BEKİR BALABAN HOCA ile MÜLAKAT

İLKADIM: Siz uzun yıllar Zeki Soyak Hocamızla birlikte çalışmaların içerisinde bulundunuz. Nasıl başladı hocamla tanışmanız? Ne zamandan beri tanışıyorsunuz?
BEKİR BALABAN: Hocamla tanışmamız Urfa İmam Hatip Lisesinden Nevşehir İmam Hatip Lisesine müdür olarak naklen gelişiyle başladı. Biz Nevşehir İmam Hatip Lisesinde öğretmen olarak çalışıyorduk. İlk tanışmamız öyle oldu ve o günden bugüne kadar hep birlikte olduk. Bazen mekânlarımız vilayet olarak, yer olarak ayrı olduysa da gönüllerimiz hep beraber oldu. Aynı çalışmalar içerisinde bulunduk. Tek merkezden düşünüyor gibi birlikteliğimiz devam etti. İnşallah bu dünyada olduğu gibi öbür dünyada da birlikte oluruz inancını taşıyoruz.
İLKADIM: Hocam, Nevşehir İmam Hatip Lisesinde Zeki Soyak Hocamız müdürken siz de öğretmendiniz. Sonra müdür yardımcılığına geçtiniz. Hocamın idarecilik yönleri ve öğrencilerle, gençlerle ilgisi nasıldı?
BEKİR BALABAN: Hocamın öğrencilerle ilgisi, öğrencilerle ilgili düşünceleri, onları her an daha da iyiye daha da güzele götürebilme çabasıydı. Hocam bu çabaya bizleri de ortak ediyordu. Hep birlikte, el birliğiyle okulumuzdaki az sayıdaki öğrenciyi gerçek doğruya yönlendirme, hayata İslam gözüyle bakabilmelerini ve o şuurla yaşamalarını sağlama çabasında idik. Çalışmalar da bu merkezde yoğunlaşıyordu. Hocam bu çalışmalarda önde rehberdi, biz de O’nun gösterdiği doğrultuda hareket eden artçılardık.
İLKADIM: Hocamda gördüğümüz bir özellik var. Bulunduğu yerde mutlaka inancına, ideallerine göre bir toplum oluşturmak ve o toplumu sevk ve idare etmek özelliğine sahip. Bu gençlik dönemlerinde de mi böyleydi efendim?
BEKİR BALABAN: Bu kişilerde kabiliyetler Allah vergisidir. Cenab-ı Hak O’na böyle bir özelliği bahşetmiştir, lütfetmiştir. Gençliğinde de aynıydı. Hocam Nevşehir’e gelmeden önce biz, Nevşehir’de birkaç arkadaşla Nevşehir Kültür Derneği diye bir dernek kurduk. Kendi çapımızda gerek öğretmen, gerek memur arkadaşlarla ilgili gerekse öğrencilerimizle ilgili iyileştirme, güzelleştirme çabasında idik. Ama Hocam geldikten sonra bu Nevşehir çapındaki çalışmaya hız verdi. Bizi daha da iyi organize ederek Türkiye çapında bir çalışmaya girişmeyi düşündüğünü, bunu bizimle görüşmek istediğini söyledi. İstişareler yaptık ve istişaremizi Nevşehir’in dışına taşıyarak Konya, Kayseri, Kırşehir, Aksaray, Ankara gibi çevremizdeki vilayetlerde de yaptık. İstişarede böyle bir çalışmaya girmenin, öğretmenler derneği adı altında birlikte olmanın, dernekleşmenin faydalı olacağı çıktı. Adını Mefkûreciler olarak yanlış hatırlamıyorsam Niğde’de koydu. Nevşehir genel merkez olmak üzere Mefkûreci Öğretmenler Derneğini, Nevşehir Kültür Derneğinin üzerine ikame eyledik. Böylece Hocam önde Mefkûreci Öğretmenler Derneği genel başkanı olarak ve bizler de arkasında her birimiz ayrı ayrı görevlerde o çalışmaya girdik.
Hepsini hatırlayamam, Türkiye’nin pek çok vilayetinde teşkilatlandık. Herhalde 68 il ve ilçe olmuştu. Kısa zamanda kuruldu, gelişti çok güzel bir çalışma oldu ve bir müddet sonra da genel merkezi Nevşehir’in çalışmalara dar gelmesinden dolayı Ankara’ya taşıdık. Bu çalışmalar Ankara’da devam etti.
