Bilgi Hakikate, Uzuvlar Hakkaniyete Yakın Olmalıdır

Bilgi, ontolojiden fışkırarak ortaya çıkar, doğru veya yanlış olduğu bilinmeksizin. İnsan, bilgiyi kendine verilmiş imkânlar dâhilinde görür, duyar, hisseder. Bilgi, insan içindir ve bir amaca hizmet etmeye yöneliktir. Amaçsız bilgi bir avuç pisliktir ve zarar vermesi olasıdır.
Ayağın hareket ettiğini görmek ve bunun mahiyetini bilmek bir bilgidir, neden ayağa hareket yetisi verilmiş ve amacı nedir demek ise felsefedir. Ortaya çıkan şey ise bilgiden tamamen farklı yönüyle hakikat olur. Bu andan itibaren bilgi ilime dönüşmüştür. Tabi ki şartı sahih olmasıdır.
Şu teşbih durumu açıklamaya yardımcı olur. ‘İlim, kitaplardan öğrenilmez.’ İlim, bilginin hayata işlenip doğru yerde kullanılmasını öğrenmekle olur. Buna ise irfan denir.
Bilgi, insan mamulü değildir. Aslı İlahi’dir. Hak olan dinin öğretileridir. Yaratılmıştır, hikmetlendirilmiştir ve nizam dâhilinde devam ettirilmiştir.
Bilginin aslının ilahi kaynaklı olması bunun üzerinde tasarruf hakkına sahip olanın da İlah’ın olmasını gerektirir. Kesin bilgi, doğru bilgi gibi kavramlar bir buyruğun, yani vahyin ışığında meydana gelir. Bunu anlayanlar ve tahsilini bu şuurda yapanlar ise hep daha fazlasını öğrenir ve âlim olur.
Bahsini ettiğimiz mefhumun dizginleri Yaradan’ın elindeyse yönetme hakkı da O’nun elindedir. Çünkü bilgiyi fark etmemizi sağlayan kulak, göz ve mizanımız olan gönül halk edilmiştir.
Yaradan, bu âlemi bilgi denen bir meçhulle yönetmeyi, kullarının bunu doğru yahut yanlış gibi zıt kutuplarla elemesini halk etmiştir. Dolayısıyla düzenin çarkları bilgiyle döner ve toplumlar kendini bununla bir yere yerleştirir. Doğru veya yanlış olarak tarihte değerlendirilmeleri ise kendi ürettikleri anlayışın meyvesidir.
İnsan bilgiye aç yaratılmıştır ve hep daha fazlasını bilmek ister. Bu arzu genel itibariyle itidalin kaçmasına neden olur. Az bilenler bir maske, çok bildiğini zannedenler de bir maske takar.
Yusuf Kaplan’ın ifadesiyle her insan bir ayettir ve bir tabiat, bilgi, alaka üzerine yaratılmıştır. Bir olguya alaka duyanın üç olgu içeren bir disipline hevesi yorgunluk doğurur. İşte bu eksiklik ülkemiz başta olmak üzere liyakatsizliği, kibri ve hayalperestliği doğurmuştur. Hakkında bilgi sahibi olunmayan kavramlara yönlenmesi insanlarımızda kendi tabiatını yansıtmayan, beğenilme arzusunu yansıtan işlere yönlendirmiş. Bunun sonucunda liyakatsizlik doğmuş ve bir cilt okunan Buhari kitabıyla yahut ödenen az bir bedelle kardeşlerimiz kendini Ortadoğu’da mühim bir mücahit, olmazsa olmaz alanında otoriter bir âlim, bir sözüyle devran ve düzeni değiştirecek devlet başkanı olarak tahayyül etmesi kibri doğurmuş. İmkânlarını, ortamını ve sorumluluk bilincini bilmeyen kardeşlerimizin tavırları da hayalperestliği doğurmuş. Sonuçta ise zararlı çıkanlar bizler olmuşuzdur. “Hakkında bilmediğin şeyin ardına düşme” ayeti Müslümanın şahsında ilk olarak hak olanın ardına düşme ve liyakatli, mütevazı ve itidalli olma melekelerini kazandırmalıdır.
İnsan; iyiliğin ve kötülüğün birleşimidir. Bunların getirdiği öğretilerle iç dünyasında daima mücadele eder. Yani insana boş durma lüksü verilmemiştir. Bu bilgiler ya gençlikte ya da olgunlukta insanın gören gözü, duyan kulağı ve perspektifi olur. Öyle ki insan bir seviyeden sonra kendi bilgilerine eş başka birini sever, benimser, zıddını gördüğünde sinirlenir, en son taraf olur ve cemaatler teşekkür eder. Bu derecede mühim olan bir durumda Müslüman hakkında bilgi sahibi olmadığı öğretileri haznesine almamalı, ruhunun teşekkülü düzgün tuğlaları seçmeye sebep olmalıdır.
Bahsi geçtiği üzere insan, kendine benzeyeni yahut olmak istediği gibi olanı sever, zıddına tavır alır. Bu durum ahlak sınırlarının dışına çıktığı zaman, ortaya şiddet, dışlama ve savaş çıkar. İslam tarihinde hatta günümüzde de halen yaşanan tekfircilik sorunu bunun sorunudur. Tahammül edemeyen tekfir eder. İslam ahlakına münhasır olan kucaklama ve sahiplenme anlayışını bilmeyen kardeşkanı döker. Müminin, kâfir ya da mümin gibi ayrım yapma vazifesi yoktur. Müminin hoşgörü ve irşat vazifesi vardır. Mümin adam merdiven basamaklarını altışar atlamadan elinden geleni yapar, devletler yıkıp devletler kurmaya heves edip hayatını uçlarda yaşamaz ve hakkında bilgi sahibi olmadığı durumları ya da bildiği durumları hoşgörüyle karşılamayı bilir. Doğru olan tarafı sahiplenir ve iddia etmez.