Başarıda Usûl

Rasulullah aleyhisselam nübüvvetten sonra doğduğu şehir olan Mekke’ye veda etmek zorunda kalarak o zamanki ismi ile Yesrib’e şimdiki ismiyle Medine-i Münevvere’ye hicret etmek zorunda kalmıştı. Allah Rasulü’nün ufkunda Mekke’ye dönmek hep var olmuş tabiri caizse gönlü Mekke’de kalmıştı. Kıblenin Beyti Makdis’ten Kabe’ye dönmesi hakkında nazil olan ayette bu hususta söyle buyrulmaktadır. “İşte şimdi kesin olarak seni memnun olacağın kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir.” (Bakara, 144) Bu ayet-i kerime Medine’de nazil olması açısından hem Efendimize Mekke’nin fethini müjdelemekte hem de Mü’minlere bu hususta bir mefkûre çizmekteydi. Hatta ayet-i kerimenin devamında gelen ayetlerde “Namaz ve sabırla Allah’tan istemek emredilmekte, devamında da sahabenin çeşitli imtihanlara tabi tutulacağı ve şehadetin üstün bir mertebe olduğu” Müslümanlara müjdelenmektedir. Bu serüven Mekke’nin fethine giden bir süreç olarak siyer-i nebide detaylı bir şekilde anlatılmakta ve fethin müjdesi Nasr Suresi ile hitama ermektedir.
Allah Rasulü’nün Mekke’nin fethine giden bu süreçte müminlere usulü öğreterek vusul olan Mekke’ye kavuşmayı öğrettiği güneş gibi ortadır. Hudeybiye gibi aleyhe gözüken ama sonucunda Fetih Suresindeki müjdenin akabinde müminlerin Allah Rasul’üne teslim olduğu ve işin sonunda insanların fevç fevç Allah Rasul’üne beyat ettiği, en azılı düşmanlarının ve çocuklarının dahi Efendimize itaat ettiği tarihen sabit olmuştur. Cenabı Hakk bu güzel tablo karşısında dahi nebisini istiğfara davet etmekte ve tevbeleri kendisinin kabul edeceğini buyurmaktadır. Nasr Suresi bu konuda müminlere şu mesajı vermektedir adeta; her başarı Allah’tandır. Her başarının sonunda istiğfar şarttır. Burada da müminlere usulün sonunda vusule varıldığında dahi yeni bir usul prensibi daha ortaya konulmaktadır. Tevfik Allah’tandır ve her tevfik sonunda şükrün yanında istiğfar da gereklidir. Allah Rasulü’nün 622 yılında çıktığı Mekke, Müslümanların Medine’de olduğu süreçte kıble olarak tayin edilmesinin akabinde Hz. İbrahim’in inşa ettiği Kâbe’nin tevhidin merkezi olacağının müminlere müjdelenmesi ve Efendimizin hatemu-n nebi olması sebebiyle Mekke’nin en kutsal belde olmasının kıyamete kadar böyle devam edeceği gerçeğine rağmen müminler belli bir yolun ardından vuslatına kavuşmuştur.
Günümüzün hız çağı olduğu göz önünde bulundurulduğunda insanların maalesef sabırsızlığa ve kestirme yollar aramaya itmektedir. Eğitimde, iş hayatında ya da sosyal ilişkilerde kolay yoldan başarıya ulaşmak hedef haline gelmektedir. Bu durum ise uzun vadede toplumda zarara sebebiyet verecektir. Vasıtaların gaye edinilmeyeceği bir yolun adıdır usul. Ve insanların gayeye ulaşmaları için her durumda kendine has olan usulü takip etmesi gereklidir. Bu sadece dini bir hadise değil bütün alanlarda böyle olmalıdır. Usulsüz başarı, başarı gözükse de sonu mağlubiyet olabilir. Mekke’nin Fethi’ne giden süreçte Allah Rasul’üne itaat eden müminler mağlubiyetlerinde dahi içlerinde bulunan peygambere güvenleri sarsılmamış ve işin sonunda tevhidin merkezi Mekke muzafferiyetle müminlerin idaresine geçmiştir. Ama ilk mağlubiyette nübüvvet sorgulansa ya da hemen başarı arzulansaydı muhtemeldir ki başarı olamayacaktı. Hulasa usul hayatımızın her alanına hakim olmalı ve her başarının akabinde Allah Teala’nın bu başarıyı bize ihsan ettiğini ve sonunda istiğfarın gerekli olduğu unutulmamalıdır.