BAŞYAZI-Allah’tan Geldik

Hayat da ölüm de bir imtihandır. Hayatı ve ölümü yaradanın kitabından okuyanların hayatı da mematı da huzurlu olur. Mümin, ölümün ve hayatın niçin yaratıldığının bilincinde olmalıdır. Hayat da ölüm de Allah için olunca bir kıymeti ve değeri vardır. Yaradılış gayesine uygun hayat, Allah için olan hayattır. Bu hayat kişiyi Allah yanında en kıymetli, en kerim yapmaktadır. Peki, ölüm nasıl güzel ve kıymetli olur? Hayat Allah için yaşanabilirse neticesi de şehadet ve ölümsüzlüktür. Bundan güzel bir dönüş olur mu? Bir de kötü ölümsüzlük vardır ki o da cehenneme götürür. Bundan kötü bir ölüm olur mu? Allah’ın peygamberi bile “canımı Müslüman olarak al” diye dua etmiştir.
“De ki! Benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi Allah içindir.” (Enam, 162)
“O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” (Mülk, 2)
Aklını vahye tabi kılamayanların bela ve musibetler karşısında her zaman ayarı bozulmuştur. Kafalardaki fay hatları kırılır da ne dediğini bilmez hale gelir. Yalan ve iftirada sınır tanımaz. Hayat kadar ölüm de gerçektir. Belki de ölüm hayattan daha gerçektir çünkü esas hayata açılan kapıdır. Hayatın sigortası yok, bir gün bir yerde son bulacak. Fakat ölümün sigortası vardır, o sonsuz hayata açılan kapıdır. Dünya hayatı meşakkat, ahiret hayatı ise mukarrabin için rahatlık, güzel rızık, naim cennetidir. Kötüler için cehennem ne kötü bir yerdir.
“Allah dostlarına hiçbir korku yoktur.” (Yunus, 62)
Genç nesillere hayat ve ölüm gerçeği çok iyi anlatılmalı, gençler bu bilinçle yetiştirilmeli, bela ve musibetler karşısında dayanma gücü kazandırılmalıdır. Yoksa karadaki çatlaklardan daha çok kafalarda çatlaklar oluşur ki buralardan da kafalara küfür, şirk, isyan sızar. Kara depremleri candan ederken, kafa depremleri insanları dinden eder. Bela ve musibetler kâfirlerin küfrünü artırırken müminlerin imanını artırır. Ne mutlu ölümsüzlüğü tadanlara.
Kahramanmaraş’ın güzel evladı ne güzel söylemiş;
“Ölüm bize ne uzak, bize ne yakın ölüm. Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm” Erdem Bayazıt
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz ölüm döşeğinde iken üzgün haldeki kızı Fatıma’ya “Ailemden bana ilk kavuşacak sensin” deyince mübarek annemizin yüzünde güller açmıştır. Ölümsüzlüğü tadabilenler için ölüm, düğün-bayramdır. Hayatı nasıl yaşıyoruz? Hayattan beklentimiz ne? Dünya hayatı bizi tatmin ediyor mu? Bize tavsiye edilen hayat tarzı nedir?
Hayatı nasıl yaşamalı?
İnsan iki hayata mahkûmdur. İki hayattan hangisine öncelik vereceği kendi elindedir. Müslüman arzu ve isteklerine dünya ve ahiret dengesini gözeterek yön vermelidir. Sahip olduğu ve olacağı her şeyin de Allah’ın lütfu olduğunu asla unutmamalıdır. Bu, dünya hayatı için çalışılmaması ve nimetlerden yoksun kalmak gibi anlaşılmamalıdır. Dünyaya olan meylin dizginlenmemesi halinde ebedi hayatın göz ardı edileceği uyarısıdır. Dünya hayatı ile tatmin olduğunu zannedenler aldanmıştır. Mükemmel yaratılan insan, insanlık vasfını kaybetmedikçe sadece dünya nimetleri ile tatmin olamaz.