İLKADIM: 1975 Haziran ayında kuruldu Mefkûreci Öğretmenler Derneği. Bu derneğin amacı neydi? O dönemlerde farklı grupların teşkilatları bulunuyordu.
BEKİR BALABAN: Türkiye’de TÖBDER, Türkiye Milliyetçi Öğretmenler Derneği gibi değişik adlarda siyasî bazı grupların etkisiyle kurulmuş dernekler vardı. Biz öğretmenleri bunları temsil edemediği kanaatindeydik. Hiçbir partinin etkisinde kalmadan çalışma yapacak, öğretmenleri hem mesleğine yönlendirerek bu konuda geliştirecek hem de ufuklarını İslamî amaç doğrultusunda açabilecek bir dernek kurmak ve öğretmenleri bu çatı altında toplama arzusundaydık. Ve bu arzuyu gerçekleştirebilmek için 1975 yılında Mefkûreci Öğretmenler Derneğini kurduk.
Hocam, bu çalışmaya girerken, bizlere ısrarlarla bunu başarabileceğimizi, bunun olabileceğini söylerken bizlerden bazıları: “Biz Nevşehir’de küçücük yerdeyiz, bu olmaz, biz bunu başaramayız. Bunu yapmak için Ankara’da, İstanbul’da olmak gerekir” diyorlardı. Ama Hocam: “Hayır biz buradayız, nerede isek ilk adımı atmamız ve oradan çıkışı yapmamız gerekir, ille de başka yerden başkalarından çıkış beklenmez” diyordu. Ve gerçekten de Nevşehir’den çıkışı yaptık, muvaffak da olundu ama 12 Eylül 1980’deki darbe gönüllü kültür teşekküllerinin hepsini kapattığı gibi Mefkûreci Öğretmenler Derneğini de kapattı. Beş yıllık ömrünü ve çalışmasını noktalamış oldu dernek.
İLKADIM: Efendim, Nevşehir Kültür Derneği Mefkûreciler varken mi kapatıldı yoksa 12 Eylül dolayısıyla mı kapatıldı?
BEKİR BALABAN: Nevşehir Kültür Derneğinin ben en son şube başkanıydım. Zaten tek şubesi vardı. Mefkûreci Öğretmenler Derneği kurulunca genel muhasip oldum. Ankara’ya genel merkez taşınınca, Nevşehir şubesi başkanı ben oldum. Nevşehir Kültür Derneği artık Mefkûreci Öğretmenler Derneğinin içerisinde aynı çalışmalarla gider oldu. İkisinin de başkanı benim olmam dolayısıyla Kültür derneğinin kapatılması düşüncesine girdik. Bazı arkadaşlar da hiç olmazsa bari levhası dursun belki lazım olur dediler. Levhası duruyor, normal olağan kongresini yapıyorduk ama 12 Eylül 1980’de ikisi birlikte kapandı. Birlikte gittiler.
İLKADIM: Bu Mefkûreci Öğretmenler Derneği zamanında Mefkûre isminde bir derginiz vardı. Bu derginin okuyucu kitlesi, sadece öğretmenler miydi?
BEKİR BALABAN: Mefkûreci Öğretmenler olarak biz sadece öğretmenleri hedeflemiyorduk. Biz, Türkiye’de yaşayan herkesi hedefliyorduk. Ama bütçemiz ve elemanlarımız sınırlı olduğu için ulaşabildiğimiz yere kadar ulaştık. Ulaşmak istediğimiz hedef Türkiye’de herkesti. Ama düşünün ki küçücük Nevşehir’de Mefkûre isimle bir dergi, gazete pozisyonunda çıkıyordu. Biz kendimiz Nevşehir’in Meteris denilen bölgesinde bir matbaada dizgisine yardım ediyorduk. Arkadaşlarla a harfi şurda, c şurda, d şurda harfleri getiriyorduk. Matbaacı tek kişi çalışıyor, orda dizdiriyor, orta bastırıyorduk. Nevşehir’de halen çıkmakta olan İlkadım’ın çıkış şeklinde de bu tür şeyler olmuştur. Siz izlemişinizdir, o zaman da biz onu o çabalarla çıkartmaya çalıştık.
İLKADIM: İlkadım biraz daha ilerlemiş vaziyette.
