Eylül 2018 Ömer Faruk ÖZCAN A- A+ Sesli Dinle    |  
Sesli Dinle    A- A+

SOSYOLOJİK SİYER-Risalet Öncesi Efendimiz aleyhisselam

Beklenen Karakter

Dünya, kurumaktan çatlamış toprak gibi, aydınlığa hasret karanlık gibi beklemekteydi Hatemü’l Enbiya’yı. En çok da mazlumlar yolunu gözlemekteydi; Hz. İbrahim aleyhisselam’ın duası ve Hz. İsa aleyhisselam’ın müjdesi olan yeryüzünün en güzel örneğini. Eli kalem, dili kelam ve kalbi iman tutan ehl-i ilim özelliklerini dahi saymaktaydı Rasulullah aleyhisselam’ın.

Son elçi daha vahiyle buluşmadan bile yaşadığı toplum içerisinde parmakla gösterilecek bir karizmaya sahipti. Özellikle ahlaki özellikleri herkes tarafından takdir ediliyor ve yüksek sesle dillendiriliyordu. El Emin (güvenilir) sıfatı ise dünyada belki de en çok O’na yakışıyordu. Tam kırk yıl yaşadığı Mekke’de hep iyiliklerle anılıyor, sürekli erdemli yaşıyordu. Hakkı yenenlerin haklarının savunucusu olan Hılful Fudul (Erdemliler Hareketi) kuruluşunun gönüllülerinden olup, iyiliğin ve hak hareketlerinin kurumsallaşmasında aktif rol oynuyordu.

Peygamber efendimiz aleyhisselam’ın çocukluğundan itibaren risalete kadar olan hayatı dahi etraflıca okunduğunda, ne kadar pak ve farklı güzelliklerle dolu bir yaşamın ve kişiliğin karşımıza çıktığını görürüz. Sevgi ve merhameti hayatının her döneminde muhataplarına cömertçe sunan efendimiz aleyhisselam sadece kendisini görenlerden değil, asırlar sonra arkasından gelenler tarafından bile müstesna bir sevgi ve özlemle anılacak ve yolu yol edinilecektir.

Bu yazımızda peygamberimizin vahiyle ters düşmeyen tertemiz hayatlarının, ilahi vazife (peygamberlik) öncesi insanlık tarihine her yönüyle örnek olacak bir yönünü yazmaya gayret edeceğiz.

İnsanı Yetiştiren Eylem: İnziva

(Tefekkür Hayatı)

Hz. Peygamberin 40 yaşına doğru yaklaşırken içinde sık sık yalnız kalma arzusu doğardı. Bunu, içinde yaşadığı kötülüklerle, zulümle, çeşitli trajik olaylarla bozulmuş toplumun çirkinliklerinden uzak kalmak maksadıyla yapıyordu. Ve yine atası Hz. İbrahim aleyhisselam’ın dini üzerine Allah’a huşu ve huzurla ibadet etmek için bu yolu seçiyordu.1 Bilindiği üzere insan kendisi ile başbaşa kaldığı zaman saflaşır ve manevi muhasebeyi daha rahat yapar.

 

İşte bu sebeple Hz. Peygamber aleyhisselam, Mekke yakınlarında bulunan bir dağa çıkar bu dağın belli bir yüksekliğinde bulunan Hira adıyla meşhur mağaraya girerdi. Buradan Mekke’yi seyrederdi.

 

Mekke şehri, bu şehrin içinde bulunanlar ve bütün dünya gözünün önünde küçülürdü. Bu sefer üzerinde bulunduğu dağa bakardı. Bulunduğu yerden daha aşağıdaki yükseklikleri seyrederken ünlü şahsiyetler, komutanlar, diktatörler, sahip oldukları mevki ve otorite sebebiyle şımaran ve küstahlaşan günahkârlar O'nun gözünde küçülürlerdi.2

 

Bundan dolayıdır ki bir Müslüman, Allah’a iman ettiği müddetçe mevkileri ne olursa olsun Allah’a karşı gelmiş ve sapmış insanların, kendisinden çok çok daha küçük ve önemsiz olduklarına inanmalı ve onlara bu gözle bakmalıdır; onları daima küçücük birer yaratık olarak görmelidir.

