Şubat 2024 Bilal Aydemir A- A+
A- A+

SİZDEN GELENLER-Bir İmamın 6 Şubat Depremi Anıları

 

Hayatımın belki en faziletli ameli, ahiret azığım, deprem bölgesi hatıralarım (Hatay-Antakya 12-15 Şubat 2023)

Depremin olduğu 6 Şubat günü umre ziyareti vesilesi ile Medine’de idik. Haber alır almaz Diyanet İşleri Başkanlığımızın talimatıyla tüm umrecilerimizle Ravza-i Mutahhara’da toplanıp dualar ettik, günlerce böyle dualarımız devam etti. Ama içimizde kardeşlerimizin bizzat yanında olup onlara madden destek olamayışımızın üzüntüsü vardı.

Elhamdülillah Başkanlığımız her zaman mazlumun ve mağdurun yanında olduğu gibi ilk günden itibaren deprem bölgesine de destek vermeye, depremzede kardeşlerimizin yanında olmaya gayret etti. Hâliyle on binlerce vefat eden kardeşimizin olduğu bölgeye cenaze işlemleri için din görevlilerine ihtiyaç vardı. Müftülüklerimiz gönüllülük esas alınarak listeler oluşturmaya başladı. Bizler de Medine’den Üsküdar Müftülüğümüzün gönüllü listesine ismimizi kaydettirdik.

Buradan gitmeden önce, bizden önce giden arkadaşlarımız deprem bölgesinin vahametini gördükleri için devamlı uyarılarda bulunuyorlardı. Buradaki durumu kaldıramayacak olanların gelmemesi gerektiğini söylüyorlardı. Ancak bu tarihî günde ben de bir şey yapmalıyım, devletimin, milletimin bu günde yanında olmalıyım diyerek listeden ismimi sildirmedim. Ve sonuç olarak Asrın Felaketi olarak görülen Kahramanmaraş merkezli depremde cenaze işlemlerine destek olmak, gönüllü olarak Hatay-Antakya’da 4 gün hizmet etmek Allâh’ın lûtfuyla bize de nasip oldu.

Bölgede Türkiye Diyanet Vakfımızın hazırladığı çadırda 4 gün kaldık. Görevimiz enkaz altından çıkartılıp getirilen kardeşlerimizi kefenlemek ve cenaze namazlarını kıldırmaktı. Başka bir grup hocalarımız defin işi ile ilgileniyorlardı.

İlk gün 1000’e yakın cenaze kefenleyip namazını kıldık. Ceset torbası ile gelen yüzlerce insan. Kadın, erkek, çocuk, bebek… Yaşadıklarımızı anlatmak mümkün değil. Özellikle ilk gün görevimizi yapmakta çok zorlandık. Ağlamaklı gözlerle görevimizi yürütmeye çalıştık. Ama ayakta durmaya, dayanmaya mecburduk. Enkaz altında kalarak canını veren kardeşlerimizin hâlinden etkilenmemek mümkün değildi. Öyle bir manzara vardı ki cenaze araçları ile kamyonetler ile arkası açık araçlar ile otomobillerin bagajlarında, koltuklarında enkazın altından çıktığı gibi bize getirilen nice insan... Cenazelerini getiren, ailesini, evlâdını, eşini, ana-babasını kaybetmiş, boynu bükük insanlar. Bir omuz arıyorlardı. Başını yaslayıp derdine ortak olacak bir omuz. İşe o omuz olmak için oradaydık.

Yerlerde onlarca ceset torbası ya savcılık tarafından kaydedilmeyi bekliyor ya kefenlenip namazının kılınmasını bekliyor ya da işlemleri tamamlanmış, mezarlığa gitmeyi bekliyor. 4 gün boyunca yaklaşık böyle 4 bin cenazeye şahit olduk. Ama bazıları vardı ki hiç aklımdan çıkmıyor. Yıllarca da çıkmayacak gibi. Onlardan bazılarını ibret almamız için paylaşmak isterim:

-Ceset torbası içinde iki yaşındaki kızına sarılarak vefat etmiş baba ve kızını unutamıyorum.

-Deprem anındaki korkudan dolayı aynı yatağa koşup ve aynı yatakta cenazelerine ulaşılan 4 kişilik bir aileyi unutmak mümkün değil.