BEKİR BALABAN: Tabi aradan yirmi sene geçtikten sonraki bir olay o. Daktilo var, elektronik daktilolar var, bilgisayarlar var. İlkadım çok şanslı bir dönemde çıktı. Bizim zamanımızda her şey elleydi. Harfleri de bir bir arardınız. A’yı koyuyorsun C lazım, C’yi koyuyorsun Z lazım, bir de harfleri getirip diziyorsun. Adam da tek kişi, biz de hevesliyiz, yaşımız gençti. O zaman biz koşturuyorduk, harfleri buluyorduk, getiriyorduk. Yani böyle bir çabaydı o zamanki ama zevkliydi. Elle dikilen fidanın meyvesinin görülmesi gibi hep onu bekliyorduk. Fidanın meyvesi de kısa zamanda görülecek gibiydi ama işte 12 Eylül bu türlü çalışmaları bitirdi.
Kültürel faaliyetlerimiz sadece dergiyle sınırlı değildi. Biz o zaman senede iki üç defa Nevşehir halkına piyes sunuyorduk. İstanbul’da çalışmalar yapan o günkü Abdullah Kars piyes grubu, Hasan Nail Canat’ın grubu gibi grupları getiriyorduk. Bir veya iki tane de okulumuzda öğrencilerle birlikte baş başa vererek kendimiz hazırlıyorduk. Sahnesini, dekorlarını, elbiseleri kendimiz yapıyoruz. Çocukların tam olarak kendilerini vermeleri neticesinde piyese de çıkıyorduk. Her biri sanki amatör değil de profesyonel sanatçı gibi oynuyorlardı. Halkımız Nevşehir’in Büyük sinemasını ki, o zaman tek sinemaydı, hınca hınç dolduruyordu ve birkaç seans yapıyorduk. Üç gün, dört gün oynadığımız oluyordu. Gerçekten halkımız memnundu, bu piyesi ortaya koyan öğrencilerimiz memnundu, biz de memnunduk. Güzel çalışmalar oluyordu.
İLKADIM: Allah razı olsun, şimdi de bu Mefkûreci Öğretmenler Derneği gibi öğretmen arkadaşlarımızın birlikte çalıştıkları bir derneğe ihtiyaç duyuluyor mu? Farklı vakıflar, dernekler var bunlar Mefkûre idealine uygun çalışmalar yapabiliyor mu?
BEKİR BALABAN: Günümüzde de öğretmenleri bir araya getiren çalışmalarda ben az çok bulundum, bulunuyorum da. 1990’da Kayseri’de Öğretmenler Vakfının kurulmasına, yerinin bulunup düzenlenmesine ve çalışmalara başlamasına arkadaşlarla birlikte vesile olduk. Allah lütfetti bize. Hemen ardından öğretmenlere sendika hakkı verildikten sonra sendikanın kurulmasında da az çok gayretimiz oldu. Allah razı olsun pek çok kardeşle bu işe de vesile olduk. Ve uzun müddet yürüttük. Şimdi kardeşler, gençler ele aldılar, daha güzel, daha iyi şekilde daha çok toplulukla yürütüyorlar ama o günkü Mefkûreci Öğretmenler Derneğindeki iştiyak, arzu, o günkü şevk yok. Niye yok, çünkü insanlar sayı çoğaldıkça veya yer genişledikçe birbirlerinden kopuk oluyorlar. Sendikalarda maddî yön ağır bastığı için öğretmenlerin daha ziyade ekonomik yönden, sosyal yönden yapılanmalarına ağırlık verildiği için eski şevki ben buralarda bulamadım. Yine de gidiyorum, takip ediyorum arkadaşlarımla buluşuyor, görüşüyor ne yaptıklarını izliyor, gözlüyorum. Daha derli toplu, bir arada tutan kültürel faaliyetlere yönlendiren, halkla, öğrenciyle iç içe olabilecek bir derneğe yine ihtiyacımız var diye düşünüyorum.
İLKADIM: Hocam Mefkûreci Öğretmenler Derneği zamanında hafızalarınızda kalan Zeki hocamla ilgili veya çalışmalarınızla ilgili anılarınız var mı?