“Kim ahiret kazancını isterse, onun kazancını artırırız. Kim de dünya kazancını isterse ona da istediğinden veririz, fakat onun ahirette hiçbir payı yoktur.” (Şura, 20)
İbn Ömer radıyallahu anh anlatıyor: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz omzumdan tuttu ve “Sen dünyada bir garip veya bir yolcu gibi ol.” buyurdu.
Tirmizî’nin rivayetinde “yolcu gibi ol” sözünden sonra şu ziyade var: “Kendini kabir ehlinden addet.”
Ayrıca garip, yabancı yerde tanıdığı ve güvenebileceği kimselerin azlığı sebebiyle emniyetsizlik duyar ve tedirginlik içerisindedir. Yolcu da öyledir. Yolcu, taşıyabileceği zarurî eşyayı yüklenir. Zarurî olmayan yükü almaz.
Nevevî merhum şöyle demiştir; “Hadisin manası şudur: Dünyaya dayanma, ona sabit kalacağın bir vatan gözüyle bakıp bağlanma, dünyada bâkî kalacağın içinden geçmesin, yolcunun vatanında olmadıkça bağlanmadığı şeylere sakın dünyada bağlanıp kalma.”
Nasıl imtihan olunacağız?
“And olsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.” (Bakara, 155)
Rabbimiz kullarını nasıl denemeye tabi tutacağını açık ve net olarak bildirmiştir; korku, mallar, canlar ve mahsullerden eksilterek. Deprem bölgesindeki kardeşlerimizden kimi saniyeler içerisinde canını, kimi mallarını, kimi de mahsullerini kaybetti. Hayatta kalanlar da büyük korku yaşadı. Peki, Müslüman olarak bunlara hazır olmalı değil miydik? Elbette bir insan olarak bunlara üzülmemek mümkün değil. İhmallerimiz var ise bunları sorgulamamak da mümkün değil. Ama feryat ve figan niye, isyan niye, fitne ve fesat çıkarmaya yeltenmek niye? Bütün bunlar niye? Mümin, münafık, kâfir birbirine karıştı da ondan. Küfür ve nifakını gizleyip suret-i haktan görünen bazıları, bazı cahil Müslümanların imanını, teslimiyetini ve sabrını çalma peşinde. Çıkıp mertçe biz münkiriz deseler en cahil Müslümanın bile imanına, teslimiyetine, sadakat ve sabrına zarar veremeyecekler ama küfür, şirk ve nifak maskelerinin arkasından iş yapmayı seviyorlar. Diğer taraftan yıkıntılar arasında yediden yetmişe, canlarını kaybetmiş, sevdikleri ile sırt sırta yatan o müminlerin iman ve teslimiyeti de Allah adına müminleri mutlu etmiş, bu coğrafyada ins ve cin şeytanlarının da ümitlerini kursaklarında bırakmıştır. Onlar bela ve musibetlere karşı teslimiyet ve tevekkülü anlayamazlar. Her şeyini kaybetmiş müminin teslimiyetini idrak edemezler.
“Her nefis ölümü tadacaktır. …” (Enbiyâ, 35)
Her insan er veya geç öleceğine göre ölüm imanlı mı, imansız mı? Ona bakmalıdır. İmanlı ise şehittir. Müslüman için bu, ideal bir ölümdür. İmansız ölümse felakettir, yat ağla kalk ağla, gir ağla çık ağla, onun için tüm insanlık ağlasa kurtulamaz. Münkirler fitne çıkaracaklarına oturup kendi hallerine ağlasınlar. İman en büyük nimettir, imanını koru ki o da seni korusun.
Bela ve musibetlere sabır nasıl olmalı?
Müminin bela ve musibetler karşısında ilk sözü, ilk tesellisi, kalbini ilk genişletip ferahlatan, Rabbinin tavsiyesini vird edinmesidir. Bu iman ve teslimiyet mümini, maddi ve manevi bütün dert ve sıkıntılarından, acı ve kederlerinden kurtarır.
