Çocuk Terbiyesi
Bir çocuğun yetişmesi ve şahsiyet kazanması, kâinatın göz bebeğinin varlık sahasına çıkışı. Dünyaya bir ikincisi gelmeyecek olan tek ve biricik her bir insanın nimetlerle donatılıp özenle büyütülmesi... Üzerinde yükseltilmiş göklerden yerde dolaşan böceklere kadar her şeyin hizmetine verildiği insanın dünyada kendine biçtiği değer ne? İnsanın kıymetini anlamadan insan yetiştirmenin önemini anlayamayız. Bunca nimet, bunca varlık kimin için hazırlanmış; dönüp bakmazsa insan Yaratan’ın kendisine ne kadar değer verdiğini görmezden gelerek bir ömür geçirebilir.
Yaratılışın sırlı güzelliklerinden biri de insanın aciz ve çaresiz olarak, hiç bir şey bilmez bir hâlde, her şeyiyle bakıma muhtaç dünyaya gelmesi ama bir o kadar sevgi merkezi, anne babasının can paresi olup pamuklara sarılması. Buradan anlıyoruz ki insan rahmetle yaşar. Tüm acizliği ve muhtaçlığına rağmen en keremli bir misafir olarak ağırlanır dünyada.
Bu ağır misafirin emanetçileri olarak görevlendirilmiş kimseler bu yükü nasıl taşımalı? Annesi, babası yahut hocası bu kerim varlığın kendini tanıyıp şahsiyet kazanmasına nasıl destek olmalı? Allah’a hamd olsun! “Bir insan yaratılış kıymetini nasıl kazanır?” sorusunun cevabı, yine O’nun rahmetiyle gönderdiği, övmekten aciz kaldığımız Son Elçisi’nin aleyhisselam canlar feda ömründe nakış nakış işlenmiş.
Yetim büyüdü insanlığın zirvesi. O muazzam ahlak, bir insanın verebileceği terbiyeyle olacak şey değildi. “Beni Rabbim terbiye etti, terbiyemi de pek güzel kıldı.” buyurdu. Her işinde, her hâlinde ‘Bir insan bu kadar mı güzel olur!’ dedirten bir ahlak... Ve onun yetiştirdiği insanlar, en güzel toplumu oluşturan abide şahsiyetler.
O zaman “Bir çocuğa nasıl davranılır” sorusunun cevabını da O’nda arayalım. Mesela hurma ağaçlarını taşlayan “yaramaz” bir çocuğa ne söylemiştir? “Neden yaptın?” sorusunu azarlamak için değil, gerçekten sormak için sorsak ve cevabını dinlesek şefkatle, acaba çocuk o yaramazlığı bir daha yapar mı? Cevap verdi çocuk, “Açım ya Rasulallah!” Buyurdu ki “Ağaçları taşlama da altına dökülenlerden ye.” Başını okşayıp bir de dua etti, “Allah’ım! Bu yavrunun karnını doyur.”
Kuşunu çok seven bir çocuğa kuşunu sorarak veya yeni elbisesini giymiş bir kız çocuğunun elbisesine iltifat ederek çocukların önemsediği şeylerle ilgilenir, onların dünyasına girerdi. Onlarla oyun oynar, onlara selam verir, mecliste oturduğu yere saygı gösterirdi. İkram etmeye sağdan başlamak âdetiydi ve sağında oturan çocuğa sormadan büyüklere sunmazdı ikramını. Nitekim çocuk izin vermedi ve ondan başladı içeceği sunmaya. Rasulullah’tan gelen nasibini kimseye bırakmayan bu zeki çocuk ümmetin büyük âlimi Abdullah bin Abbas’tı. Böyle adam yerine konmasa böyle büyük adam olur muydu, bilinmez.
O, çocukları yaşına göre ayırıp sınıflara doldurmadığı gibi “aklı ermez” diye onları büyüklerin mevzularından da uzak tutmadı. Çocuklar sohbetin, namazın, orucun, haccın hatta cihadın içindeydi. Hz. Enes’i Bedir Savaşı’nda neden yanında götürdü? Cennete koşar gibi ölüme koşan adamları gören bir çocuğun hayata bakışı nasıldır acaba? Psikolojisi bozulur diye kurbanlıkları göstermediğimiz çocukları Hz. İsmail görse ne derdi? Sahi kaç yaşındaydı, babası “Yavrucuğum ben rüyamda senin boğazladığımı görüyorum.” dediğinde? Çocuk mu korkar ölümden, yoksa büyükler mi? Asıl hayatın ahiret olduğunu unuttuğumuz günden beri kaçıyoruz ölümden. Uzak düştük ahiret yolcusu o güzelleri anlamaktan.
O’na benzemek için O’nu daha yakından tanımalı; kulak kesilmeli her sözüne, her işine. Belki de O’nun çocuk terbiyesi namına yaptığı tek şey kendi güzel ahlakına çocuğu şahit tutmaktan ibaretti. Çocuğa gerçek kıymetini vererek, sevgiyle insan yetiştirmenin metodunu şöyle özetler Hz. Enes: “Rasulullah’a on sene hizmet ettim. Vallahi bana bir kez olsun ‘Öf!’ demedi. Herhangi bir şeyden dolayı ‘Niçin böyle yaptın?’ demediği gibi ‘Şöyle yapsaydın ya!’ da demedi.”
Salat ve selam O’nun ve âlinin üzerine olsun, İbrahim’in ve âlinin üzerine olduğu gibi...