BEKİR BALABAN: Hocamla ilgili pek çok anım var. Çünkü hep birlikteydik. Hocamla okulda gece saat 12’lere 01’lere kadar, okul için, öğretmenler için neler yapabileceğimizi görüşür, konuşurduk. Ayrıca haftalık öğretmen arkadaşlarla toplanıp bu konuları görüşürdük. Bizim meselelerimiz hep öğretmen ve okul idi. Ne yapabiliriz, ne edebiliriz nasıl daha iyiye, daha güzele götürebiliriz idi.
Mefkûreci öğretmenlerle ilgili, Hocamla bir hatıramı size anlatayım. Hocamla ikimiz 1978 Ağustos ayının ilk haftasında Nevşehir’de maaş nakil ilmühaberlerini aldık. “Görülen lüzum üzere” ben Adıyaman Ortaokuluna, Hocam da Gaziantep Cumhuriyet Ortaokuluna öğretmen olarak tayin edilmiştik. Yola çıkarken Hocam dedi ki; “Biz direkt oralara gitmeyelim, yolumuz üzerindeki Mefkûreci Öğretmenler Derneklerini ziyaret ederek, arkadaşlar ne yapıyor bakalım ve onların eksiklerini giderelim, yol gösterelim, yön gösterelim, dolaşalım.”
Hem Ağustos hem Ramazan ayıydı. Hocamla Nevşehir’den Kayseri’ye geldik. Kayseri’deki arkadaşlarla bir toplantı yaptık. Buradan Niğde’ye gittik. Niğde’deki arkadaşlarla gerekli çalışmalar yapıldıktan sonra akşam ezan vaktinde Mersin’e gittik. Mersin’deki Mefkûreci öğretmen arkadaşları o an iftar vakti olduğu için bulamadık. O gün bugünkü gibi cep telefonuyla herkesi her yerde bulamazdınız. Her evde telefon bulunmazdı. Bir yerde iftar edelim dedik, iftar edecek lokanta bulamadık. Hocamla deniz kenarında üçer tane haşlanmış mısır bulduk birer de cam şişelerde şişe suyu. Mısırların birer tanesiyle iftar ettik, suyu içtik. Otelde yerimizi ayırttırdık ve yattık. Gece, kalan mısırla da sahur yaptık, birer şişe de suyumuzu içtik. Arkadaşları aradık bulamadık, hepsi şehir dışındaymış. Sabahleyin Adana’ya geçtik. Adana’daki arkadaşlarla görüştük, çalışmalarımızı yaptık. Oradan sonra Kahramanmaraş’a mı gidelim Antep’e mi gidelim derken Antep’e gitmeye karar verdik. Antep’e geldik, kimseyi bulmadan Cumhuriyet ortaokulunun adresini sorduk. Belediye otobüsüyle gittik. Hocam göreve başladı bize iyi(!) bir karşılama yaptılar. Diyorlardı ki “Hocam sizi buraya müdür yapalım. Burada iki üç ayda bir müdür harcıyoruz.” Yani müdürler burada öldürülüyor demek istediler.
Oradan şehre geldik, arkadaşları bulduk. Orada da Mefkûrecilerle ilgili bir çalışma yaptık. O yaz günlerinde Adana’nın, Mersin’in Antep’in sıcağı arasında Urfa’nın Birecik ilçesine vardık. İftar vakti oldu. Hocamla Birecik’te bir lokantada yemek yiyelim dedik. Fakat dilimiz damağımız kurudu, nefes alamaz duruma geldik. Meyan şurubu içelim dedikki, benim hayatta unutmadığım içecek türlerinden birisidir. İstedik, getirdiler. Naylon poşetin içinde buzlu, sürahilere döktüler, ezan Allahu ekber der demez biz de Bismillah dedik, meyan şurubu içtik. Ondan sonra yemekler bize baktı biz de onlara. Birer lokma aldık, elhamdülillah dedik kalktık. Hocamla bu anımı hiç unutamam. O kadar değişik zamanlarda oruçlar tuttum ama en güzelinin, zevkli, şevkli orucun o olduğu kanaatindeyim. Otobüs de Urfa’ya gidiyordu orada mola vermişti. Urfa’ya gittik. Urfa’da geceden sabah namazına kadar arkadaşlarla neler yapabiliriz, konuştuk, görüştük. Urfa’dan Adıyaman’a geçtik, Adıyaman’dan Malatya’ya, Elazığ’a yani o çevrelerdeki tüm kardeşlerimizi ziyaret ederek, çalışmaların nasıl gittiğini görerek kontrol ederek ve derneğin daha iyi daha güzel çalışmasını temin çabasıyla günümüz geçti. Bu arada da görevimize ben Adıyaman’da, o Antep’te başlamış oldu.
