Bir An

Analar da evlatlar da ölür. Her doğum bir ölümün habercisi, doğanlar öldüğüne göre. Ömür bir lahza, ölenin ölümü esnasında. Sorsanız onlara, “ömür neydi sizin için?” ”Bir gözü açıp kapama” derler herhalde. Çoğu zaman eller ve gözler açık iken gider can kuşu. Uçar aslî vatana. Bir varmış bir yokmuş olur. Neden gözü açık giderler acaba? Sonra doğanlar önce doğanların sırasını bekliyorlar. Demiş ya bilge insan: “Gençler aradan, ihtiyarlar sıradan gider.” Onun için gençler sırayla pek ilgilenmezler, yakınları gitmeden. Ama sıradaki gidince de sıranın başındasın.
Analar doğurur ve sırasını bekler. Nice canların dünyaya gelmesine en zor an ve şartlarda rıza gösteren analar can verirken, can verdiklerinin gözüne bir bakar ki o bakmanın ne olduğunu ancak görenler anlar. Sizin ana, baba veya bir sevdiğiniz gözünüzün önünde can verdi mi? Ölümü o kadar yakından yaşadınız, ölümü gördünüz mü? Her şey o kadar yakın ve o kadar uzak ki…
O hasta, onulmaz hastalığın hastası. Delinmiş organlarından çıkan madde çok koku yapıyor. Evlat eğilmiş orayı temizliyor, sevgiyle merhametle yumuşakça. Tiksinme yok, rahatsızlık yok. Ama koku dayanılmaz. Burun ve yüz kayıtsız tepki veriyor. Ana üzülüyor mu yoksa evladı tiksiniyor diye. Bakışıyorlar. Göz göze geliyor ana evlat. O bakış. Çare bakışı, çaresizlik bakışı. “Hayır, ana tiksinmiyorum ama yüzümün pırtarması elimde değil” diyor. Gözyaşları karışıyor birbirine ananın yüzünde. Ana ağlıyor, evlat ağlıyor ve öpüyor anasını. Halsiz dudaklarıyla da ana öpüyor, öpüyor yavrusunu, tıpkı yeni doğurduğunda olduğu gibi. Sonra ayrılık. Ameliyat diyor doktor. Ameliyat sonrası yoğun bakım. Bir gün, iki gün, üç gün… Sonra bir gün:
“Hiç yoğun bakımda ananızın ölümünü yaşadınız mı?” İçeri girerken hemşire “Hasta sizin konuşmalarınızı duymaz” uyarısını alelâde bir söz olarak yapıyor. İçeri giriyorsunuz ve şaşkınlık… Bir ürperme, korku içinizi kaplıyor. Ölüme geçiş ya da hayata dönüş köprüsü yoğun bakım. Anlık hayat. Aman Yarabbi o aletler, o homurtular, o uyutulanlar o yoğun bakım odası. Orası bir ayrı âlem, yenidünyanın giriş kapısındaki bir insan. Siz onu seyrediyorsunuz. “Ana!” diyorsunuz, sizi duymuyor “ana, ana!“ diye sesinizi yükseltiyorsunuz, duysun diye son bir gayretle. Göz kapakları hafif hareket ediyor. Siz bir ümitle duydu beni derken hemşire “o sizi duymuyor” diyor tekrar. İnanmak istemiyorsunuz duymadığına. Ölümün seyredildiği yer. Ölüme en yakındasınız ama dokunamıyor hiçbir şey yapamıyorsunuz. Ölüm, “Uyudun uyanamadın olacak.” olmuş. Oradakiler uyumuşlar hangisi uyanır hangisi uyanmaz, ya da uyanamaz bilinmez. Nesbel’den:
Uyumak ölümse, ölümdür uyumak
Eğer dünya gerçekse bir an önce uyusak.
Ölüm gerçekleşti. Nice zorluklarla nice canları hayata getirenin son nefesi. O artık yok. Ömür bir lahza. Ölüm bir an. “ Her canlı ölümü tadacaktır. Muhakkak O’ndan geldik ve O’na döneceğiz.”