-Bölgede çok acı manzaralar vardı. Hanım din görevlilerimiz kadın cenazeleri ile ilgileniyorlardı. Tek ceset torbasının içinde 5-7-10 yaşlarında 3 kız kardeş birbirlerine sarılmış halde getirildi. Ailesi ayrı ayrı kefenlenmelerini istedi. Ancak bu manzara karşısında hoca hanımlar bizden destek istediler. Ama biz de o manzara karşısında ne yapacağımızı bilemedik ve bir şey yapamadık. Kocaeli’nden gelen cesur bir hoca hanım; “Ben ayırırım.” dedi ve tek tek kucaklayıp 3 kız kardeşi ayrı ayrı ceset torbalarına koydu. Bunu unutmamız nasıl mümkün olabilir?

-Kendisi babasının evinde kalan fırıncı bir abimiz. 4 ceset torbası ile geldi. Eşini ve üç evlâdını getirmişti. Adeta yıkılmış, ayakta zor duruyor: “Ben nasıl onları bıraktım, şu an bende yanlarında yatsaydım!” diyordu.

-Enkazdan sağ kurtulan başka bir anne-baba, üç kız çocuğunun cesetlerini getirdiler. Savcı Bey kaydetmek için isimlerini sorduğunda, anne-baba enkaz altında ezilen yavrularını teşhis edip isimlerini söyleyemediler. Ayaklarından, ellerinden, parmaklarından, saçlarından tanımaya çalıştılar. Bütün görevliler olarak bu duruma şahit olmaktan başka elimizden bir şey gelmiyordu.

-Bir teyzemiz bağırmaktan yeri göğü inletiyordu. Hoca hanımlar acısını dindirmeye çalışıyorlardı. Yanlarına gittiğimizde gördük ki 8 cenaze torbasıyla gelmiş teyzemiz. Tek evlâdı, gelini ve 6 torununu getirmiş. Bu manzara karşısında biz olsaydık acaba ne yapardık, diye sormadan edemedik.

-Genç bir delikanlı otomobilin bagaj ve koltuklarına koyduğu 3 ceset torbası getirdi. Annesi, babası ve eşi olduğunu söyledi. Demiştim ya, cenaze arabaları yetmiyor, insanlarımız enkazdan çıkan yakınlarını, ne bulurlarsa onunla bir an önce bize getiriyorlardı. Resmî rakamlarla 50 binden fazla insan vefat etti, hangi birine cenaze aracı yetişebilirdi ki.

4 gün böyle manzaralara şahit olarak ayakta durmaya çalıştık ve görevimizi yerine getirmeye gayret ettik. Çünkü o insanların bize çok ihtiyacı vardı. Allah’ım hizmetlerimizi kabul buyursun inşâallah. Ahiret azığımız kılsın. Affedilmeye vesile kılsın inşâallah.

Görevli hoca arkadaşlarımızla olmamız gereken yerde olduğumuz için Allah’a hamd ettik. Farz olan namaz, oruç, hac, zekât gibi ibadetlerden sonra ömrümüz boyunca yaptığımız en hayırlı, en mübarek iş olduğuna inandık.

Tabii ki Âlemlerin Rabbi merhametlerinin en merhametlisi. Rabbimiz’den daha merhametli hiç kimse yok. O (c.c.) her şeyin en güzelini bilir. O (c.c.) her şeyin en güzeline karar verir. O (c.c.) her şeyin en güzelini yapar. Bu sebeple, bu büyük asrın felaketinde hep hayır aradık. Âyetlere konu olan Musa (a.s.) ile Hızır (a.s.) misali arkasını göremediğimiz, bilemediğimiz nice hayırlar var dedik. Sübhânallah dedik. Allâhu Ekber dedik. Bu inançla görevimizi tamamlamak için, içimizdeki yanan ateşi gözümüzden akan yaşı dindirmeye mecburduk. Yoksa iki kız evlâdı olan birisi olarak her gelen çocuk cenazesinde yavrularımı onların yerine koyup perişan oluyordum. İmtihan olacaksın ya. Bölgeye varınca, göreve başlayınca ilk kıldırdığım cenaze namazları, önümde tam 4 ceset torbası hâlinde duruyordu. Anne, baba ve iki evlâdı. Kendi 4 kişilik ailem Rümeysam, Feyzam aklıma geldi, ağlaya ağlaya zor tamamladım 4 cenaze namazını.