 

Hz. Peygamber aleyhisselam, bir kaç gece üst üste Hira mağarasına, ibadet için kapanırdı. Bazen bu mağarada on gün kadar kaldığı da olurdu. Bazen bir ay bile kalırdı. Giderken kalacağı süre içinde kendisine yetecek kadar azık da alırdı. Yiyeceği bitince evine, hanımının yanına döner ve kısa bir süre evde kaldıktan sonra tekrar inziva için bulunduğu yere dönerdi. Onun bu durumu kendisine vahiy gelinceye kadar devam etti.3

 

Bundan anlaşılmaktadır ki Müslüman kişi de günlük hayatının kısa bir bölümünü ibadet ve tefekkür için ayırmalıdır.

 

Keza haftada bir gün ve ayda yine münasip bir süreyi ibadet için ayırmalıdır ki maddi hayatın oyalayıcı cazibesiyle Allah’tan ilişkisi kesilmiş olmasın. Bu dünya hayatı öyledir ki insanlar onun gaileleri içinde adeta batmış bulunmaktadır. Dünya bizzat kendilerini ve çoluk çocuklarını bile onlara unutturmuş, yavrularını onlardan koparmış ve kendilerini ruhî bir boşluğa terk etmiştir.

 

Bütün bunlar maddeye karşı olan hırsları, doyumsuzlukları ve böyle düşünmenin böyle davranmanın bir hayati zorunluk olduğu yolundaki iddiaları yüzünden başlarına gelmiştir. Biz de şartlandığımız bu kompleksler altında zaruri ihtiyaçlarımızı temin etmek için koşuşturup duruyoruz.

 

Aslında maddeye duyulan ihtiyaç ile ona kul olmak arasında fark vardır. Keza bir ihtiyacı temin ederken onu kâfi derecede elde etmekle hırsa ve doyumsuzluğa kapılarak hepten ona sarılmak arasında fark vardır. Son derece gerekli olan ihtiyaçla, mükemmel olsun diye biriktirip yığmak arasında fark vardır.

 

Malı yığmak aynı zamanda onu korumayı da gerektirmektedir. Bu yüzden vakit sıkıntısı da hat safhaya ulaşmaktadır. Rasulullah efendimiz daha peygamberlik öncesinde bize, hayatı yaşarken nasıl bir ideale sahip olmalıyız ve bu hedefe ulaşırken nasıl hareket etmeliyiz sorularını Hira’dan aldığı yüksek manevi oksijeni sunarak göstermektedir.

 

Tefekkür her daim güzeldir fakat yerini de çok iyi tayin etmek gerekir. Sahte yoğunluklarla kendimizi avuttuğunuz bu çağda şahsımıza yapacağımız en büyük iyiliklerden bir tanesi Allah azze ve celle ile beraber nitelikli bir baş başa kalıştır. İnsanlığı ıslah çalışması içerisinde olan davetçilerin her yıl, belki de yılda birkaç defa bu tabii motivasyon ve manevi bakıma girmeleri kaçınılmaz ve kaçırılmaz bir ihtiyaçtır.

 

Not: Bir sonraki yazımız (Allah nasip ederse) vahiy ve peygamberimiz olacaktır.

 

Yararlanılan Kaynaklar

 

1. İslam Tarihi, M. Asım Köksal

2. İslam Tarihi, Mahmut Şakir

3. Siret-i İbni Hişam

Yazımızı paylaşın..

Facebook Twitter Whatsapp’ta Paylaş Google Email Print LinkedIn Pinterest Tumblr