Bir Abide Şiir ve Bir Abide Şair

Bir Abide Şiir ve Bir Abide Şair

Çanakkale bir destansa -ki öyledir- o destanı şiirle destanlaştıran da Akif’tir. Şiiri hayatı, hayatı şiir olan Akif, Çanakkale Savaşı’nda bulunmamış ama o Mehmetçiğin, milletin hissettiklerini hissetmiş, yaşadığını yaşamıştır.

“Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.”dan sonra gelen Haçlı ordusunun gücünü sayısını “kum” ve “mahşer” kelimeleri ile ifade eden şair, onların dilinin, yüzünün, derisinin rengarenk olduğunu belirtip onlar tarafından yapılan zulmü, vahşeti sıralar. Bunların da “medeniyet” denilen kahbe tarafından yapıldığını ifade eder.

Afrika işgalcilerinin “Yamyamlara medeniyet götürüyoruz”, Mısır’ı işgal eden İngiliz komutanın M. Abduh’a “Cahil Mısırlılara medeniyet getirdik”, ABD’nin Irak’ı işgal edince “Irak halkına demokrasi, özgürlük getirdik.” demeleri ve Yunanlılar İzmir’i işgal ettiklerinde Fransız gazetelerine tam sayfa” Barbar Türklere medeniyet öğretmek için çıktık.”ilanı vermelerinin ortak noktası Batı zihniyeti, (Haçlı ruhu) kendini “büyük, medeni, eğitimli, efendi…” sömürgelerini de” küçük, barbar, cahil, köle…” görmesidir.

İşte Akif, Batı’yı ve dillerindeki medeniyetin gerçek çehresini görmüş ve:

“Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz…

Medeniyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz” diyerek o medeniyetin maskesini yırtıldığını, altındaki kahbe simanın görüldüğünü ifade ediyor.

Sonra savaşın dehşetini,Türkçe’sinin tüm kuvvetini kullanarak tasvir ediyor:

Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;

O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer…

Sonra bir top ateşi tipisi ve tipinin savurduğu insan enkazı:

Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,

Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.

Onlar ve vahşetleri öyle. Ya masumlar bizler? Yani Asım’ın Nesli:

Asım’ın nesli… diyordum ya… nesilmiş gerçek,

İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek.

Göğüsler Allah’ın serhaddi. Dağlar taşlar şüheda ve şühedaya şahit. Onların başları şehitken bile eğilmez; ancak namazda (rükûda) eğilir:

Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar…

O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,

Onların görevi “Tevhidi, Allah’ın dinini korumak, kollamak, kurtarmaktır. Allah için yere düşenlerin alınları tertemizdir ve layık oldukları ecdat tarafından öpülecektir. Çünkü onlar Bedir’deki bir avuç sahabe gibi salt bir din savaşı (cihat) gerçekleştirmişlerdir:

Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,

Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!

Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi…

Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.

Sonra bu şehitlere bir makber  “anıtmezar” düşünür. Ama inancımızda ve geleneğimizde anıtmezar yoktur. Ama şair de istiyor. Onu ilk önce tarihe gömmek ister ama sığmaz oraya:

“Bu, taşındır” diyerek Kâ’be’yi diksem başına;

Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;

Tarihe sığmayan herhangi bir anıtmezara sığar mı?Ama ona bir anıt mezar bina edilmiştir:

Mezarın taşı Kabe; mezar taşı yazısı şairin ruhuna gelen ilhamlar (bu şiir); kabrin örtüsü gök kubbe; örtünün süsleri yıldızlar; bulutlar türbenin tavanı; Süreyya yıldızı türbenin avizesi; şehit kanlı elbisesi ile o türbede yatarken mehtap (dolunay) gece bitimine kadar türbenin bekçisi; gündüzün fecri türbedar; akşamların kızıllığı yarana sargı olsun. İşte sana tam doğal, Allah’ın yarattığı anıtmezar:YERYÜZÜ.

Sen ne cihana, ne ufuklara, ne de eserlere sığmazsın. Sen hiç bir yere sığmazsın. Sen ancak ve ancak Alemlere rahmet ve savaş peygamberinin kucağına sığarsın. Bak, o nebi sana kucağını açmış bekliyor:

Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,

Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;

Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,

Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan;

Ey şehidoğlu şehid, isteme benden makber,

Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.

Kelimesiyle,mısrasıyla, anlam derinliğiyle, vezniyle, ahengiyle, kafiyesiyle coşkusuyla mükemmelliği yakalayan Çanakkale Şehitleri için şunu demek bir kadir bilmektir: Bu şiir Akif’e, Akif de bu şiire; bu şiir millete, millet de bu şiire, bu şiir Çanakkale Şehitlerine, Çanakkale Şehitleri de bu şiire, çok ama çok yakışıyor.

Milletin şairi Mehmet Akif’i rahmet ve hürmetle bir kere daha anıyoruz.


LEYLA’YI GETİRMEK YENİDEN

-Mehmet Berat-

Mehmet Akif diye biri var bizim mazimizde varlığından tam haberdar olmasak da.

Mehmet Akif diye biri var, bizim yaşayacağımız zamanların çilesini ve zahmetlerin karşılığında kazanılacak olan nimeti görebilen.

Mehmet Akif var asrımızın başında yaşamış ve asırlarca yaşamaya devam edecek olan. Fakir, vakur, adil, cesur, delikanlı ve tavizsiz. Onu İstiklal Marşı çerçevelerinden tanıyan torunları var.

