Ocak 2018 Cemil USTA A- A+ Sesli Dinle    |  
Sesli Dinle    A- A+

TASAVVUF / Zühd / İstiğna

Zühd, fakirlik değil; zengin-fakir her mü’mine gereken kalbî bir tavırdır. İlâhî takdir neticesinde zâhiren fakru zarûret içinde yaşayan bir kimse, kalben dünyevî arzular peşindeyse, o da, zühd ve istiğnâ ehli sayılmaz. Zira zühd ve istiğnâ, kaderin sevkiyle mecbûren aza kanaat değil; irâdî olarak, kendi isteğiyle kalbi dünyaya esir olmaktan muhafaza etmektir.

Rasûlullah Efendimiz, zühd hâlini ne güzel târif buyurmuşlar:

“Dünyada zâhidlik, ne helâli haram bilmek ne de malı mülkü terk etmekledir. Dünyada zâhidlik, ancak Allah’ın mülkünde olana kendi elindekinden daha fazla îtimâd etmen (yani rızka değil, Rezzâkʼa güvenmen); başına bir musîbet geldiği ve yakanı bırakmadığı müddetçe, onun ecir ve mükâfâtından son derece ümit vâr olmandır.” (Tirmizî, Zühd, 29/2340)

Yûnus Emre, dünya devre mülkünün hakîkatini ne kadar da veciz bir şekilde dile getirir:

Mal sahibi, mülk sahibi,
Hani bunun ilk sahibi?
Mal da yalan mülk de yalan,
Var biraz da sen oyalan!

 

Hakîkî zenginliğin ölçüsü, mal çokluğu ve cüzdan kabarıklığı değil; kanaat ve gönülden infaktır. Paranın yeri gönül değil, cüzdandır!

Demek ki dünyaya karşı zâhid olmak, fakirlikte ve zenginlikte dünyadan kalben müstağnî kalabilmektir. Mühim olan; dünyevî meşgaleleri, âhireti ihmâl etmeksizin sürdürebilmektir. Yani dünya ile meşgûl olurken kalbi gafletten korumaktır.

Mevlânâ Hazretleri, insanı varlık deryâsında yüzen bir gemiye teşbih ederek buyurur ki:

“Şâyet deryâ, geminin altında bulunursa, ona istinadgâh olur. Fakat dalgalar geminin içine girmeye başlarsa onu helâke götürür.”

Yani gönül Hakkʼa râm olduğu zaman bütün dünya bir kulun tasarrufuna verilmiş olsa bile onun kulluk istikâmetini bozamaz. Fakat kalp, dünya muhabbetinden korunamadığı takdirde dünyanın zerresi bile kulun mâneviyâtını ifsâd edebilir.

Fakirlikte de zenginlikte de sabrı bir mârifet hâline getirmek gerekir. Vasatın üstündeki zenginlik de vasatın altındaki fakirlik de çok zordur. Lâkin sabredildiği takdirde mükâfâtı çok büyüktür. Böyle olabilenler, yani “ağniyâ-i şâkirîn / şükür ehli zenginler ve fukarâ-i sâbirîn / sabreden fakirler”, toplum içinde azınlıktadır.

Gâfil insanlarda ise çok zenginlik de çok fakirlik de aynı günahta birleşir. Çok fakirlik ve çok zenginliğin, iffetsizliğin kapılarını açma riski vardır. Diğer taraftan çok zenginlik, ihtirâsı kamçıladığı için, çok fakirlik de sabrı zorladığı için, sirkati, haksız kazancı mubah gösterebilir. Bunun içindir ki Efendimiz:

“Yâ Rabbi, unutturan fakirlikle birlikte azdıran zenginlikten… sana sığınırım.” (İbn-i Abdiʼl-Berr, Câmiu Beyâniʼl-İlmi ve Fadlih, c. I, sf. 727.) niyâzında bulunmuştur.

Hadîs-i şerîfte de buyrulduğu üzere Allah’a isyan ettirecek derece fakirlik ve azdıran zenginlik, birbirine muâdil görülmüştür.

Yazımızı paylaşın..

Facebook Twitter Whatsapp’ta Paylaş Google Email Print LinkedIn Pinterest Tumblr