“Onlar başlarına bir musibet gelince, biz Allah’a aidiz ve O’na döneceğiz derler.” (Bakara, 156)
Dünya hayatı bir deneme yeri olduğu için nimetle de külfetle de, hayırla da şerle de deneniyoruz. Müminin, askerin savaşa hazırlandığı gibi hayatın meşakkatlerine hazırlanması gerekir. Eğitimine önem verilmeyen askerin savaşı kaybettiği gibi, hayat kitabıyla hayata hazırlanmayan insan da hayat imtihanını kaybeder.
“… Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz. Ancak bize döndürüleceksiniz.” (Enbiyâ, 35)
Millet olarak çok zor bir imtihana tabi olduk ama bilelim ki asla gücümüzün üzerinde değildir. Rabbimiz gücümüzün üzerinde bir yük yüklemez. Bu denemede maddi manevi bütün gücüyle canını dişine takarak kardeşlerinin yardımına koşanlar olduğu gibi, yine maalesef insanlık yoksunu bazıları da bu musibetten maddi ve manevi menfaat devşirmeye çalışmaktadır.
Rabbimizin bela ve musibetlere sabredenlere müjdesi nedir?
İki cihan saadetidir. Yalnız bu sabır, bela ve musibet anındaki sabırdır.
“Ey akıl sahipleri! Allah’a karşı gelmekten sakının ki kurtuluşa eresiniz.” (Maide, 100)
İki hayatta da kurtuluş Allah’a karşı gelmekten sakınmaktır. Peygamberler ve yakınlarının bile “Allah’ın yardımı ne zaman?” dedikleri olmuştur. Bela ve musibetlerin ilacı sabırdır. İnancımıza göre her şey Allah’tandır. İster semavi, ister ârâzi, ister dost, ister düşman eliyle olsun, kimin vasıtasıyla gelirse gelsin. Can, mal, mülk, evlâdüıyal her şey emanettir. Biz emanet bir hayat yaşıyoruz. Müslümanlar ne zamandan beri emaneti sahibine verince bu kadar yıkılıyor, mahvoluyor? Allah ve Resulünün gösterdiği iman ve teslimiyete sahip olduğumuz sürece Allah’ın yardımıyla üstesinden gelemeyeceğimiz bir bela ve musibet yoktur.
Süheyb bin Sinân radıyallahu anh anlatıyor: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular ki:
“Mümin kişinin durumu ne kadar şaşırtıcıdır! Zira her işi onun için bir hayırdır. Bu durum, sadece mümine hastır, başkasına değil: Ona memnun olacağı bir şey gelse şükreder, bu ise hayırdır; bir zarar gelse sabreder bu da hayırdır.”
Kamil iman, mümine isabet eden bela ve musibetleri hayra tebdil eder. Ayağına diken batsa bu, günahlarına kefaret olur. Canını verse şehit olur. Yaralansa yaraları şehadet mührü olur. Allah’a kul, Resulüne ümmet olmaya bakmalıdır.
Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Şu ümmetim rahmete mazhar olmuş bir ümmettir. Ahirette azaba maruz kalmayacaktır. Onun azabı dünyadadır. Fitneler, zelzeleler ve katl.” (Ebu Davud)
Bela ve musibet neden iner?
Bela ve musibet müminlere rahmet, münkirlere ise felakettir. Bela ve musibet müminlerin af ve mağfiretine vesile olurken münkirlerin mahvına vesile olur.
“Allah’ın izni olmaksızın hiçbir musibet başa gelmez.” (Teğabun, 11)
“Kendi kazandıkları yüzünden”
Kendisine bela ve musibet isabet eden kaç Müslüman öncelikle kendini sorgulamakta ve hesaba çekmektedir?
“Başınıza her ne musibet gelirse, kendi yaptıklarınız yüzündendir. O, yine de çoğunu affeder.” (Şûrâ, 30)
“Allah’tan yüz çevirdikleri için”
“Eğer yüz çevirirlerse bil ki şüphesiz Allah, bazı günahları sebebiyle onları bir musibete çarptırmak istiyor. İnsanlardan birçoğu muhakkak ki yoldan çıkmıştır.” (Mâide, 49)
Bela ve musibetlerden korunmak mümkün mü?
