Batı Sopasının İki Ucu: Marjinallik & Silikleşme

Batı Sopasının İki Ucu: Marjinallik & Silikleşme

Hıristiyanlar kendilerine din adına ağır görevler yüklemiş ve yerine getirememişlerdir. En sonunda din kurallarını içtimai hayattan tamamen çıkararak seküler devletleri oluşturdular. Peki din ne oldu? “Allah’la kul arasındadır.” sözüne dönüştü.

Göz göre göre hala dinlerini değiştirmekteler ve bunu da sistemleştirmiş vaziyetteler. Bu konuda epey profesyonelleşmiş durumdalar(!). Şöyle ki: Katolikler öyle inanırlar ki papa görevini yürütürken;

1- Ruhü’l Kuds’ün ilhamı altındadır. (Bu yüzden);

2- Lâ yuhti/ yanlış yapamayan,

3- Lâ yüs’el/ eleştirilemeyen durumundadır.

Bu yönüyle kilisedeki ruhbanlara bir başkan konumundadır. Bu başkanlık sisteminde en üst derecedeki ruhbanlar olan kardinal ve piskoposlardan oluşan bir konsül mevcuttur. Konsüldeyken kendilerini yönetenin Ruhü’l Kuds olduğuna inanırlar ve hatalı bir kararın çıkmayacağını düşünürler. Bugüne kadar Katolikler açısından 21 ökümenik konsül toplanmış ve papanın hatasız olacağı 1870 yılındaki I. Vatikan Konsülü’nde parmak hesabıyla karara bağlanarak iman umdesi mertebesine yükseltilmiştir. Yani aksini iddia edenler kâfir(!) olacaktır.

Bu konsüller ortalama yüz yılda bir toplanır. Ancak papaya Ruhü’l Kuds’ten bir ilham(!) gelmesi için yüzyıl beklenmesi gerekmez. Papa tek başına da önemli kararlar verebilir. Nitekim papa XII. Pius (1876-1958), Hz. Meryem’in etiyle kemiğiyle göğe çekildiğini kabul etmeyi Katoliklerin yeni bir iman umdesi haline getirmiştir.  Yine mevcut İnciller de böyle bir konsülde karara bağlanarak çokları arasından seçilip kutsanmıştır.

İslam Neden Düşman?

Katolikler ile Müslümanlar arasında sürekli bir mücadele olagelmiştir. Bu mücadele bize göre hak-batıl mücadelesi iken Katolikler açısından bazı zamanlar nüfuz, çoğu zaman ekonomik, az zaman da dinî olarak görülmüştür. Neden İslam’la mücadelelerini sürdürmekteler?

Bunu, dünyayı semiz bir sömürge olarak gören İngiltere’nin sömürge bakanı William Ewart Gladstone avam kamarasında yaptığı konuşmasında şöyle dile getirmiştir: “Bizler, Kur’an’ı ortadan kaldırmadıkça Müslümanlara kesin bir hâkimiyet kuramayacağız. Ancak Kur’an’ı yok etmek mümkün değildir. Öyleyse biz de Müslümanları ondan uzaklaştırırız.”

Batı ve İslam, biri diğerini tehdit eden iki kavrayış ve açıklayış biçimi, evrenin düzeni hakkında iki zıt yaklaşım olarak canlılıklarını sürdürmekte iken yeryüzündeki diğer bütün yorumlayışlar ölü kültürler haline geldiler. Bu gerçeğe binaen ölülere tazimde bulunan Batı, İslam’ı ölümcül ve korkutucu bulurken Budizm, Hinduizm gibi dinleri sevimli bulmaktadır.

“Dinler arası diyalog” ile ilgili olarak papa II. Jean Paul zamanında Vatikan’da apayrı bir bürokrasi tesis edilmiş ve bu işe milyonlarca dolarlık bir bütçe ayrılmıştır. Diyaloğun inisiyatifi tamamen Hıristiyanların elindedir. “Dinler arası diyalog” ile ilgili toplantılar, toplantıların gündemi ve süresi, davetliler büyük ölçüde hep Hıristiyanlar tarafından tespit edilmektedir.

Bu konu geçtiğimiz yıllarda katıldığım Haliç Forumları’ndan birinde  Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’e de soruldu. Kendisi şunları söyledi; “O masaya oturduğunuzda kesinlikle iki taraf eşit değil. Hıristiyanların belirlediği şekilde devam eden görüşmeler bunlar. İngiltere’ye yaptığım bir ziyaretim sırasında diyalog salonlarından birisine girdim. Bir masanın etrafında gençler oturmuşlar. Neler yaptıklarını sordum. Müslüman, Hıristiyan, Budist vs. varmış ve burada herkesin kendi dinlerinden bahsediyorlarmış. Ancak hiç ihtilafa girmeden, yalnızca ortak yönleri üzerinde duruyorlarmış.

Eğer bu görüşmeler ‘tevhid’ ile ‘teslis’in mutabakatı halinde ise bu kabul edilemez. Orada şunu söylersin; İslam’da tevhid vardır. Kabul ederseniz buyurun gelin ama kabul etmezseniz bu durumda denecek şey; Leküm dinûküm veliye dîn’dir.”

Batı Değneğinin İki Ucu:

1- Radikalizm ve Marjinallik

İslam’daki hak mezheplerde ameller ef‘âl-i mükellefîn denilen kategoriler içerisinde ele alınır. Bazı gruplarsa amellere Bid‘at, Şirk, Küfür zaviyesinden bakıyorlar. Bu haldeki grup ve cemaatler topluma sağlıklı bakabilme yetilerini kaybederler. Çünkü ehl-i bid‘at, ehl-i şirk, ehl-i küfür vs. fıkhı bambaşkadır.
Bu gruplar medya sayesinde topluma önce ‘radikal’ olarak aktarılıyorlar. Ardından yalnızlığa itilip toplumdan ayrıştıkça ayrışıyor ve nihayet istenmeyen ilan ediliyorlar. Sonuçta Batı tarafından terör yaftası yiyerek yok ediliyorlar. Fikirleri de cemiyet arasında marjinal bir halde ileride açılacak sandıklara kaldırılıyor. Böylece bir bütün olan Müslümanlar zamanla parçalanıp yok ediliyor.

2- Ilımlılık ve Asimilasyon/ Silikleşme

Karakter bakımından İslam ile yoğrulmayan kişiler dinini korumak adına gerekli cesareti gösteremez ve bastırıldıkları her işten taviz vermeye başlarlar. Bu durum, taviz tavizi doğurur kuralı gereğince adeta bir girdaba dönüşür ve din anlamında elimizdeki her şeyi alıp götürür. 28 Şubat’ta başörtüsü mücadelesinde kırılan direniş, askerlikte namazları terk etmek,  içki içmediği için fark edileceği ortamlarda içki

içmek gibi.
Tedbirciliğimiz bizi silikleştiriyorsa, tevekkülümüz tezellüle sürüklüyorsa, takiyyemiz bizi tanınmaz hale getiriyorsa gerçekten biz kimiz?  Batı’nın bize dayattığı seçenekleri yaşamaya mecbur değiliz! Vasat ümmet olarak yolumuza devam edeceğiz.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.