BİR ABİDE ŞAİR, BİR ABİDE ŞİİR – ilkadim DergisiBİR ABİDE ŞAİR, BİR ABİDE ŞİİR – ilkadim DergisiBİR ABİDE ŞAİR, BİR ABİDE ŞİİR – ilkadim DergisiBİR ABİDE ŞAİR, BİR ABİDE ŞİİR – ilkadim DergisiBİR ABİDE ŞAİR, BİR ABİDE ŞİİR – ilkadim Dergisi

BİR ABİDE ŞAİR, BİR ABİDE ŞİİR

BİR ABİDE ŞAİR, BİR ABİDE ŞİİR

O bir zamanların ve her zamanın şairi, öncü insanı. O şiir de bir zamanların ve her zamanın şiiridir. Şimdi o şair, sevdiğinin yanında inşaallah. Şiirleri de onu seven ve onun sevdiklerinin yanında. Şairler öncüdürler. Milletin önünden giderler. Şairler özgürlükçüdür; özgürlüğe koşarlar milletlerinin önünde. Onun için özgürlük karşıtı rejimler şairlerini hapse atarlar susturmak için. M. Emin de haykırıyor:
Mazlumların intikamı olmak için doğmuşum
Bırak beni haykırayım, susarsam sen mâtem et; 
Unutma ki şâirleri haykırmayan bir millet, 
Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir;
Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya, 
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya! 

“Ötekiler, zenciler” değil miydi buraların gerçek sahipleri? “Bir kasaba avukatı bakan olmuş da bizim irademizi hiçe sayıyor.” diye küçümsemiyor mu yüksek yargının bazı mensupları o bakan beyi? Bu mısralar “şıp” diye oturuyor bu anlayışa.

Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?
İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal.      
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,
Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan.

Ayrıldı insanımız anadan, arkadaştan inandığı değerler için. Davanın hamallığını yaptılar onlarca yıldır. Biz  “kanarya”, onlar binbir başlı kartaldı, taşıttılar onlarca yıl. Ama “Sakarya” ayağa kalk emrini de unutmadı.
Milleti susturmanın yolu şairlerden geçer demişler ve atmışlar şairleri “mapusaneye. “Mapusanelere güneş doğmuyor.” türküsü sanki şairler için söylenmiştir. Sahi Osmanlı Devleti’nde (son zamanları da dahil) kaç şair hapse atılmıştır, hiç düşündünüz mü? Şinasi mi, N.Kemal mi, Z. Paşa mı, A. Hamit mi, T. Fikret mi, M. Akif mi? Bunların her birisi “astığı astık, kestiği kestik sultanlara” neler dediler neler. Hangisi yargılanıp mahkûm edilmiştir? Hiç biri. Peki, “Yaşasın Cumhuriyet – geldi hürriyet” döneminde kaç şair, yazar hapse girmiştir? Onlarca… Onlarcanın içinde konumuz olan şiirin şairi de yirmi bir kere hapis ile yer almıştır. Onu ve onları mahkum eden anlayış halen yaşıyorsa da, mahkum edenler öldüler. Ama şair şiirleriyle halen yaşıyor.
1968 ve 1980 kuşağı bu şiiri bilirler şairi de. O kuşağın yanında o şiirin yeri bir başkadır.
İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya; 
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya. 
Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne, 
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine; 

Dedim ya “Sakarya“ bir başkadır. 1970’li yılların her toplantısında (siyasî, dinî, kültürel…) ”Sakarya” baş tacıydı. O okunurdu. Onu ezbere bilmek, ezberlettirmek. Okumak manevî hassasiyeti olanların ölçüsü olmuştu neredeyse. Mini mini yavrular, dönmeyen dilleriyle bir tatlı okurlardı ki…Okuyan da dinleyen de coşardı. Hele sonunda bütün spor salonunun,

Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya! .. 

Mısralarıyla bir ayağa kalkışı vardı ki,  sanki ayağa kalkış bir kıyam çağrısına itaatti. 
Anlam yüklü şiirin, Türkçenin akıcılığı ile buluşmasının abidesidir Sakarya. Bir şiir üstadının kelimeleri istif edişi, anlam bağlantılarının tamlığı,  şiiri özde ve biçimde mükemmelliğe yerleştirmiştir. “Petek de bal da” harikulade.
Nehir sembolü harika bir seçim. Sakarya’dan yola çıkarak tarihe yolculuk da çok güzel.
Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân; 
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an! 

 O eski ihtişam dolu günler aranmaz mı? Arıyor Sakarya ve soruyor:
Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu? 
   Ordu müslüman olunca yapacakları da belli: Ufukları aşmak. Ordu fetih yapıyor, kapılar açıyor gönüllerin fethine “çil çil kubbelerle.” Fethedilen yerlere damgasını secdegahlarla vuruyor. Gidilen her yerde kardeşler bulunur. Yeni kardeşler. Sakarya da kardeş bulur kendine:
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna? 
Dönemez ki akıncı. Yeni kardeşlerinin yanında kalır kardeşlik görevini yapmak için. Onu özlüyor Sakarya. Kubbelerin örttüğü şaheserlerin mermerleri, rüzgârlar da “Tekbir” sesini özlüyor. “ Allah…Allah…Allah…”
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek? 

Ölümlü yalanların, ölümsüz gerçeklerin yerine geçmesi bir kolayın benimsenmesidir. İnanmayanlar yaşayan ölülerdir, leşlerdir. Onları diriltecek nefese de yasak var. Allah yolunun divanelerini aşağılarlar. Halbuki onlar derler ki: 
Sakarya, sâf çocuğu, mâsum Anadolu’nun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!
Ama yol belli, durmak yok. İnsan da akar nehir de. 

Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz! 

O hiç duramayan “aksiyon insanı”  Üstad Necip Fazıl  haykırır tüm çağlara ve nesillere. Yani bize de size de :  AYAĞA KALK! O reaksiyon değil aksiyon insanını, şiirini, mücadelesini, mütefekkir kişiliğini,” Gaye insan ufuk peygamber aşkını
Ömrünün son günlerini, kesinleşen 1,5 yıllık cezası,  hayli ilerlemiş yaşına(79) ve adlî tıp raporlarına rağmen devrin devlet başkanınca (K.Evren) af yetkisi kullanılmadığı için her an infaz edilebilir bir şekilde yaşadı.  Zaten “Osman’a (Serdengeçti) “damdaki yatağını” tekrar gelebilirim diye bıraktırmamış mıydı?
“Ve bir gece… Mayıs ayında bir gece, (25 Mayıs 1983) yatağında doğrulup, yorgun ama nur dolu gözlerini dışarıya, derin karanlığa dikti. Ne gördü ki dudakları hafifçe kıpırdadı: (…)  Demek böyle ölünürmüş!..”
 Onu rahmet ve minnetle anıyor ve “Rahat uyu Üstad,  dava bayrağı yere düşmedi öksüz de kalmadı. “ diyoruz.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.