Aşağılık Bir Kavga: Irkçılık

Irkçılık, bazı insan ırklarının diğerlerinden üstün olduğuna inanılan felsefenin adıdır. İnsanlar arasında doğal sebeplerle ortaya çıkan genetik, kültürel, toplumsal farklılıkların kişileri ve toplumları daha değerli kıldığına inanılır. Söz konusu farklılıkların mahiyetine ve ırkçılığın ortaya çıkış serüvenine yakından bakmak bu felsefenin alt yapısını anlamak için yardımcı olacaktır. Öncelikle tarihi ve düşünsel planını inceleyelim.
Irkçılık meselesi tarihten öncesine dek uzanır. İnsanı topraktan yaratıp ruhunu üfleyen Allah Teâlâ onu üstün kıldığını bildirdiğinde İblis, ateşin topraktan üstün olduğunu iddia ederek asi olmuştur.[1] Burada İblis’in adeta yarım bir matematiksel hesapla vardığı sonucun basitliği ilk bakışta göze çarpacak şekilde Kur’an-ı Kerim’in içinde evrensel bir mesaj olarak yerini almıştır. Yeri gelmişken belirtilmelidir ki bazı çevrelerce iddia edildiği üzere ayetin konusu ateş ve topraktan hangisinin üstün olduğu değildir. Hatta bakış açınıza göre ateş topraktan daha kullanışlı, daha faydalı olabilir ve böylece üstündür bile denilebilir. Ancak ayetin mesajı, mahlûkun hâlıkın emrine karşı gelerek kendince üstünlük hesabı yapıp asi olmasıdır. Kastedilen, Allah’ın emrine uyarak secde eden her mahlûkun üstün olduğudur. Bu manada kadim bir konu olmasına rağmen günümüzde anlaşılan şekliyle ırkçılık yazılı tarihimiz içinde yeni bile sayılabilir. İnsanları rengine, şekline, kültürüne göre üstün saymak basit bir ezberle Fransız İhtilali’nin başlattığı milliyetçilik akımının etkisiyle ortaya çıkmıştır denebilir. Evet, o dönem milletler kendi kendine yaşamak ve bu yalnızlık çeperlerini kuvvetlendirmek adına sınırlarına ırkçılık harcını kat kat vurma ihtiyacı hissetmişlerdir ancak mesele bundan ibaret değildir.
Batı dünyası tarih anlatıcılığında 18. yüzyıla kadar tarihi antik ve modern olarak iki döneme ayırmıştır ve İslam’ın doğuşunu modern dönemin başlangıcı olarak kabul etmiştir. Anlaşıldığı üzere o dönemlerde batı bugünkü kadar benmerkezci değildir. Ancak zamanla makineden eller motorlardan bacaklar yapan batı fikirsiz ve ilkesizce güç kazandıkça maddi bir zaferin sarhoşluğunu yaşayarak adeta güce tapmaya başlamıştır. Sömürgecilik ve sanayileşme yarışıyla iyice kızışan ortamda istediği her şeyi yapmayı başaran şımarık bir çocuğa dönen batı, sanayinin maddeye vurduğu demir pençelerden hakikat denilen gerçekliklere de vurmak; onları zapt etmek istemiştir. Böylece İslam’ın doğuşunu dünya tarihinde modern dönem olarak kabul eden, Hazreti Peygamberi kâmil ve örnek insan olarak kabul ederek felsefelerinde önemli bir yer veren; yani kendinden bağımsızca var olabilecek gerçeklikleri ve hakikatleri kabul edebilen batı artık onları zihnin bir yorumu olarak kabul etmeye başlamıştır. Şöyle ki, aklın düzeninin doğuştan geldiğini, böylece dış dünyanın ancak duyularla kurulan irtibat sonucu anlaşılabileceğini iddia etmiştir. Duyuların dışarıyla olan irtibatını akıl kurar, böylece dış dünya aklımızın ona yüklediği sıfatlardan ibaret hale gelir. Kısaca dış dünyayı insan aklının yarattığı sonucuna ulaşılır. Burada felsefi tartışmalara girmeksizin söyleyelim ki bu anlayış siyasi olarak hemen desteklenmiştir zira batı, düşünce dünyasını da sanayileştirip sömürme aracı keşfetmiştir. Böylece şımarık çocuk batının kendinden bağımsız olarak var olabilecek, boyun eğebileceği gerçekleri ve hakikatleri kabul etmesine gerek kalmamıştır. Artık kendi hakikatlerini inşa edebilecektir.