İbrahim ÇİFTÇİ
Bundan sonra her sayımızda Nesbel’e yer vereceğiz. Manzum hikâyeleri, sıra dışı makale ve hikâyeleri, şiirleri, beyitleri ile dikkat çeken Nesbel mahlaslı gencimiz bir lise öğrencisi. Hem üretken, hem yenilikçi, hem mütevazı. Böyle bir istidadı edebiyat dünyasına dergimiz vasıtası ile kazandırmak mutluluk verici. O adını kullanıncaya kadar Nesbel olarak eserlerini yayınlayacağız. Bu sayımızda seçme beyitlerini ve bir manzum hikâyesini yayınlıyoruz. (İ.Ç)
BEYİTLER
Ben beni bilmezsem nereden bileyim seni,
Sen beni bilmez isen ne yapayım kendimi.
Seçmezsen menzilini eğer ki yücelerden
Ne farkın kalır senin bî akıl cücelerden.
Tekerrürden tevekkül çıkartmalı sükutla
Bu yüzdendir kalkmamız her güne bir umutla.
Boyayıp saklamak ne gereksiz bir şeyi
Nasılsa siyahtır beyazın da gölgesi.
İnsan bilemezmiş kendini kendi kendine,
Bilirse kendini ancak o zaman Hak ile.
BİR ENTERASAN MÜŞTERİ
Besmeleyi çekip de siftah yapan tüccara
Bereket gelir elbette bazen de bin belâ.
“Şükreden insanlara belâ var mı?” demeyin
Peygamberin acısı, unutmayın, pek çetin.
Çarşı pazar esnafı neler neler yaşamış
Beli doğrultmak için ne çıbanlar çıkarmış.
Bazen dua almışlar bazen ise beddua
Allah *ecri bol verir dürüst olan her kula.
Dürüstlük! Dürüstlük! Bu büyük bir erdem
Ûlu’l azim peygamber tavsiyesi bu her dem.
Yalana dolanlara ne büyük azab gerek
Peygamberin lâneti büyük bir gazab demek.
Muhterem-i Azam’dır Ebu Hanif Hazreti
Az kişidir anlayan hakikat-i hilkati.
Âzam’dır ki en kibar, Âzam’dır ki en cevval
Nerde yanlışlık görse hemen eder *intikal.
Bir yanlış var elbet; ama burada değil ki
O zaman bir bakalım olayımız derin mi?
Sabahın ilk ışığı umut ile doğmuştu
Nasip aramak için insanoğlu koşuştu.
Ticaret bu değildir ki yalnızca er işi
İhtiyacı var ise yapar bunu her kişi.
Ebu Hanif pazarda dolanırken görüldü
Bir kadın esnaf ise ona doğru yürüdü.
Elindeki gömlekle bu satıcı yanaştı
Kendini toparlayıp anlatmaya çalıştı:
– Gömlek daha çok yeni ve üstelik ipektir
Giyenler ise dünyada yalnızca bir tektir.
Bunu satın alırsın yüz dirhemcik altına.
– Hayır, olmaz! Bakınız, yüz dirhem azdır buna.
Fiyat bile artırır müşterinin dürüstü
Bunun daha var mıdır ticarette bir üstü?
Satıcı artırdıkça yetmez dedi mübarek
Kadın şaşıp kalmıştı, bu ne biçim bir gömlek?
– Be adam sen benimle alay mı ediyorsun?
Dört yüz dirheme yine yetmez mi diyorsun?
– Bakınız hanım bu gömlek fazla eder; ancak
İyi olacak sanırım bilene danışsak.
Bir tüccar getirildi bu iş için bakmaya
Bakar bakmaz da biçti beş yüz dirhemlik paha.
Ebu Hanif, parayı orada verdi, ona
Müthiş bir örnek oldu civardaki esnafa.
O fiyat tamam olmuştu Numan bin Sabit’e
Bu kıssa daim oldu *fehm’i küçük Nesbel’e.
İyi âlimler vâristir İslam’ın ilmine
Vârislerse hâkimdir ilm-i fıkıh diline.
Ehl-i ilim kemâle avamdan daha yakın
Ey tüm cahil insanlar araştırın ve bakın!
Her şey Allah’tan gelip, her şey Allah’a gider
Hemen düşünün bakalım yanmak neye değer?
NESBEL
Ecir : Sevap, karşılık
İntikal : Bir yerden başka bir yere gitmek
Fehm : Anlamak, anlayış