İLKADIM: Gezilerinde dahi muhterem Hocamız, hizmeti ön planlara çıkartıyor. Oralardaki kardeşlerimiz ne yapıyorlar, çalışmaları nasıl, bizim onlara destek veya yardımcı olabileceğimiz herhangi bir konu var mı? Bunları düşünerek yola çıkılıyor. Bu da şunu gösteriyor ki teşkilatçılık yönü her zaman ön plandadır. Hayatı kolektif çalışmalarla geçiyor, kurumlaşmalara önem veriyor Mesela kültür derneğinin kapatılmasına razı olunmuyor. Vakıflar kuruyorlar, vakıf çalışmaları, dergi çalışmaları, gazete çalışmaları, radyo çalışmaları yapıyor. Bu kurumlar etrafında güzel bir oluşum meydana getirmeye çalışıyor. Hocamız, sizin de bulunduğunuz kurumlarda nelere dikkat ederdi?
BEKİR BALABAN: Şimdi Hocamın bulunduğu yerlerde ilk yaptığı iş eğer orda bir araya gelinmiyor ise insanları bir araya getirme çabasıydı. Dağınıklık, başıboşluk, bir şey yapmama durumu bir araya gelmeyi ve bir şeyler yapabilme arzusunu ortaya çıkarıyordu. Hocam Nevşehir’e gelmeden önce Kayseri İmam Hatip Mezunları Derneğinin kuruluşunda bulunmuştu. Nevşehir’e geldiğinde Kültür Derneğini hazır buldu. Ona sevindi, o çalışmalara hemen iştirak etti ama arkasından Kültür Derneğinin dar bir çevrede olması Mefkûreci Öğretmenleri hedeflemesine sebep oldu. Hemen onun ardından ilk mezunlarını veren Nevşehir İmam Hatip Lisesinin mezunlarını bir araya getirdi. Çalışmalarını, dernek kurmalarını, birlikte olmalarını, Nevşehir’de İmam Hatip Mezunlarının kendi hak ve hukuklarını korumalarını, kendilerini Nevşehir’de tanıtmalarını istedi. Ben de içlerinde bulundum. Onlara İmam Hatip Lisesi Nevşehir Mezunları derneğini kurdurdu.
Hocam geldikten sonra Milli Türk Talebe Birliği adıyla Türkiye’de yapılanan öğrenci derneğinin Nevşehir’de olmadığını gördü. Nevşehir’de de kurulmasına vesile oldu. Diğer kardeşlerimizle vardı ama önder yine hocamdı. Yerinin bulunmasına yardımcı oldu. Akıncılar Derneğinin Nevşehir şubesinin yerinin bulunmasında, açılmasında, programlarının yapılmasında, çalışmalarının düzenli yürütülmesinde de hocamın büyük rolü olmuştur. Hocam her vardığı yerde dağınıklığı gideren ve insanları, öğrencileri bir araya, öğretmenleri bir araya, esnafı, akıncılarda olduğu gibi grupları bir araya toplayarak birlikte olmayı, cemaat olmayı cemaatleşmeyi ve birlikte çalışmayı öngörüyordu ki gerçekten bu yönü hocamın takdire şayandır. Ayrıca en önemli husus, Hocam bu çalışmalarda ne yapılacağını istişare neticesi planlayıp, programlayıp ortaya koyduktan sonra bir bir takip ederdi.
İLKADIM: Yani kendi kafasına göre hareket etmeyip, istişareli hareket etmek Hocamın vazgeçilmez özelliklerinden birisi.
BEKİR BALABAN: Bu, müslümanın vazgeçilmez özelliklerinden biridir. Müslüman işini istişare ile yürütür. Hocam da bu özelliği kendisine ölçü olarak kabul etmişti. Hangi çalışmalar yapılacaksa önce istişare edilir, tartışılır, karşı gelenler olur, ikna olunanlar olur, çalışma yanlışsa vazgeçilir daha iyisi, daha güzeli seçilir, istişare neticesinde çıkan karara hep birlikte elbirliğiyle yüklenilir, çalışma yapılırdı. Bu arada da Hocam kimlere hangi görev verildiyse onları bilir, bir bir takip ederdi. Zannedilmesin ki, kişi almış görevi de ihmal edecek. Hocam hiç ihmal ettirmezdi. Hemen zamanı geldi mi şu iş ne oldu diye sorardı.