Marşı sadece notayla söyleyen ve derdiyle dertlenemeyen torunlar. Mehmet Akif diye biri var bizim tarihimizde, kimseye nasip olmamış bir nimet olarak. Bu zamanlara kadar bizi Akif’ten uzak tutan neydi, o da muammadır. Son yıllara kadar anlatılan ve anlaşılan birisi değildi maalesef. O bir takım sıkıntılar çekmiş, şair meclisin teklif ettiği parayı almayan, çok ısrar edilince de orduya bağışlayandı ve bundan ibaretti. Bunlar dahi az değildir lakin bunları dahi idrak etmek nasip değildi bir milletin yeni bir milletleşen evlatlarına.

Derdi, davası, sevdası memleket ve memleketinden ayırmadığı İslam memleketleri olan bir adamdan ve onun çilesinden bahsediyoruz. O adamdan bahsediyoruz ki hayatının her safhasında doğruları söyledi ve doğru oldu.  O adamdan bahsediyoruz ki devir kimin devri olursa olsun o Kur’an’a ve hakikate ve hakikatin sahibine göre belirlerdi doğrularını. Hakikatin sahibinin Sevgilisini de çok severdi ve belki de bu yüzden yanlış yapmak yoktu onun hayatında ve lisanında. Yoktu güçleri, dengeleri konjonktürü değişen dünyaya uyarlamak kendini. Bir kez hata etti ki Abdülhamid’i anlamayarak ve bir kez hata etti ki İttihad Terakki’ye umut bağlayarak ve bir kez hata etti ki Ulu Hakan’ı devirenlere güvenerek ve ödedi bunun hesabını sürgünde memleket hasretiyle. Memleketlerimizi bizim olmaktan çıkaran ve kolumuzu kanadımızı ütopik hülyalarla, yanlış kararlarla, bizden ayıran İttihatçılarla olmasının kefaretiydi Cumhuriyet sonrası sürgünler ve suskunluklar. Mehmet Akif’se söz konusu adam, elli düşünmek bir konuşmak iktiza eder.

Çileli bir öğrenciliği oldu gençliğinde. Mülkiyeli olmak istedi hep ve şartlar, zorluklar onu baytar olmaya ve bir an evvel hayata atılıp para kazanmaya mecbur etti. Ama bu mecburiyet onu dertlerinden ayıramadı ve hiçbir engel hiçbir dünyalık sıkıntı onu derdinden, davasından, sevdasından, hele hele Leyla’sından hiç ayıramadı ve ayıramazdı da.

En büyük nasibi ailesiydi Akif’in. Fatih dersiamlarından tertemiz Tahir Efendi’yle Buharalı bir ailenin mahdumesi olan Fatıma Şerife Hanım’dı ailesi. Derdin ne olduğunu, ne olması gerektiğini, nasıl olması gerektiğini, doğruların neye göre olması gerektiğini onlardan öğrenmişti. Bir istisna daha vardır ki Akif’e annesi bir kez olsun abdestsiz süt emzirmemiştir.Olur mu canım dese de bazıları, dert İslam genci, İslam çocuğu yetiştirmek olunca herhalde anneliğin ne derece önemli olduğunu Fatıma Şerife Hanım’dan öğrenebiliriz.

Akif’i konuşmak lazım. Giyimini, kuşamını, konuşmasını, seyahatlerini, bilindiği kadarıyla özel hayatını ve Bülbül’ü ve Leyla’yı. Çünkü Leyla’yı anlayamayan hiçbir kimse Akif’in hangi dertle göçüp gittiğini de anlayamaz, hangi dertleri çektiğini, Mısır’da neleri düşündüğünü. Leyla’yı okumazsak ve anlamazsak anlayamayız bugünün mazlum coğrafyalarındaki mezalimi. Anlayamayız firavunları ve firavunlaşanlara inat hala Musa olamayanları. Nemrutlar ateşleriyle yeri göğü ateşe verirken İbrahim olamayanları anlamamaya devam ederiz Akif’in Leyla’sını anlamazsak.

Akif’i konuşmak. İşte aralık ve mart aylarından başka zamanlarda da. Ona yazılmış kitapları okumaya ara verip onun yazdıklarını okuyarak ve anlayarak onun anladığı acziyet zafiyetimizi. Akif’i konuşmak, dışarıya karşı Müslüman’ın göstermesi gereken cesareti anlamak ve sahiplenmek olacaktır bizim için. Çünkü Akif demek ilhamını ve cesaretini halktan almaktır ve Hakk’a tabi olan da cesur olmalıdır. Ama günü birlik beklentilerin esiri haline getirilen, diğergamlıktan nasibini alamamış insan dertleşemediği için ve dertlenemediği için Akif olunamamaktadır ve Akif anlaşılamamaktadır. Bu millet Fatihlerini Bizans’a, Akiflerini Anadolu’ya göndermediği müddetçe büyüyemeyecektir yeniden. Koca bir ümmet için güçlü Türkiye demek, zulme dur diyen ve durduran Türkiye demektir. O yüzden güçlü ve büyük olmak gibi bir görevimiz vardır. Ve Akif’in Leyla’sının tebessümü buna bağlıdır. Leyla’nın inmesi baladan ve gelmesi yanmış yurda mevladan; müebbet bir bahar buna bağlıdır.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.