Benim Babaannem Süleymaniye Gibi Kadındı

Süleymaniye, ‘iman, İslam, ihsan’ hadisinin şerhini yapıyor 450 yıldır ve aynı anda göze, kulağa, ruha hitap ederek 5 vakit değil her an huzura çağırıyor insanı. Uzaktan ve yakından, dışarıdan ve içeriden parçası olduğu bütünü hatırlatıyor görenlere. ‘Ben bu eseri ortaya çıkartan ilhamın kaynağına ulaşmak istiyorum.’ dedirtiyor turiste.
Mescid-i Nebevi yanındayken bile özletiyor kendini, ‘yalnız benim için bak yeşil yeşil’ şarkısını tersine çeviriyor, her gönle bakıyor yeşil yeşil, talip olan her kalbi yıkıyor pırıl pırıl, “Yaremi sarmaya yar kendi gelsin” diyen herkesin şifa oluyor yarasına, havasıyla, suyuyla inşirah veriyor tüm Müslümanlara.
Süleymaniye Cami reklamı göremezsiniz bilboardlarda, İslami tatil reklamlarında da yoktur adı. Tatil günlerinde izdiham olmaz giriş ve çıkışlarında, kredi kartına şu kadar taksit de yapılmaz erken ödemede. Mescid-i Nebevi de saklar kendini, hatta bazen yanına kadar gelenlere bile göstermez aslını, bakar bakar da göremez ziyaretçi, gördüm sanıp zanlarını anlatır ülkesine dönünce.
Süleymaniye bir emirdi önce, ‘emriniz başım üstüne’ oldu ardından, hayalleri süsledi sonra ve bir temelle dünyaya ayak bastı tarihi mabed ama sonrasında 4 yıl bekledi Sinan, zemin sıklaşmalıydı ki cami yapıldıktan sonra toprakta ki muhtemel oturmalar çatlağa sebep olmasındı, o zaman her şey hayallerde kalabilirdi. Ardından drenaj uygulaması yani olası depreme karşı kanal tedbiri geldi. Neye talip olduğunun farkındaydı Mimar Sinan ve temeli sağlam olmayan bir iddianın çıkardığı ses tüm dünyada da yankı bulsa o sözün sadece kuru gürültü olarak kalacağını biliyordu.
Süleymaniye hakikatti, bir bütünün cisimleşmiş şekliydi, bu nedenle sadece bir cami değil bir külliyeydi, sadece iman değildi, sadece İslam değildi, sadece ihsan da değildi; bunların hepsiydi. Bünyesinde medrese, çarşı, imaret, darü’l kurra, darü’l hadis, tabhane, hamam, aşevi hepsinin bulunması da belki de tam bu sebeptendi.
Süleymaniye önce bir emir, sonra rüya, sonra düşünceydi, sonra plan-program-ilim-tecrübe oldu, ete kemiğe bürünmesi en son oldu. Mescid-i Nebevi de önce bir düşünceydi, rüyaydı, hareketti tüm aşamalar tamamlanınca adı en son kondu. İslam’ın tüm emirleri gibi en çok da tesettür gibi.
Tesettür önce emir, sonra rüya, sonra düşünce ve bu aşamaların hepsinin üstünde bir tül gibi ilim olmalıydı. Sadece erkeklerden kendimizi korumak için bir zırh değil, küfre rıza göstermediğimizin işareti tesettür olmalıydı. Şairin dediği gibi ‘Ben başörtüsü takıyorum, sizin bana dayattığınız düzeni reddediyorum, ben sizin kurallarınızla değil, İslam kurallarıyla yaşamayı seçtim.’ demek olmalıydı. Tesettür ayeti, açık lolipopa konan, kapalı şekere konmayan sinek videosuyla değil, hafız Osman hilye-i şerifiyle açıklanmalıydı belki. ‘Bak kızım biz zarafet medeniyetiyiz, değerli olanları resmetmeyiz, sembolize ederiz, hakikatini saklarız hat gibi, tezhib gibi, şemail-i şerif gibi ve senin gibi’. Böylece ‘Niye erkekler bakışlarına hâkim olamadığı için ben kapanmak zorundayım?’ sorusuyla hiç muhatap olunmayacaktı.
Tesettür sadece emir ve amele indirgendiğinde; Süleymaniye ruhundan, amacından uzak ama ona benzetilerek 5-6 ayda imar edilen gecekondu camiler gibi mütesettir kadınlar çıktı meydane. Uzaktan da yakından da huzur vermeyen, dilinde cehennem ayetleri, elinde tesettür ölçüm cihazı, kendi kriterlerinden başkasını beğenmeyen ya da sadece kapandım diyerek tüm eksiklerini kapattığını zanneden kadınlar… Bu kadınların parçası olduğu bütünü merak etmiyor kimse ve imrenmiyor kimse o ruha, onların baktığı yöne çevirmek istemiyor kimse başını.
İhtiyar kadın sağ ayağıyla girdi camiye, selam verdi önce meleklere, 1500 yıllık birikimi derin bir nefesle çekti içine, kalbinin parmaklarıyla Karahisarî’nin hat yazılarına dokundu, kulakları uşşak makamında okunan öğle ezanını adeta içti de yüreğine damıttı, martı sesleri ve ezan ne hoş bir koro oluyormuş diye düşündü.
Gözlerini kubbeye çevirdi, dikkatli bakınca Nur suresini gördü, sanki aşağıdan rahatça okunsun diye büyük harflerle yazılmıştı ama yazı sanat değeri ve inceliğinden bir şey kaybetmemişti. Kadın sanki ayet yeni nazil oluyor gibi ürperdi ve başörtüsünü düzeltti, bu kadar büyük bir kubbe Müslümanlar cami de bile olsa, yukarıdan aşağıdan, sağdan soldan ayrılmayın mesajı için mi yapılmıştı ve Nur suresinin öznesi olan kadın da bu kubbe gibi tüm Müslümanları tek yürek yapabilecek ruha sahip olduğu için mi Nur suresi, büyük kubbe ve Süleymaniye eşleştirmesi tercih edilmişti?
Çocuk bir babaannesine baktı bir de her hafta sonu geldikleri bu tarihi esere, aradaki 7 farkı bulamadı. Bir yer hem ferah hem sade hem ihtişamlı nasıl olabiliyordu ve babaannesi söyledikleri, yaptıkları, düşünceleri ve görünüşüyle nasıl bu Cami’yi andırıyordu. Çocuk daha fazla sabredemedi ‘Babaanne sen mi Süleymaniye’ye benziyorsun, bu cami mi sana?’ dedi. ‘Buldum! Sen bu camiyi yapanı tanıyorsun çünkü’ diye ekledi. Kadın aradığı duayı bulmuş gibi gülümsedi ve mırıldandı.
‘Nişantaşı Müslümanlığı, Çarşamba Müslümanlığı var şimdi dillerde yine bir moda dergisi tesettürü, anneanne tesettürü, Suriyeli tesettürü yaygınlaşıyor caddelerde. Allah inşallah Süleymaniye Müslümanlığı ve Süleymaniye tesettürü nasip etsin ki birleşelim o kocaman tek kubbenin altında.’ ‘Siyahı, pembesi değil Süleymaniye gibi olanı caizdir’ anlayışı versin ki tesettürlü olduğundan utanır gibi yaşamasın Müslüman kadınlar, ‘Benim aslında sizden hiç farkım yok, sadece başım örtülü’ fikrini ispatlamak için heba olmasın genç kızlar.’ AMİN.