Başyazı / Hicret

Müslümanlardan bir kısmının 615 yılında Habeşistan’a yerleşerek dinlerini rahatça yaşama imkânına kavuşmaları müşrikleri oldukça rahatsız ediyordu. Gelecekleri açısından tehdit olarak algıladıkları bu durum, onları Müslümanlara daha fazla eziyet etmeye sevk ediyordu. Hz. Peygamber ise 620 senesinde Kureyş’e karşı kendisini daima himaye eden amcası Ebu Talib’i ve dini tebliğ ile görevlendirildiği günden beri bir an olsun desteğini esirgemeyen sevgili eşi Hatice’yi kaybetmenin hüznü içindeydi. Allah Rasulü amcasının vefatının ardından tebliğ görevini Mekke dışında sürdürebilmek niyetiyle Taif’e gitmiş; fakat Kureyş’le olan iyi ilişkilerini bozmak istemeyen Taiflilerden destek bulamadığı için oradan eli boş dönmüştü.
Yaşadığı tüm sıkıntılara rağmen Efendimiz, Mekke dışından gelen insanlarla görüşmeyi ve onlara İslam’ı anlatmayı ihmal etmiyordu. Peygamberliğinin 11. Yılında hac mevsiminde Akabe denilen yerde Yesrib’li altı kişi ile karşılaşmış ve onlara İslam’ı tebliğ etmiş; onlar da kabul etmişlerdi. Bunlardan beşi ertesi sene hac mevsiminde yedi kişi ile beraber tekrar geldiler ve Allah’a ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocukları öldürmemek, iftira etmemek, hiçbir maruf işte isyan etmemek üzere söz vererek birinci Akabe Biati’ni gerçekleştirdiler. Bunun üzerine Kutlu Peygamber, Habeşistan’dan yeni dönen Musab b. Umeyr’i Yesriblilere Kur’an öğretmesi ve insanları İslam’a davet etmesi için onlarla birlikte gönderdi. O’nun gayretiyle neredeyse Medine’de içinde Müslüman bulunmayan tek ensar evi kalmamıştı.
Musab ertesi yıl yetmiş üç erkek ve iki kadından oluşan bir grupla tekrar Mekke’ye geldi. Yine Akabe mevkiinde Hz. Peygamberle gizlice buluştular. Karşılıklı konuşmalar neticesinde Yesribliler her ne pahasına olursa olsun Hz. Peygamberi (sav) tıpkı hanımlarını ve çocuklarını korudukları gibi koruyacaklarına dair söz verdiler. Bu sözden sonra Efendimiz (sav) “Allah (cc),size kardeşler ve emniyette olacağınız bir yurt nasip etti.” Buyurarak Mekkeli Müslümanlara Medine’ye hicret etmelerini emretti.
Gerek Akabe Biatleri gerekse Medine’ye hicret, gizlilik içinde gerçekleştirilmişti. Yalnızca Ömer B.Hattab gidişini gizlememişti. Müminler akın akın hicret ediyorlardı. Mekke’de Hz Peygamber, Hz. Ebubekir, Hz. Ali ile hapsedilen, hasta ya da hicret edemeyecek durumda olanlardan başka kimse kalmamıştı. Müşrikler ise Rasulullah’ın da Medine ‘ye gitmesinden ve tüm gidenlerin kendileriyle savaşmak üzere orada bir araya gelmesinden korkuyorlardı. Vakit kaybetmeden bu meseleyi aralarında görüşmek için Darunnedve’de toplandılar. Tartışmalar sonunda Ebu Cehil’in önerisi üzerine, her kabileden seçilecek güçlü ve soylu gençler tarafından Allah Rasulü ’nün öldürülmesine karar verdiler. Böylece Peygamber’in kabilesi bu gençlerin mensup olduğu kabilelerin hiç birinden hesap sormaya cesaret edemeyecek ve diyete razı olacaktı. Müşriklerin bu hain planından Kur’an da şöyle bahsedilmiştir: “Hani kâfirler seni tutuklamak veya öldürmek ya da (Mekke’den) çıkarmak için tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kurarken Allah’ta tuzak kuruyordu. Allah tuzak kuranların (tuzaklarına karşılık verenlerin) en hayırlısıdır.”(Enfal-30) Allah Rasulü müşriklerin planından haberdar olduğunda Hz. Ebubekir’in evine gitti. Çünkü Allah Teâlâ’dan beklediği hicret izni , “Ve şöyle niyaz et; Rabbim gireceğim yere beni güven içerisinde koy; çıkacağım yerden de beni güven içerisinde çıkar. Katından bana yardımcı bir kuvvet ver.” (İsra-80) Ayetinin nazil olmasıyla verilmişti. Hz. Ebubekir’e kendisine Allah (cc) tarafından hicret izninin verildiğini söyledi. Hz. Ebubekir bu habere çok sevindi.
Allah Rasulü’ nün gönlüne doğup büyüdüğü, ilk tebliğini yapmış olduğu yerden, Allah’ın evi Kâbe’den ayrılmanın hüznü düşmüştü. Sevgili Elçi’sinin özlemini ve hüznünü bilen Rabbi bunun üzerine ona “dönülecek yere” yani Mekke’ye tekrar döneceğini müjdeledi.
Peygamberin yola çıktığını haber alan Medineli Müslümanlar, her gün Harre denilen yere sabahleyin güneş doğmadan gelerek sıcak bastırıncaya kadar ufku gözetliyorlardı. Nihayet kafileyi gören bir Yahudi’nin “Ey Araplar! İşte beklemekte olduğunuz önderiniz!” diye haykırışıyla Medineli Müslümanlar büyük bir sevince boğuldular. Nitekim Enes b.Malik, o günkü sevincini şöyle ifade etmekteydi; “Ben, Rasulullah’ın Medine’ye girdiği günden daha güzel ve daha parlak bir gün görmedim.”
Hicret bu kutlu göçün adıydı. Hicret, Rabbi uğruna kişinin vatanını terk etmesinin adıydı. Vatanında dinini yaşayabilmek için her türlü eziyete katlanmasına rağmen davetini sürdürme imkânı kalmadığında, Allah Rasulü ‘nün yeni imkânlar aramasının adıydı. Hicret, Allah ve O’nun sevgili peygamberi içindi. Bu göç, gerek hicret eden gerekse de onlara kucak açanlar için samimiyetin, sadakatin ve imanın bir göstergesiydi. Zira Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: ‘’İman edip de Allah yolunda hicret ve cihad edenler; (muhacirleri) barındıran ve yardım edenler var ya, işte gerçek müminler onlardır. Onlar için mağfiret ve bol rızık vardır.” (Enfal-74) Müminlerden razı olan Cenabı Hak ise kendi yolunda yapılacak olan bu fedakârlığın karşılığını şöyle müjdelemekteydi: “Allah yolunda hicret eden kimse, yeryüzünde gidecek birçok yer ve bolluk bulur. Kim Allah ve Rasulü uğrunda evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse artık onun mükâfatı Allah’a düşer. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Nisa-100)
Hicretle İslam, hem bireysel hem de toplumsal anlamda serbestliğe kavuşmuştur. Hicret sayesinde Hz. Peygamber bir devlet kurmuş, orada siyasi, askeri ve ekonomik bir güç olarak hâkimiyet sağlamıştır. Yine hicret vasıtasıyla İslam diğer toplumlara ulaşmış ve onların karanlıklardan aydınlığa çıkmasına vesile olmuştur. İşte müminlerin imanlarıyla imtihan edildiği bu göç İslam’ın insanlığa ulaşmasına vesile olan en önemli olaydır.
Kaynak: Hadislerle İslam