İLKADIM: Efendim, Zeki Hocamızın kolektif çalışmalarda, vermiş olduğu, yapılması gerekli olan işleri, hizmetleri takip yöntemleri nelerdi?
BEKİR BALABAN: Hocamın kolektif çalışmaya büyük önem verdiği malum. Bu çalışmalarında en çok dikkati çeken yönü istişaresi, istişaresiz iş yapmaz; ikincisi planlaması, üçüncüsü görevlendirmesi ve görevleri bir bir takip etmesi. İstişare, planlama, planlanan işi görevlendirme ki, bu görevlendirmelerde de kardeşlerin her birinin kabiliyetlerini önceden tespit ettiği için kimler hangi işi daha güzel yaparsa ona verir ve hemen ardından da zamanı ve zemini geldiğinde tek tek herkese işi sorar takip ederdi.
Bugünkü gibi cep telefonu yoktu. Arkadaşlarla bizzat hocam gider, çağırır buluşur ve soruyu öylece sorardı. O zaman en yakın bir kardeşe bile ulaşmak bayağı zaman alırdı. Şimdi teknoloji zamanı da genişletti. Hemen buradan İstanbul’daki kardeşimize bile şu iş oldu mu diye soruveriyoruz. Ama o gün Nevşehir’in içinde İmam Hatip Lisesinde veya çarşıda soracağımız bir kişiyi bulmak için yarım saatimiz, bir saatimiz geçerdi. Ama ona rağmen hocam tüm kardeşleri bir bir arar bulur, işi takip eder, sorar ve işin yapılmasını sağlardı.
İLKADIM: Hatta hizmetlerde bulunmada tembellik yapan arkadaşlara da neden gelinmedi diye gidip kendisine sorduğunu da anlatmıştı Seyfi Ali hocam.
BEKİR BALABAN: İşte takip de bu olurdu. Niye gelinmedi, sen filan gün niye bulunmadın, meselen mi vardı. Bunu tenkit etme anlamında, ceza anlamında değil de, sanki geçmiş olsun, bir şey mi vardı, hayrola bir meşguliyetiniz mi çıktı, bizim haberimiz olmayan bir olay mı oldu da gelemediniz, gibi arkadaşı onore ederek yapardı. Mutlaka yapılmasını sağlardı. Bu arada birlikte çalışan kardeşlerin dinlenmelerini temin için de sosyal etkinlik olarak bilhassa yaz aylarında seyahatler, piknikler düzenlerdi. Sadece işte yormazdı.
İLKADIM: Âlim ziyaretlerine de önem verirler miydi?
BEKİR BALABAN: Hocamla Nevşehir çevresinde kimler varsa hemen hemen hepsini ziyaret etmişizdir. Hocamız Yahyalı’da, Develi’de, Kozaklı’da ve Kayseri’de hocalarımızı, çevrenin büyük âlim insanlarını, arif insanlarını tespit eder, bizi alır “haydi filan yere gidiyoruz” derdi. O zaman Allah razı olsun pek çok işimize koşturan Kozlucalı Mehmet Uz kardeşimiz vardı. Hep onun arabasıyla biner bir yere giderdik. Diğer kardeşlerimizin hiçbirinin arabası yoktu. Pikniklere, gezilere giderken üstü açık kamyonlara doluşur giderdik. Uzak gezilere de sadece Kozlucalı kardeşin renosuyla, bazen arka tarafını da doldurarak, Develi’ye, Yahyalı’ya, Kozaklı’ya, Bayramuşağına, Kırşehir’e ve Kayseri’deki eski hocamı ve benim hocalarımız olan büyüklerimize sık sık gider ziyaret ederdik.
İLKADIM: Yani sosyal yöne çok önem veriyordu.
BEKİR BALABAN: Tabi onların öğütlerini direktiflerini dualarını alırdık ki Hocam buna çok önem verirdi. Aynı zamanda Hocamın bir özelliği de kendi dönemindeki sınıf arkadaşlarını sık sık bir araya getirmeye çalışırdı. Bir araya getirir, buluştururdu. Kayseri’ye her geldiğinde de onları “gelin bakayım, şuraya bir toplanalım, neler yapıyorsunuz, sizin çoluk çocuğunuz ne yaptı, nasılsınız?” gibi sohbetlerle onore ederdi. Hocamın bu yönü de dikkate değerdi.