Böylece harekete geçen, Afrika ve Amerika kıtasını sömürüp yerlileri köleleştiren, soykırım ve katliamlara imza atan batı, yaptıklarını temellendirmek adına birçok teorinin yanında ırkçılığı da kullanmıştır. Darwin’in evrim teorisi gibi bilimsel olarak temel bulma arayışlarının da neticesinde sözde üstün ırk Avrupalı beyaz insan, “ilkel insan” kabul edilen Afrikalı ve Asyalı ırkları kendi emelleri için kullanabileceği kendince meşru bir zemin bulmuştur. Avrupalı beyaz ırk üstün olması sebebiyle kendisi için bütün dünyayı yağmalamıştır. Ayrıca “güçlü olanın hayatta kalması, güçsüzün ise bu mücadele de elimine olması”[2] gibi bir kabulün sonucunda üstünlüğünü kendince tescillemiş ve Avrupa medeniyetinin hâkim ve güçlü olmasının onun üstün olduğu iddiasını pratikte de doğruladığını savunmuştur. Böylece medeniyet, teknoloji, kültür, ekonomi gibi her alan Avrupalı beyaz insanın ırkçılığına hem sebep hem sonuç olmuştur. Hatta Charles Darwin, Türklerin birkaç asır önce Avrupa’yı tehdit eden bir güç olması gerçeğini gülünç bulmuş ve medeni ırklar olan Kafkas (Rus) ve Avrupa ırklarının Türkleri yenilgiye uğrattığını böylece ilkel ırkların (Türkleri kastederek) bu mücadelede elimine olacağını savunmuştur.[3] Bu ırkçı fikirler öyle bir noktaya ulaşmıştır ki üstün arî bir ırk[4] elde etmek için Kaliforniya, İtalya, Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinde çalışmalar yapılmıştır. Amerika’da çoğu siyahî 64.000, Almanya’da çoğu Alman olmayan 350.000[5] insan bu sebeple kısırlaştırılmıştır ve mavi gözlü sarışın uzun boylu Alman çocuklar “üretmek” için çalışmalar yapılmıştır. Anlaşıldığı üzere çirkin ve kanlı bir sürecin sonunda doğan ırkçılık, tarihler öncesinde Kur’an-ı Kerim’in bize verdiği mesajı doğrular şekilde çirkin ve kanlı olduğunu alenen göstermiştir.
Bilim ve felsefenin de alet edilerek doğrudan yahut dolaylı şekilde parlatılan ve gerek akademik gerek siyasal düzlemlerde dokunulmaz ilan edilen ırkçı temeller aslında mantık dışı niteliktedir. Bu noktadan sonrasında kendimi daha samimi ifade etmek istiyorum. 93.4 milyar ışık yılı çapındaki gözlemlenebilir evren içinde 100 milyar galaksiden birinde 10 sekstilyon[6] yıldızdan bir yıldızın çevresindeki 8 trilyon kadar gezegenin içinden bir gezegende yaşayan binlerce canlı türünden bir türüz. Üstelik sıcaklık, oksijen, su, yemek, dışkılamak, barınmak gibi onlarca hassas zaruri ihtiyacımız bulunacak kadar da nariniz. Bu gerçekler üzerine ten renginin, şeklin, kültürün yahut soyun insanlardan bir grubu üstün kıldığı iddiasını gülünç bulmaktayım. Üstelik hepimizin DNA’sı genotip olarak %99 aynı. Bizi ırk olarak farklılaştıran genlerimiz %1’den daha az. Bu %1 kadar küçük farklılıkların %99 oranındaki benzerliklerimizden daha büyük etkiler doğurması anlayışımızdaki bozukluğun bir göstergesidir.
Coğrafyamız özelinde bu konuyu değerlendirirken hüzünlenmekten kendimi alamıyorum. Bir fetih haberiyle bayram yerine dönen şehirler, şehitlerine de beraber ağladı. Hükümdarı başka, halkı başka, askeri başka şehirlerden geldi. Bir Tokatlı Halep’te gömüldü. Nice Halepli Çanakkale’de gömüldü ve nicesi şu sıralar sokaklarımızda. Kudüs ve Mardin… İkiz şehirlerdi ama mimarları başka ırklardandı. Hindistan’da mescidimiz vardı şekli başka, aynı coşkuyla namaz kılındı Sultan Ahmet Camii’nde o da bambaşka. Kerkük, Musul, Bağdat, Şam, Kahire… Şimdi %1’lik farklılıklarımız sınırlarımızı perçinlediğinde daha mı mutluyuz? Daha mı şerefliyiz aynı mahallenin farklı çocukları zelil olurken? Üstelik biz dünyaya ilk çağrısını Habeşli siyahî Bilal ile yapan bir ümmetiz. Özgürlüğümüzün sesidir “siyahî bir köle”. Oysa onlar hala “nefes alamıyorum”[7] çağrılarına dahi kulak tıkayıp savunmasız siyahîleri dizleriyle yavaş yavaş boğup öldürecek kadar korkaklar. Bu kavga bizim değil. Aşağılık karmaşası içinde çırpındıkça batanların kavgası. Katliamlarına kılıf arayanların kavgası. Tüm dünyayı yağmalayıp yine doymayanların kavgası. Bu kavga tarihin öncesinde secde emrine uyarak kardeş kılınanların kavgası değil. Bu serüvenin içinde değiliz biz.
[1] Hicr, 15/33: “(İblis) dedi ki: Ben, şekillenebilir özlü balçıktan, (şekil verilip) kurutulmuş çamurdan yarattığın bir insana asla secde etmem!”
[2] Doğal seçilim denen evrimsel mekanizmanın sosyoloji alanındaki yansımasıdır.
[3] Charles Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin, Cambridge University Press, Cilt: 1, 2009, s. 266
[4] ‘Eugenics’ (öjeni) Galton’un iyi doğan anlamında eski Yunancadan ürettiği bir kelimedir. Nitekim doğumların devlet tarafından kontrol edilmesi düşüncesini ilk ortaya atan ünlü Yunan filozofu Eflatun’dur.
[5] https://de.wikipedia.org/wiki/Erbgesundheitsgericht#cite_note-3
[6] 1022 : yani 10’un yanında 22 tane sıfır bulunan muazzam büyük bir sayı. Dünyadaki kum tanelerinin sayısı yaklaşık 4 sekstilyon.
[7] Bu söz, New York Polisi tarafından boğulduktan sonra 2014 yılında öldürülen silahsız siyah bir adam olan Eric Garner’ın son sözlerinden geliyor. Javier Ambler, Manuel Ellis, Elijah McClain ve George Floyd gibi bir dizi diğer Afrikalı-Amerikalı, benzer yasa uygulama karşılaşmaları sırasında ölmeden önce aynı ifadeyi söylemişlerdir.