüncelerinize de işliyor, kafanız allak bullak olmadan dalgasız bir deniz sakinliğiyle her şeyi düşünebiliyorsunuz. Sanki aklınıza bir ağız takıyorlar. Düşünceleriniz kafanızın içinden dışarıya çıkıyor. Onlarla muhabbet etmeye başlıyorsunuz. Onlardan başka kimseniz yok. Etrafınızda ne olup olmadığını bilmiyorsunuz. Böyle bir durumdayken imanın kıymetini anlamak kolaylaşıyor.
Size her an bir yırtıcı saldırabilir, ormanlık alanda kaybolabilirsiniz, önünüze bir çukur çıkabilir ve fark etmeden kendinizi o çukurun içinde, ormanın derinliğinde veya hayvanın ağzında bulabilirsiniz. Bunlar korkutmuyor sizleri. Yanınızda arkadaşlarınız olduğu için değil. Allah’ın yanınızda olduğunu bildiğiniz için. Orada yürürken aslında yalnız değilsiniz. İnsan böyle bir ortamın içindeyken korkması lazım. Hayır, en küçük bir korku emaresi yok. Aksine güven duygusu tavan yapıyor. Adımlarınızı korkarak değil meydan okuyarak atmaya başlıyorsunuz. Savaşlarda insanlar nasıl olurda korkmadan yürürler diyordum. Bunu da idrak etmek buraya nasipmiş. Allah’ın seninle birlikte olduğunu bütün benliğinle hissetmek, bu çok büyük bir nimet ve anlatılamayacak bir duygu. Gündüz olmaması nedeniyle zaman kavramını yitirmiştik. Aradan bir süre daha geçtikten sonra kamp alanına faklı bir yerden giriş yaptık. Oturduğumuzda saatin 02.00’yi gösterdiğini gördük. Dinlenmek için çadırlarımıza çekildik.
Hadislerde, nafile ibadetlerden kat be kat fazla sevaba sahip olduğu belirtilen tefekkürün önemini ve etkisini bu gece yolculuğu sayesinde daha iyi kavradım. Sizlerin de kendinize “bu genç adamlar atıldıkları yolda başarılı olmuşlar, biz de böyle bir yolculuğa atılabiliriz. Bizim onlardan eksiğimiz ne?” sorusunu sormanızı istiyorum. En yakın zamanda başka bir yolculuğa beraber atılmak temennisiyle, vesselam.