İLKADIM: Hocam öğrencilerini yetiştirmek için tatbikat derslerinde köylere götürürdü. Ben o dönemlerde alt sınıflarda olduğum için ağabeylere imrenerek bakardım. Bu ağabeylerimiz güzelce yetiştiler, hocalarımız gibi oldular inşallah biz de onlar gibi olacağız. Kürsülere çıkacağız, vaazlar edeceğiz, hutbeler okuyacağız diye. Hocamın bu yönü de halk üzerinde tesirli oluyordu. İmam Hatibin müdürü bu şekilde öğrencilerini yetiştiriyor diye.
BEKİR BALABAN: Allah razı olsun Hocamın okuluna da epey emeği geçmiştir. İmam Hatiplerin hemen hepsinde bu durum gözlenmiştir. Zaman zaman bazı İmam Hatiplerde idarecilerin o konudaki eksilerinden dolayı okullar halka açılamamışsa da birçok imam hatip halka açılmıştır. Nevşehir İmam Hatip Lisesinde ilk yıllarda topluca Cuma namazlarına birlikte gitme gibi faaliyet yapardı. Çocukların sınıfları ilerleyince de hitabet derslerinde ve hitabet kolunda yapılan çalışmaları halka ulaştırmak için okulun minibüs imkânından da faydalanılarak çevre köylere, çevre ilçelere gidildi. Cuma namazları, vaazlar ve müezzinlikler oralarda yapıldı. Bazen mevlit okunan köyler olmuş, mevlide iştirak edilmiş ve böylece çocukların küçük yaşta pırıl pırıl gözlerle halkla buluşmaları, halka hitap etmeleri ve açılmaları sağlanmıştır ki, hocam çok dikkat ederdi bu hususa. Önce okulun mescidinde tatbikat yaptırır, okulun yanındaki camide tatbikat yaptırır ondan sonra halka açık yerlere uzaklara götürürdü. Bu, gerçekten sosyal yönden çocuklarımızın gelişmesinde çok faydalı olmuştur.
İLKADIM: Allah razı olsun. İnşallah ideallerini gençler sürdürecektir, sürdüreceğiz, hedefimiz bu olacaktır.
BEKİR BALABAN: Bunlar tarlaya tohum ekme gibidir. Ekilmiştir, rutubetini almış, güneşini almış, tohumlar patlamış, her biri fide vermiş, boy pos vermeye başlamıştır. İnşallah artık dallar meyveye dönerler diye düşünüyoruz ki bu meyveleri görürüz. Cenab-ı Hak bu meyvelerden dolayı razı olursa bizim kârımız da o rıza olacaktır diye düşünüyorum. Bu rızada inşallah en çok pay da Hocamın olacak. Zeki Soyak Hocam bu konuda çok emek vermiştir.
İLKADIM: Necip Fazıl’ın ne güzel şiiri vardır hocam;
Tohum saç, bitmezse toprak utansın
Hedefe varmayan mızrak utansın
Hey gidi küheylan koşmana bak sen
Çatlarsan doğuran kısrak utansın.
Ustada kalırsa bu öksüz yapı
Onu sürdürmeyen çırak utansın.
İnşallah Rabbim utandırmasın.
BEKİR BALABAN: İnşallah, bizler utanmayız. Çünkü ektiğimiz tohumlar bugün dal verdi meyveye döndü. Meyveler, turunç yerine güzel rayihalı ve tatlı sulu meyveler olursa bizler memnun olacağız. Eğer kokusu iyi de acı meyvelere rastlarsak bu bizi üzer. Turunç gibi olursa ne kadar güzel de koksa tadının acı olması bizleri üzer, Allah ondan esirgesin, korusun diyoruz. Hepsi hurma gibi olsun, tatlı olsun, yendiğinde doyursun. Tadı da güzel olsun, hepsi güzel olsun istiyoruz.
İLKADIM: Allah razı olsun efendim.
BEKİR BALABAN: Allah sizlerden de razı olsun. Bu tür çalışmalarınızda muvaffak kılsın.