Mümin her türlü bela ve musibetten Allah’a sığınır. Bela ve musibeti celp eden şeylerden sakınır. Bela ve musibet gelince de sabreder, Allah’tan yardım diler.
“Yavrum! Namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret. Kötülükten alıkoy. Başına gelen musibetlere karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar kesin olarak emredilmiş işlerdendir.” (Lokman, 17)
Bela ve musibet, fani hayatın imtihanıdır. Bunun ilacı ise sabır ve namazla Allah’tan yardım dilemektir.
“Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak Allah’tan yardım dileyin. Şüphe yok ki Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara, 153)
Her halde duayı ihmal etmemelidir.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz her halde ümmetine duayı telkin ederek “dua ibadetin iliğidir” buyurmuştur. Her halde dua edebiliyor, Rabbimizle beraber olma şuuruna erebiliyor isek sırat-ı müstakim üzereyiz demektir.
İbn Ömer radıyallahu anhümâ anlatıyor: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz buyurdular ki: “Kime dua kapısı açılmış ise ona rahmet kapıları açılmış demektir. Talep edilen (dünyevî şeylerden) Allah’ın en çok sevdiği, afiyettir. Dua, inen ve henüz inmeyen her çeşit (musibet) için faydalıdır. Kazayı sadece dua geri çevirir. Öyle ise sizlere dua etmek gerekir.” (Tirmizî)
Kişiye dua kapısının açılması, çokça dua etmeye muvaffak kılınmasıdır. Dua edebilmek, kişi için büyük bir hayırdır. Mümin, kendisine isabet eden her hayrı Allah’tan bilmekle mükelleftir: “Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır, sana ne kötülük gelirse nefsindendir” (Nisâ, 79). Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz dua etme hayrını “dua kapılarının açılması” olarak ifade buyurmuştur.
Rahmet kapısının açılması, bazen dileğinin aynen verilmesi, bazen da ona denk şekilde günahın affını ifade eder. Allah’tan istenenler arasında Allah’ın en ziyade sıhhati sevmesi, insan için sıhhatin önemini teyit eder. Duanın, inen musibet için faydası, onun ortadan kalkması, hafif atlatılması şeklinde olabilir. Yahut Cenabı Hakk’ın vereceği sabır ve mukavemet yoluyla da olabilir. İnmeyen musibete duanın faydası daha zahirdir. Henüz inmemiş olan belâ, duanın bereketiyle def edilip kaldırılabilir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz, mutlak hayır ve fayda olan duaya müminleri teşvik etmekte, “öyle ise sizlere dua etmek gerekir” buyurmaktadır.
Tebliğin bela ve musibetle alakası var mı?
Bir insanın kurtulmasına vesile olmak, insanlığın kurtulmasına vesile olmak kadar kıymetli olursa, insanın tebliğle hidayetine, cehennemden kurtuluşuna vesile olmak da ne büyük fazilettir. Şu hadis, emr-i bil marufun zamanında yapılmadığı takdirde cemiyetin maruz kalacağı ıstırabın sonradan çok zor telâfi edileceğini ifade eder: “Ey müminler, yalvar yakar olmanıza rağmen dualarınız kabul olmayacak durumlara düşmezden önce iyiliği (marufu) emir ve kötülükten de men ediniz.”(Müslim)
Emanet malda kendini sınırsız yetki sahibi zanneden insan, nasıl olur da mülkün asıl sahibi olan Allah’ın kâinattaki tasarrufunu sorgulamaya kalkar? Gafleti hayatlarına hâkim kılanlar dünyaya dalıp giderler de ahireti unuturlar.
“Hayır! Siz dünyayı seviyorsunuz ve ahireti bırakıyorsunuz.” (Kıyâmet, 20-21)