Biz yaşamadan böyle etkilenmiştik. Peki bizzat bunu yaşayanlar nasıl dayandılar buna, hiç düşündük mü?

Asıl meseleye gelince, bu büyük ibret tablolarından alacağımız büyük dersler var:

-Alacağımız derslerin başında îman nîmetinin önemi geliyor. Îman ne büyük bir kazanç vesîlesi… Ki zerre îmânı olan, âhiret şehîdi olarak fânî âlemden göçtü inşâallah.

-İkinci olarak; Allâhʼın kudreti karşısında ne kadar âciz olduğumuzu yakînen gördük. Hiçbir kudret ve güç, Allâh’ın azametine karşı koyamadı. Bu deprem herkese insanın âcizliğini, zayıflığını, malın-mülkün gerçek sahibini öğretti.

-Üçüncü olarak; sevdikleri insanlara hüngür hüngür ağlayanların, onları tekrar geri getiremediklerini görünce, sevdiklerimize hayattayken kıymet vermemiz gerektiğini anlamış olduk. Vefat ettikten sonra ellerinden öpecek, hizmet edecek, dualarını alacak bir anne-baba, gözlerinden öpecek, oyunlar oynayacak evlâtlar bulamayabilir insan. Hayatta iken kıymet bilmek, değer vermek, ona göre davranmak gerekiyor.

-Dördüncüsü ise, çadırdan görev mahalline giderken, yıkılmak üzere olan bir apartmanın duvarında bir yazı okudum. Yazıda; “Bu otopark, apartman sâkinlerine aittir. Yabancılar park edemez!” yazıyordu. Baktım ki ne apartman kalmış ne sâkini kalmış ne araba kalmış ne otopark kalmış. Hepsi yalan olmuş. Hep diyoruz ya; dünya malı yalan diye… Ama lâf olsun diye söylüyoruz, edebiyat yapıyoruz. Deprem bölgesinde ev sahibi ile kiracısını aynı çorba kuyruğunda görünce, bu sözün ne büyük hakîkat olduğunu anlamış olduk.

Anlatacak şey de çok, alınacak ders de. Hatay merkezdeki dört günlük cenaze işlemleri görevimizi tamamlayıp İstanbul’a dönmüştük.

Öncelikle bu büyük felâketin yaraları sarılırken yürütülen çalışmaların bir parçası olduğumuz için Allâh’a hamd olsun. 4 gün boyunca izlenimlerimiz, yaşadıklarımız, duyduklarımız, cümlelerle ifade edilemeyecek kadar çok ve zor. Aklımızdan çıkmayacağı, uzun zaman sohbetlerimize konu edeceğimiz kesin.

Şu bir hakîkat ki biz Hatay’dan ayrıldık, buraya bir daha yolumuz düşer mi bilemeyiz, ancak buradaki insanlar acılar, çileler içinde. Bizler annesiz-babasız kalan yavruları, ailesinden kimse kalmamış mazlumları aslâ unutmayalım. Kimin başına ne zaman ne geleceğini yalnızca Allah bilir. Bu büyük acıların yarın bizim başımıza gelmeyeceği garanti değil.

Duâmız şudur ki, Rabbimiz milletçe asrın felâketinden büyük dersler çıkartıp mânen toparlanmamızı nasip eylesin. Rabbim bir daha böyle acılar yaşatmasın. Hâlimizi rızâsı doğrultusunda hidâyete erdirsin. Vefat eden kardeşlerimize rahmet eylesin. Geride kalanlara Rabbimiz kendisi sahip çıksın, kimseye muhtaç eylemesin. Rabbimiz; devletimizi daima pâyidar, milletimizi de daima bahtiyar eylesin. Âmîn…

*Hacı Nuri Topbaş Camii Uzman İmam Hatibi

Yazımızı paylaşın..

Facebook Twitter Whatsapp’ta Paylaş Google Email Print LinkedIn Pinterest Tumblr